Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Yoksulluk, Açlık, Kıtlık

Türkiye sosyalist ve devrimci hareketlerinin geçmiş birikimleri bugünleri aşmaya yetecek deneyimleri taşımaktadır. Yapmamız gereken sahip olduğumuz birikimi bugüne uyarlayarak ortak bir mukavemet hattının inşası için adım atmamızdır.

Saray/AKP/MHP iktidarının içerde ve dışarda ideolojik, siyasi önceliklerine göre belirlediği, kendine (ideolojik, siyasi, askeri, kültürel) bir egemenlik alanı yaratmayı amaçlayan fakat gerçeklikten kopuk Yeni Osmanlıcı politikaları ve bu politikalar doğrultusundaki ekonomi yönetimi ve tercihleri nedeniyle 2018’den itibaren gerileyen ekonomi önce korona salgını, ardından Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla krize girdi.

Devleti neredeyse tümüyle ele geçiren iktidar adımlarını Yeni Osmanlıcı politikaları gözeterek attığı için önce komşu ülkelerle, ardından müttefik olarak bilinenlerle ilişkiler koptu. Ekonomik ve askeri olarak önemli ölçüde dışa bağımlı olmanın bir sonucu olarak da ilişkilerin koptuğu ülkelerle ticaret durdu; o ülkelerin sermayesi de Türkiye’ye gelmedi, başka nedenleri olmakla birlikte ABD, Kanada, İsveç, Suudi Arabistan, Mısır gibi bazı ülkeler de doğrudan veya dolaylı yaptırımlarla karşılık verdiler. 2022 yılı içerisinde Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail, son olarak Mısır’la başlatılan ilişkileri onarma girişimlerinin asıl nedeni de ekonominin tam anlamıyla dibe vurması, yabancı yatırımcıların gelmemesi, kolay kolay swap (takas) yoluyla bile döviz bulunamayacak noktaya gelinmiş olmasıdır.

Yılbaşından bu yana tüketim ürünlerine ve hizmetlere ardı ardına gelen zamlar sonrası ücretlilerin alım gücü hızla düşerken, işsizlik artarken Saray/AKP/MHP iktidarı üretimi ve istihdamı artıracak önlemleri almadığı gibi yirmi yıldır olduğu gibi kaynakları inşaat sektörü başta olmak üzere rant alanlarına aktarma tercihini sürdürüyor. Kısa vadeli olarak görüntüyü kurtarmaya ve seçimleri almaya odaklanmış olan iktidar ülkenin geleceğini de yok edecek politikalar da ısrar ederek tercihinin emekçilerden, işsizlerden, çiftçilerden yana olmadığını göstermiş oluyor.

Bu koşullarda geniş halk kesimleri günlük yaşamlarını sürdürebilmek için temel ihtiyaçlarından tasarrufa yönelirken, ancak borçlanarak yarına çıkabilmektedir. Örneğin Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu verilerine göre geçtiğimiz hafta kredi ve kredi kartı son bir haftada 132 milyar TL artmış durumda. Yine aynı verilere göre halkın bankalara borcu 5 trilyon 776 milyar TL’ye çıkarken 160 milyar TL dolayında borç ise takibe düşmüş durumdadır. 24 Mayıs 2021 tarihli ‘Çürüme ve Çöküş Her Alanda’ başlıklı değerlendirmemizde; “Ülkemizde de 11 milyona yakın işsiz (kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin yardımı alanlar hariç), açlık sınırının altındaki asgari ücretle çalışan milyonlarca insan, 22 milyon icra dosyası ve iflas kararları ötelendiği için açık görünen fakat fiilen batmış milyonlarca işyeri düşünüldüğünce önümüzdeki dönemde çok daha büyük bir yıkım, yoksullaşmayla karşı karşıya kalacağız.” demiştik. Mayıs ayı itibariyle icra dosyası sayısı 23 milyon 500 bini geçti. Yalnızca 2022 ocak ayından bu yana 2,5 milyon yeni icra dosyası açıldığı düşünülürse günü kurtarıp yarına çıkabilmek için kredi kullanan halkın geleceğinin yok olduğu görülmektedir.

