genellikle asgari ücret, toplu iş sözleşmesi veya toplu pazarlık görüşmelerinde gündeme gelen ve toplumu derinden sarsan olaylar yaşanmadığı sürece gündemdeki yeri arka sıralarda olan bir kavram yoksulluk… bir de bütçe görüşmelerinde muhalefetin eleştiri araçlarından biridir.
bildim bileli yoksulluk yalnızca gelir üzerinden gündeme getiriliyor; öyle yoğun oluyor ki bu gelir eşitsizliği ve yoksulluk vurgusu “benim” diyenler bile kapılıyor bu rüzgara… yoksulluk tanımında anlaşmamızın zor olacağını da bilerek yazıyorum bu yazıyı. çünkü yıllardır bize ölümü gösterdiler, sıtmaya razı ettiler…
üzerinde ortak olacağımız gelir adaletsizliğinden bakarsak sendikaların açıkladıkları mutlak yoksulluk sınırı (ve açlık sınırı) bizi ortaklaştırabilir, ortaklaştırmalı… fakat daha fazlasını düşünmeli ve istemeliyiz. hakkımız olmayanı değil, bu dünyaya ve ülkeye gözlerini açmış insanlar olarak bizden önceki insanların yarattığı bilginin, kültürün, değerlerin hepimize (insanlığa) ait olduğu bilgisiyle bugün yarattığımız/ yaratılan şeylerde de payımız olduğu unutmadan…
kim yoksuldur
az önce değindiğim gibi yoksulluk sınırının altında ücrete/ gelire sahip olanlar yoksul. burada sormamız, üzerinde düşünmemiz gereken yoksulluk sınırının neye göre belirlendiğidir… dört kişilik bir ailenin kira, elektrik/ doğalgaz/ su/ telefon faturaları, beslenme giderleri, eğitim ve sağlık harcamaları üzerinden belirleniyor…
işte bu belirlemeye itirazım var. buradaki eğitim harcamalarını çıkarırsak (ki o bile tartışılır) insanı çalışmaya hazır bir makinaya indirgeyen, ölmeyecek kadar ayakta tutan bir ekonomik ölçüttür bu…
örneğin; işsiz olanlar dahil yoksullar olarak dolaylı/ dolaysız vergi veriyoruz. bu vergilerin kullanımlar alanlarından biri güvenlik… devlet can ve mal güvenliğimizi sağlamak üzere topladığı vergilerle gerekli kurumları kurmakla görevli; o zaman başta kadınlar olmak üzere çocukların, çalışanların, ‘farklı’ yönelimlere sahip olanların can ve mal güvenliği neden yok? her gün 2-4 kadının, 5-7 işçinin önlenebilir nedenlerden dolayı öldüğü, fiziki ve cinsel saldırıya uğrayan herkes ve bu toplumsal gruplara sahip olanlar yoksuldur…
kendimiz veya çocuklarımız iyi bir gelecek için öğrenim görüyor, diplomalar alıyoruz. her ne kadar son yıllarda yalnızca iş bulmak amacına dönerek öğrenim amacından sapılmışsa da aldığımız diplomaların karşılığında istediğimiz bir işe giremiyoruz… bir de buna iktidarın mülakat saçmalığı eklenince istediğimiz, öğrenimini gördüğümüz bir işte çalışamıyoruz. dolayısıyla mutlu, istekli, var olduğumuzu duyumsayacağımız bir işi olmayanlar, yoksuldur…
içinde yaşadığımız kapitalist toplumda gördüğümüz, yaşadığımız sorunlara karşı seçenek oluşturmaya yönelik siyasi, kültürel, sosyal çalışmalara girmemizin önünde yalnızca parasal yokluklar değil, yasal engeller de var… kendi yaşamına yön verecek çalışmaları yapmaya çalışanlar engelleniyor ve var olana, sürmekte olana biat etmeye zorlanıyorsa, sosyal/ siyasal/ kültürel yaşama katılamayanlar yoksuldur…
düşünen, sosyal ve kültürel bir canlı olan insan kendini gerçekleştirmek, varlığına anlam vermek ister. bunları da sanatla, sporla, eğlenceyle yapabilir… yaşamanın soluk alıp vermek olmadığını kabul ediyorsak; istemesine rağmen kitap okuyamayan, sinemaya/ tiyatroya gidemeyen, yarını (sözcüğün gerçek anlamıyla yarını) düşünmeden eğlenemeyen, hatta sanatla, sporla, kültürle uğraşacak olanaklar bulamayanlar yoksuldur…
kapitalist dünyanın/ anlayışın da kabul ettiğini belirttiği ve günlük yaşamda soyut kavramlara dönüştürülen temel haklar arasında yer alan düşünce ve ifadeyi açıklama özgürlüğü, mülkiyet hakkı, kişi dokunulmazlığı gibi hakları kullandığımızda/ istediğimizde başımıza neler geldiğini yaşıyoruz. fakat burada mülkiyet hakkı içinde yer alan çalışanların maaş, tazminat vb. haklarını da içeren hakların bile göstere göstere çiğnendiği onlarca örnek olay karşımızda duruyorsa, en basit kapitalist ilişki biçimi olan emek karşılığı ücretleri bile gasp edilenler yoksuldur…
insan toplumsal bir canlıdır aynı zamanda. aile, dostlar, arkadaşlar, kendini ait saydığı düşünsel/ sosyal gruplarla etkileşim içinde olmak ister. kısmen örgütlenmeyi de içeren bu etkileşim içinde bulunma isteğine ekonomik, yasal, karşıt toplumsal gruplar tarafından engel olunanlar yoksuldur…
çalışmak zorunlu olmakla birlikte gerektiği kadar ve insanın bireysel varlığını yok etmeyecek biçimde olmalıdır. kapitalist sömürünün bir sonucu olarak çalışırken kendine ve ailesine yetecek gelire sahip olamayan milyonlarca insan emekli olduktan sonra da ek gelir için ve yine zorunlu olarak çalışmak zorunda kalması olağan mıdır? ömrü çalışmakla geçen ve yıllar önce emeklilik yaşanın yükseltilmesi sırasında söylenen “mezarda emeklilik” kavramında vurgulanan ölünceye kadar çalışmak zorunda kalanlar yoksuldur…
bu noktaya kadar yazdıklarım abartılı gelmiş olabilir. fakat birey olarak var olabilmek, mutlu olabilmek, makine değil etten, kemikten, duygu ve düşünceden ibaret canlı olmanın gereği olanları yaşayabilmek için bunları istemek, almak zorundayız… bir şiirle bitireyim…
yaşamak
yaşamak/ iki yanı keskin bıçak
tanığıyız yaşına eremeden ölen çocukların
yetişkinlerin emriyle başlayan
savaşlarda ölen çocukların ve kadınların
ve barışta inat edenlerin ölümünün tanığıyız
yaşamak / aldığımız soluğun utancı
sustuğumuz silah sesi
susuzluğun yangını
ve çaresiz anaların çığlığı
yaşamak iki yanı keskin bıçak
sevinemezsin yolu yarıladığına
yoksulsan, ücretli köleysen
ve tutsaksan yazgına
ölüm kol gezer/ ölüm çocuklara
ölüm kadınlara ve yoksullara
tanığıyız ve sanığı
ölüm bana / ölüm sana