Toplumun emek gücüyle hayatını idame ettiren tüm kesimlerinde yoksulluğun daha da derinlemesine hissedildiği günlerden geçiyoruz. Diğer taraftan yeni dünya düzeni, neoliberal politikalar yeni yoksulluk kavramları da ortaya çıkardı. Yoksullaşmaya dönük geçici çözüm olarak görülen “sosyal yardımları” Dr. Öğretim Üyesi Denizcan Kutlu ile sosyal yardımlar ve yoksulluğu konuştuk.
Söyleşimizin genel çerçevesini tanımlayacak olursak, sizinle, yoksulluk bahsinde en çok gündeme gelen bir diğer konu olan “sosyal yardımlar”ı; yoksulluğun sosyal yardımlar bağlamındaki boyutunu konuşmak istiyoruz. Bu nedenle ilk soruya “sosyal yardım ve yoksulluk arasında nasıl bir ilişki olduğunu” sormakla başlamak istiyorum.
Sosyal yardımlar ve yoksulluk aslında iç içe konular. Belki yoksulluğu konuştuğumuz her durumda sosyal yardımlardan söz etmeyiz; ama sosyal yardımları konuştuğumuz anda yoksulluğa bir biçimde temas ediyoruz demektir. Nihayetinde sosyal yardımlar, yoksulluğun kavramsal ve olgusal dünyası içerisinde bir anlam taşıyor.
Sosyal yardımlar dediğimizde, bir düzenlemeden, politikadan ve esas olarak da bir sosyal politika aracından söz etmiş oluyoruz. Yoksullukla mücadelenin devletin yükümlülükleri arasında tanımlanması, yoksulluk, yoksullar ve yoksul yardımları arasındaki nesnel ve tarihsel ilişkiyi, kamu politikaları düzeyinde yeniden üretmiştir. Bu temelde yoksulluğun azaltılmasına ilişkin getirilen yükümlülükler, devlete yoksulun kim olduğu ile ilgili ölçüt getirme, bu ölçütler ışığında yoksulu belirleme, yoksullara yardım götürecek idari teşkilatı kurma, yardımı yapma ve yardım alanları izleme yetkisi ve görevi vermektedir. Yardıma başvuran yoksulların, yoksul olduklarını ispat etme testlerine tabi tutulmaları ise, madalyonun diğer yüzünde yer alan ve günümüzde sosyal yurttaşlığı derinden tahrip eden bir olgu olarak da not edilmelidir.
Devletlerin, sosyal yardımların nasıl düzenleneceğinin belirlemesinde, yoksulluk önemli bir yere sahip. Bu konuda devletler genelde, kimin yoksul olup olmadığı ve bu temelde sosyal yardımları hak eden ve etmeyen yoksul şeklinde bir ayrıma başvuruyorlar. Kim yoksul sorusu burada çok önemli. Çünkü devletler bu soru ve bu soruya verilen yanıtla sadece sosyal yardımları değil, aynı zamanda işgücü piyasasına katılacak nüfusu düzenlemeye ilişkin de kimi müdahalelerde bulunmuş oluyorlar. Özellikle de yardımı çalışamayacak durumdaki en yoksul nüfusla sınırlandırma eğilimlerinin yeniden ve güçlü bir biçimde baş gösterdiği günümüzde… Bu nedenle, emek gücünün oluşumu ve satışı, işçileşmenin yaygınlaşması ve ücretli çalışma dışındaki geçim yollarının kapatılması bakımından, yoksulun belirlenmesi ve yardım uygulamaları arasında güçlü bağlar var. Böylelikle devlet ve yoksulluk ilişkisi, sosyal yardımları bir yönüyle dışlayan bir yönüyle de içeren bir ilişki.