Bu ekonomik koşullarda iktidar mülk alan, Bireysel Emeklilik Sistemi’ne giren yabancılara yurttaşlık satarak, ihracat yapan firmaların döviz cinsi gelirlerinin %40’ını TL’ye çevirme, bankaların döviz tevdiat hesaplarının %20’sini TL’ye çevirme, bankalardaki döviz cinsi mevduatların TL’ye geçmesi için Kur Korumalı Mevduat gibi uygulamalarla yaşanan döviz sorununu ve krizi geçici de olsa aşmaya çalışıyor. Bu arada halkın elindeki son birikimleri de almak için düşük faizli denilerek yeni konut projelerinin reklamları yapılıyor. Günlük gereksinimlerini kredi kartıyla gidermeye çalışan yurttaşlar konut için de kredi kullanarak ev sahibi olmaya çalışıyor. Fakat son verilere göre ödenemeyen kredi borçları nedeniyle 2,5 milyon konuta bankalar el koymuş duruma.

Tüm veriler ve toplum olarak yaşadığımız gerçeklik Saray/AKP/MHP iktidarının gayet bilinçli bir biçimde yoksuldan zengine bir servet transferi yaptığıdır. Nüfusun %90’ının toplam gelirin 68,5’ini %10’un ise gelirin %31,5’unu aldığı göz önünde tutulduğunda sözünü ettiğimiz servet transferinin boyutları daha net görülecektir. Yaşanan gelişmelere bağlı olarak iflasların artacağı, bazı sektörlerde daralmanın ve işten çıkarmaların yaşanacağı kesindir. Geçmiş kriz dönemlerinde ücretlilere dayatılan ücretlerin dondurulması veya aşağı çekilmesi, ücretsiz izine çıkarılma, yarı zamanlı çalıştırma gibi uygulamaların gündeme gelme olasılığı yüksektir. Bu koşullarda önümüzdeki günlerde yeni toplumsal hareketlerin, yeni grevlerin, ‘geçinemiyoruz’, ‘barınamıyoruz’ şeklinde açığa çıkan tepkilerin yaşanma ve artma olasılığı da çok yüksektir. Devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olanların tüm bunları görerek yarına hazırlanmak gibi bir sorumluluğu var.

Siyaset yapmanın, siyasete müdahil almanın yalnızca iktidar karşıtı olmaktan ibaret olmadığı gerçeğiyle sorunların ve çözümlerin de konuşulduğu, ortaklaştırıldığı bir siyaset tarzını hayata geçirmek zorundayız. bu siyaset tarzı aynı zamanda Saray/AKP/MHP iktidarının dini, milli, geleneksel değerleri de kullanarak aratmaya çalıştığı hegemonyayı da aşmayı ağlayacaktır. CHP’nin Maltepe’de yaptığı Milletin Sesi mitinginde ev işçisi, atık kağıt toplayıcısı, bulaşıkçı gibi ekonomik ve sosyal olarak en alttakilere, Gezi Direnişi’ni temsilen Meriç Demir Kahraman’a söz verilmesi anlamlı olmakla birlikte; seçimlere kadar beklenilmesi, sokaktan uzak durulması yönündeki tavrın terk edilmesi gerektiğini vurgulamak gerekiyor. İktidarın yarattığı hegemonyanın kırılmasının bir yolu her alanda muhalefetin yükseltilip görünür kılınması ise bir başka yolu da sandığa, seçime indirgenmiş demokrasi, özgürlük kavramının reddedilmesidir. 06.9.2021 tarihli, ‘Büyüme Değil Büyüklenme’ başlıklı yazımızda vurgu yapmıştık; “Dünyanın birçok yerinde yaşanan geçmiş deneyimler benzer koşullarda sosyalistlerin, devrimcilerin, komünist ve demokratların doğru yer ve zamanda, gerekli hamleleri yapmadıklarında faşizmin, gericiliğin güç kazandığını göstermektedir.”

Yukarıda da belirttiğimiz bu gelişmeler yaşanırken iktidar ilişkileri düzelterek kaynak bulma girişimlerinden sonuç alamamış görünüyor. Suudi Arabistan’la 15 milyar dolar kadar bir swap anlaşması uman iktidar bunun (şu an) gerçekleşmemesi üzerine Maliye Bakanı’nı Mısır’a göndererek Arap ülkelerine yeni mesajlar vermeye çalışacak. Bu arada Tayyip Erdoğan BAE ve Suudi Arabistan ile yaşanan gerginlikleri aile içi patırtı kütürtüye benzetti ve BAE’ne yönelik olarak yaptığı açıklamalar nedeniyle AKP Grup Başkan Vekili Cahit Özkan’ı görevden aldı. Ancak bu hamlelerin şimdilik çözüm olmadığı, Arap ülkeleriyle ilişkilerde Suriye, Libya başta olmak üzere İslam coğrafyası üzerindeki nüfuz mücadelesinin belirleyici olacağı açıktır.

İktidarın 2023- 2053- 2071 gibi sembol tarihlere atıf yaparak bir yandan dinsel, bir yandaş milliyetçi hayaller üzerinden seçmenlerini bir arada tutmaya, Kürtler başta olmak üzere kadınlar ve genel olarak muhalifler üzerinde kurmaya çalıştığı etnik, cinsiyetçi, dinsel baskılara ve yaşanan gerçekliği gizleme çabalarına karşı her alanda muhalefeti ortaklaştırmak ve iktidarın kullandığı hassasiyetleri yaşanan gerçeklikle işlevsiz duruma getirmek için gerekli uygun dili ve araçları yaratmak mümkündür. Türkiye sosyalist ve devrimci hareketlerinin geçmiş birikimleri bugünleri aşmaya yetecek deneyimleri taşımaktadır. Yapmamız gereken sahip olduğumuz birikimi bugüne uyarlayarak ortak bir mukavemet hattının inşası için adım atmamızdır.

Görünen odur ki iktidar gerilimi yükseltmek için her imkanı kullanacak, hatta kendisine yeni imkanlar, bahaneler yaratacaktır. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki festivalde 70 öğrencinin gözaltına alınıp serbest bırakılması, Diyarbakır’da HDP Gençlik Meclisi üyesi gençlerin gözaltına alınması, kadınların giyim kuşamı üzerinden tartışma başlatılması, en küçük muhalif eylemlerin bile yasaklanması, HDP’ye kapatma davası, muhalefetin dış güçlerle, terörle ilişkiliymiş gibi gösterilmesi iktidarın hukuksuzluğu ve yalanı sıradanlaştırdığını da gösteriyor. Bu koşullarda muhaliflerin, devrimcilerin, sosyalistlerin, yaşam savunucularının yapması gereken iktidarın hukuksuzlukları ve yalanları karşısında sokağı, hukuksuzlukla, açlıkla, yoksullukla boğuşan halkı örgütlemek ve bu düzenin değişebileceğine ikna etmektir.

GIDA KRİZİ

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve sonrasında yaşanan gelişmeler tüm dünyada gıda ve enerji fiyatlarının artmasını beraberinde getirdi. Başını ABD ve NATO’nun çektiği blok Rusya’ya arşı uluslararası yaptırımları zorlarken Rusya’nın da benzer biçimde karşılık vermesi gıda krizi riskini beraberinde getirdi. Ukrayna’nın Karadeniz kıyılarını abluka altına alan Rusya bu yolla Ukrayna’nın deniz yoluyla ihracatını da engellemiş oldu.

Dünya’nın en büyük tahıl, üreticilerinden biri olan Ukrayna’nın ürettiği tahılı ülke dışına çıkaramaması alıcı durumundaki ülkelerde gıda krizi riskini beraberinde getirdi. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı Rusya’ya limanları açma çağrısı yaparken ‘kıtlık ve kitlesel’ göçler olabileceği vurgusu yaptı. Bu kapsamda ikinci büyük tahıl üreticisi Hindistan’ın tahıl ihracatına getirdiği yasak da eklendiğinde gıda krizinin küresel düzeyde açlık yaşanmasına, gıda fiyatlarının yükselmesine yol açacağını söylemek mümkündür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Rusya kendisine yönelik yaptırımlara doğrudan karşılık veriyor. Nitekim Rusya BM’ye verdiği yanıtta yaptırımların, ABD ve AB’nin serbest ticarete müdahalesinin gözden geçirilmesi gerektiğini belirtti.