Yardım ile istihdam arasındaki bu bağlar aynı zamanda, sosyal yardımların temel ilke ve özelliklerini de belirliyor. Bunlar arasında, sosyal güvenlik sistemini, primli rejimi ve sistemin açıklarını ve ücreti tamamlaması, sosyal sigorta modelinin ulaşamadığı kesimlere ulaşması, en son çare olarak kabul edilmesi, ihtiyaç tespiti süreçlerine ve ölçütlerine dayanması, mümkün olan en kısa süresi ile düşük miktarlarda ödemeler yapılması ve kişileri kendi kendine yeter hale getirmeye çalışması, çalışmaya özendirmesi bunlar arasında öncelikli olarak sayılabilir. Diğer taraftan hâkim yaklaşımlar, yoksulu ve sosyal yardım alacak potansiyel nüfusu bir biçimde çalışma yaşamına katılım temelinde kavrama eğiliminde. Bu nedenle, istihdama katılabilenleri yoksulluğun ve sosyal yardımların kapsamından çıkartma yönünde politikalar belirleniyor. Bu yaklaşımın gözlerini neoliberal dünyanın çalışan yoksulluğu gerçeğine sıkı sıkıya kapattığını belirtmek gerekir. Bu anlamda, ticari kapitalizmin ilk dönemlerinde belirginleşen endüstriyel kapitalizmle daha da pekişen yoksulların ne koşulda olursa olsun mutlaka işçileştirilmesi gerektiği yönündeki yaklaşımın bugün de güçlü bir biçimde varlığını koruduğunu ifade etmek gerekir.
Pandemi sürecinde yoksulluk daha geniş kitlelere yayılarak derinleşti. Kamunun yürüttüğü sosyal yardım çalışmalarının Türkiye ile dünya arasındaki farkları neler?
Pandemi sürecinde Arjantin, Kolombiya, Brezilya, Peru, Bolivya, Jamaika, El Salvador gibi Latin Amerika ve Singapur, Tayvan, Güney Kore, Endonezya, Hindistan, Hong Kong gibi Asya ülkelerinde sosyal yardımların ağırlıklı politika tercihi olarak belirlendiği görüldü. Bu ülkelerde sosyal yardım alanlara, belirli bir gelirin altındaki hanelere, yaşlılara, özellikle beslenme ve çocuk bakımı temelinde çocuklara, engellilere, çalışan yoksullara ve Covid-19’dan etkilenenlere dönük kimi yeni düzenlemeler getirildi. Doğrudan Covid-19’dan etkilenenlere yönelen sosyal yardımlar görece daha düşük bir paya sahip olurken, yararlanıcıların kapsamını artıran ve yeni sosyal yardım alan haneler yaratan politika ve programlar benimsendi. Türkiye; Arjantin, Kolombiya, Hong Kong, Ürdün, Malezya ve Peru ile halihazırda yardım alan hanelere ve yardım almasa da belirli bir gelirin altında kalmış hanelere ek nakit yardımlar yapan ülkeler arasında yer aldı. Amerika, İngiltere, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda gibi liberal ve İspanya, Portekiz ve kimi yaklaşımlarda İtalya’nın da aralarında bulunduğu Güney Avrupa refah rejimlerine sahip ülkelerde de ek sosyal yardımlar yapıldı. Öte yandan, Almanya, Fransa ve İsviçre gibi Kıta Avrupası; İsveç, Danimarka ve Hollanda’nın dahil edildiği İskandinav refah rejimine sahip ülkelerde ise yardım türü politikalar üretilmediği, sosyal sigortalar ve işgücü piyasası kurumlarına dönük güçlendirmelere ağırlık verildiği göze çarptı.
Sosyal yardım bahsinin önemli bir diğer mekanizması ise özel kuruluşların, AB fonları ya da kendi gönüllü destekçileriyle yürüttüğü sosyal yardım kurumları… Bunların en popülerlerinin başında AHBAP adlı dernek geliyor. Bu kurumlar devletin yoksulluk ile mücadelede (!) ne ölçüde yükünü alıyor?
Sosyal yardımların Yoksul Yasalarından sosyal yardım hakkına ve günümüz yoksulluğu azaltma stratejilerine uzanan bir tarihi var. Bu tarih içinde, yoksul yardımları dağınık programlardan daha bütüncül ve karmaşık programlara, uygulamanın idaresi yerelden merkezileşmeye doğru evrildi. Diğer yandan ilk dönem yoksul yardımlarında görülen bireysel ve ahlakî sorumluluklara ve hayırseverliğe dayalı anlayışların, yerini kamusal yükümlülüklere ve sosyal haklara bıraktığını görüyoruz. Kapitalizmin neoliberal evresinde, 20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar uzanan bu kapsamlı evrimin son derece hızlı bir biçimde, başta Dünya Bankası olmak üzere hemen tüm küresel kapitalist aktörler eliyle, hegemonik bir yoksulluk gündemi altında tersine çevrildiğini söylemek mümkün. Bu süreçte, sosyal politikaların kamu merkezli düzenlenmesi neo-liberal bir dönüşüme tabi tutuldu ve ortaya çıkan boşluğu özel sektör, dernek ve vakıfların, inanç temelli ve hayırsever kuruluşların doldurması öngörüldü.
Bu dönüşümün önemli halklarından biri de devlet ve hükümet dışı kuruluşlara, devlete sosyal hakları güçlendirme yönünde baskı yapma rollerinin geri plana itilerek, hatta tamamen silinerek, sadece devletin yükümlülüklerini hafifletme ve sorunuzda belirttiğiniz gibi yükünü alma işlevinin yüklenmiş olmasıydı. Bu nedenle, evet, bu tür kuruluşların devletlerin güvence koruma yükümlülüklerini gevşettiğini, bütünüyle olmasa da belirli ölçülerde bu yükü aldıklarını söyleyebiliriz.
Ancak günümüz Türkiye’sinde eleştiri oklarını AHBAP, vb. organizasyonlara yöneltmenin de çok anlamlı olmadığı görüşündeyim. Sosyal politikaların ve sosyal hakların güçlendirilmesi başka bir mücadelenin konusudur. Söylenebilecek olan, devlet dışı yardımlaşma ve refah yaratma ilişkilerinin genelleştirilebilir bir niteliğe sahip olmadığıdır. Oysa tarihsel gelişimi itibarıyla refaha erişim, başta emekçiler ve yoksullar olmak üzere herkesi ilgilendiren ve modern yurttaşlık kurumuyla varlık kazanmış olan bir konu. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu devlet dışı kuruluşların faaliyetleri, devlet ve yurttaşlar arasındaki ilişkide olduğu gibi bir yükümlülükler alanı yaratmamıştır. Sorunuzun sınırları içerisinde baktığımızda, önemli olan bu yükümlülükler alanının öznesi olan devletin sosyal niteliklerinin güçlendirilmesi yönünde verilecek mücadelelerdir. Tabii bu mücadele, Marx’a göre işçi sınıfının atmak zorunda olduğu ilk adım olan ekonomik mücadelenin ve sosyal politikalarla korunmanın ötesine geçen bir siyasallaşma düzlemine de taşınabilir.
Sol sosyalist hareketlerin de kimi dayanışma çalışmaları mevcut, bu alanda yardım değil daha çok dayanışma ifadesi kullanılmakta. Solun dayanışma pratikleri sosyal yardım olarak mı değerlendirilmelidir?
Sosyal politika disiplininin terim içeriği itibarıyla ele aldığımızda sosyal yardımları, ağırlıklı olarak devlet merkezli bir uygulama olarak değerlendirmek gerekir. Ayrıca özel kuruluşlar ya da kişi merkezli uygulamalar da geniş bir yorumla belki dahil edilebilir. Ancak hangi aktör eliyle gerçekleşirse gerçekleşsin, sosyal yardımların, az önce ifade etmeye çalıştığım kimin yoksul olduğuna tek taraflı bir biçimde karar verilmesi ve ardından da yardım edilecek yoksulun belirlenmesi süreçlerine de dayanan hiyerarşik bir doğası vardır. Bu yönüyle dikey ilişkileri barındırır. Bu yapıya bir de günümüzde toplumumuzda sıkça rastladığımız, yardım verme görselliklerini içeren, yer yer şova dayalı, gösterişçi, propagandist ögeler eklendiğinde ayrım daha da netleşmiş olur. Bu anlamda solun kısıtlı olanak ve erişim kanallarıyla yapabildiklerini, biçimsel olarak terim içeriğiyle sosyal yardımlar etrafında tanımlamanın güçlükleri bir yana, içerik olarak yatay ve kolektif ruh ve ilişkilere dayandığı için de dayanışma olarak adlandırmak çok daha isabetli olacaktır. Bu bir dışardan adlandırma da değildir. Kavram dağarcığı bakımından ele aldığımızda da yardım yerine dayanışma, solun düşünce ve pratik evrenine çok daha uygun. Bu arada, burjuvazinin ve zenginlerin, temelinde sömürü ilişkilerine dayanan, bu anlamda emekçi sınıflardan alınanların sadece kırıntılarının seçmeci bir iadesi olarak yorumlayabildiğim medyatik ve magazinel hayırseverlik gösterilerini karşılaştırmak dahi istemem.
Daha geniş bir çerçeveden değerlendirecek olursak, sistem içi bir sorun olarak yoksulluğa karşı sosyal yardım çalışmalarının, sistemin sürdürebilirliği açısından nasıl bir etki yarattığı söylenebilir?
Sanıyorum iki yönlü bir etki yarattığı düşünülebilir. İlk olarak, sadece sosyal yardımlar değil, bir bütün olarak sosyal politikaların sistemin sürdürülmesi açısından bir işlevi olduğu ileri sürülebilir. Kapitalist sistem doğal olarak, ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamın içerisindeki pek çok şeyi olduğu gibi, sistem içi koruma ve güvence mekanizmalarını da bir biçimde kendi devamlılığı açısından kullanma eğiliminde olmuştur. Ama bu demek değil ki, sosyal politikalara karşı çıkacağız. Sosyal politikalar ve sosyal haklar güçlü bir biçimde savunulmalı.
İkinci olarak, yoksulluk sorunu iktidarlarca tarihsel kapitalizmin hiçbir döneminde “yoksullar sorunu”ndan bağımsız olarak düşünülmedi. Yoksullarınsa burada, öncelikle sistem karşıtı siyasallaşma potansiyelleri bakımından iktidarların ilgisini çektiğini söyleyebiliriz. Yoksulluk sorunu, tarihte ve bugün yedek işgücü ordusu temelinde işçi sınıfının özellikle belirli kesimlerinin yoksullaşması eğilimi biçiminde açığa çıkmıştır ve sistem dışı siyasal ve sosyal hareketlerin kitle tabanını besleme potansiyeli nedeniyle, özel bir ilginin alanı olmuştur.
Yoksulluk sorununun siyasallaşmasına ilişkin kaygılar ise, hemen yanı başındaki toplumsal sınıf gerçekliği ile birleşmesine dayanır. Bu anlamda, yoksulluk sorununun sınıfsal temelleri sürekli olarak gözden uzak tutulmaya çalışılır. Burada bir yandan yoksulların en geniş anlamda işçi sınıfının bir parçası olduğu gerçeği saklanırken diğer yandan da kapitalist sınıfın varoluşuyla doğrudan ilişkili olduğu yadsınır. Bu nedenle, yoksulluk sorunu ve yoksullar, bir gelir düzeyi, istatistik, yardım edilmeyi bekleyen muhtaçlar, bazen salt bir kimlik, bazense daha lanetli biçimlerde tembel ve oy deposu muamelesi görür. Tüm bu muamelelere reva görülen yoksullar için öngörülen en geçerli araç ise sosyal yardımlar olagelmiştir.
Ancak burada altı çizilmesi gereken konu şudur ki; sosyal yardımlar asla sadece yoksulluğun azaltılmasından ibaret bir araç olarak görülemez; aynı zamanda sınıf temelinde karşı siyasallaşma dinamiklerini körelten sonuçları da içerir. Burada artık, bizatihi sosyal yardımla kontrol altına alma yönündeki niyetlerden söz edilebilir. Bu anlamda sosyal yardımlar, tüm sosyal politika araçları içerisinde disipline edici eğilimleri daha güçlü bir biçimde barındıran bir konumda olabilir. Nitekim, toplumsal ayaklanma ve isyanların çıktığı evrelerde sosyal yardımların artışını kanıtlayan çalışmalar vardır. Şüphesiz, tüm bu söylenenler ülkelere ve döneme göre değişebilmekle birlikte, kitlelerin sosyal yardımla kontrol altına alınabilir bir nitelik taşıyıp taşımadığı ile de yakından ilgilidir.
Son olarak sosyal yardımlar yoksulluk sorununu çözer mi? Neden ve nasıl?
Sosyal yardımların yoksulluk sorunu çözebildiğini söyleyebilmek için tarihsel gözlemler ve kanıtlarla birlikte konuşmak gerekir. Gerek tarih boyutlu bilgilerimiz gerekse güncel çalışmalar, dünyada ve Türkiye’de sosyal yardımların yoksulluk üzerindeki giderici etkilerinin kısıtlı kaldığını ortaya koyuyor. Ancak ben yoksulluk sorununun ortadan kaldırılmasını, yardım programlarıyla açıklama eğiliminde değilim. Sosyal yardımlar şüphesiz yapılmalıdır. Burada dikkat çekilmesi gereken konu, kapitalizmin sosyal eşitsizliklerin azaldığı dönemlerde de bu eşitlik eğilimlerini bozacak güç ve ilişkileri temelden barındırıyor olmasıdır. Bu anlamda, yoksulluk sorununu da azaltmayı olduğu kadar artıran dinamikler nesnel olarak vardır.