1980’lerden sonra özelleştirme ve küreselleşme politikalarının savunulması için; devletlerin sermayenin işleyişine/ piyasaya müdahale etmemesi, devletin ticaret alanlarından çekilmesi propagandasının bugün Rusya tarafından hatırlatılıyor. Elbette bunun bir söylem olduğu açıktır, fakat belirttiğimiz gibi Rusya karşılık vermekte tereddüt etmeyeceğini de gösteriyor. Daha önce de ruble ile öde yapmayan ülke ve şirketlere gaz ve petrol satmayacağını açıklayan Rusya bu doğrultuda Polonya ve Bulgaristan’a gaz sevkiyatını durdurmuştu. Geçtiğimiz hafta Finlandiya’ya da gaz sevkiyatını durdurduğunu açıkladı. Bu kapsamda birçok tedarikçi şirketin ruble ile ödeme yapmak için hesap açmaları ardından Rus rublesi değer kazanmaya başladı.  Küresel gıda krizi, açlık ve kitlesel göç tartışmalarının yaşandığı aynı günlerde Çin BRICS ülkelerine güvenlik topluluğu kurma çağrısı yaparak ABD’nin Rusya’yı gerekçe yaparak dünyayı biçimlendirmesine karşı hamlelerle yanıt vereceğini göstermiş oldu.

Tüm bu tartışmalarda Türkiye’nin NATO’ya üye olmak isteyen Finlandiya ve İsveç’i veto edeceğine yönelik söylemleriyle birlikte önümüzdeki yıl Akkuyu Nükleer Santralı’nın bir ünitesinin devreye alınacağı, ithal edilen doğalgazın %50’sinin Rusya’dan karşılanması nedeniyle Rusya’nın stratejik özelliğine vurgu yapılması iktidarın batı karşısında pazarlık yapma, Rusya’ya karşı ambargolara katılmama isteği olarak okunabilir. Bu kapsamda ABD’nin uyguladığı CATTSA yaptırımlarının kaldırılması, F-35 projesine dahil olma isteği, İsveç’in uyguladığı silah ambargosunun kaldırılması gibi talepler açıkça belirtiliyor. Eş zamanlı olarak İngiltere ve Kanada’nın Türkiye’ye uyguladığı savunma sanayine yönelik yaptırımları kaldırıldığının açıklanması benzer gelişmelerin süreceğini göstermektedir.

Saray/AKP/MHP iktidarının dışardaki bu gelişmeleri zafer edasıyla iç siyasette kullanacağı açıktır. İçerde yaşanan siyasi, ekonomik krizi gözlerden kaçırmak ve yoksulluğu, açlığı, baskıları, hukuksuzluğu tartışmanın önüne geçmek için dini ve milli değerler ile dış siyaseti sürekli gündemde tutmaya çalışacaklarını görüyoruz. En başta belirttiğimiz yoksuldan zengine servet transfer etmek için uygulanan politikalar ve dünyada yaşanan gelişmelerin de etkisiyle her güne zamlarla ve daha da yoksullaşarak başlıyoruz. Enflasyonun kontrolden çıktığı, iktidarın enflasyonu önemsemediği dikkate alındığında önümüzdeki yılların da günü kurtarmak ve seçim almak uğruna kurban edildiği açıktır.

Dolayısıyla bugün verilen ve verilecek olan mücadele yarının olduğu kadar gelecek yılların da kurtarılması mücadelesidir. Ülke kaynaklarının verimli biçimde kullanılması, üretimin artırılması, gelirin adil olarak bölüşülmesi üzerine kurulacak bir toplumsal muhalefetin, bir mukavemet hattının kurulması yalnızca iktidardan kurtulmak için değil, geleceği birlikte kurmak için de zorunlu olduğunu açıktır.

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi