Pazartesi, Aralık 23, 2024
spot_img

Yeter Acılar Üzerinde Tepindiğiniz

Gerçekte her şey çok açık; devletin en yetkili yöneticileri ‘en güvenli ocak’, ‘mesleğin fıtratında var’ dedikten sonra hangi müfettiş, hangi savcı, yargıç suçlulara ulaşabilir ki?

Amasra’da sebep olunan iş cinayeti sonrası en yetkilisinden en sıradanına kadar herkes olay yerine gitti… bu yazı yazıldığı sıralarda bir kısmı olay yerinde kalırken bir kısmı ‘türban açılımı’, bir kısmı ‘Alevi açılımı’, bir kısmı sermayeye sağlanacak yeni aflar vb. çok önemli işleri için çalışmaya aşladılar…

sayı olarak 41 fazla bir anlam ifade etmiyor… fakat 41 can, bu canların anne babaları, eşleri/ sevgilileri, çocukları, akrabaları, arkadaşları, hesapsız kitapsız insan yaşamını savunanlar birlikte düşünüldüğünde ortaya çıkan tabloyu gözlerinizin önüne getirmeye çalışın… resmi verilere göre Zonguldak Kömür Havzası olarak adlandırılan Zonguldak, Bartın ve Kastamonu’nun bir kısmını da içine alan bölgede bugüne kadar 5.000’den fazla insan ölmüş, öldürülmüş…

1940’lara kadar ölenlerin içinde Anadolu’nun gayri müslim yurttaşlarıyla birlikte Avrupalı maden şirketlerinin çalışanları da var. Zonguldak’taki madenci anıtında adları bronz levhalara yazılı olan 5.000’den fazla ölümün kente öğrettiği nedir acaba? ya da Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet sonrası 1940- 1948 yılları arasında uygulanan mükellefiyetin (zorunlu çalışma uygulamalarının) kent hafızasında nasıl yer aldığını, bugüne neler aktarıldığını biliyor muyuz? fakat yönetenler biliyor…

sizi tarihi bilgilere boğacak değilim… ancak bunların bilinmesi gerekiyor. 10 yıl kadar önce mükellefiyet döneminde madende çalışmış bir kişiyle söyleşi yapmak istediğimde ‘benim başımı jandarmayla belaya koymayın’ demişti ki bu insan 90 yaşına gelmişti. örneğin 1965 Kozlu olayları olarak bilinen (unutturulmaya çalışılan) madenci isyanında Zonguldak’ın askerler tarafından karadan ve denizden kuşatıldığını, üzerinde uçaklar uçurulduğunu kaç kişi bilir ki…? 1990 madenci grevi ve 1991 Ankara yürüyüşü sırasında kentin tüm giriş çıkışlarının kapatıldığını ve ülkeden yalıtılmaya çalışıldığını… bunları kimler, ne için yaptılar peki…?

Amasra’da 41 insan öldü/rüldü… ilk açılamayı AFAD yaptı ‘trafo patlaması’… sonra bakanlar grizu olabilir diyerek çalışanların akrabaları dahil toplumu hazırlamaya başladılar. sonra Cumhurbaşkanı ‘kaderin planından’ söz ederken, tüm yetkililer koro halinde Amasra’nın en donanımlı, güvenli ocaklardan biri olduğunu söylemeye başladılar. anımsıyor musunuz, Soma madenleri için de ‘Avrupa’nın en güvenli ocağı’ denildikten günler sonra 301 canın yaşamı çalınmıştı… Soma’daki madenci ailelerinin ve bir avuç duyarlı insanın çabalarıyla davalar izlenmiş, sorumluların cezalandırılması için savaşım verilmişti. sonra mahkemelere, hatta Yargıtay’a müdahale edilerek verilen cezalar bozulmuştu. Soma davasının vd. iş cinayeti davalarının önemli savunucuları arasında bulunan Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay tutuklanmıştı… 301 kişinin ölümünden sorumlu şirket ve kamu yöneticileri, görevini ihmal eden ilgiler serbest gezerken ‘bu insanların ölümünden kimler sorumlu?’ diye soran avukatlar tutuklu… sahi bu avukatlar kaç kişinin ölümünden sorumlu ki tutuklular?

gerçekte her şey çok açık; devletin en yetkili yöneticileri ‘en güvenli ocak’, ‘mesleğin fıtratında var’ dedikten sonra hangi müfettiş, hangi savcı, yargıç suçlulara ulaşabilir ki? ‘ocakta önlem alınmamış’ dese iktidar sahiplerine, ‘fıtrat değil’ dese Allah’a karşı çıkmış olacak; çünkü Saray rejimi ikili bir kuşatmayı bilerek, isteyerek, planlayarak geliştiriyor… şimdi Amasra’da ‘kaderin planı vardır’ diyerek tepkileri inanç üzerinden geçiştirmeye, rıza üretmeye çalışan iktidar üyeleri aynı anda bürokrasiye ve yargıya da sinyal veriyorlar, daha doğrusu sopa gösteriyorlar…

ölümleri sıradanlaştırmaya dönük bu açıklamaların en tehlikeli ve yeterince algılanmayan yanı; maden ve enerji şirketlerine yeni iş cinayetleri için açık çek niteliği taşıdığıdır. doğrudan Saray tarafından kader, fıtrat olarak nitelenmesi, davalara müdahale niteliğinde eylemler birlikte düşünüldüğünde maden ve enerji patronlarının (hatta tüm sermayenin) iş güvenliği ve işçi sağlığı yatırımlarına kaynak aktaracağına inanır mısınız?

zamanınız olursa Sayıştay’ın Amasra için hazırladığı denetim raporlarına bir bakın… orada bir rezalet göreceksiniz. özel maden şirketi Hattat Holdinge rödevansla verilen sahada sözleşme değişikliği, kamu kurumu olan Amasra Müessesesi’nin özel şirkete haksız kazanç sağladığı, işçi sayısındaki eksiklikler nedeniyle bakım ve onarımların yapılamadığı, alev sızdırmaz özellikte olması gereken elektrikli aletlerin bir kısmının bu özellikte olmadığı veya bu özelliğini yitirdiği, planlanan üretim ve norm kadronun çok altında işçi sayısıyla kazalara açık hale geldiği gibi yaşamsal nitelikte saptamalar yapmış…

Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) 170 yıllık bir madencilik deneyiminin üzerinde oturuyor. dolayısıyla kurum özerkliğini koruyabilse, görevlendirmelerde liyakate dikkat edilse, özel sektöre zemin hazırlama ve kamunun bile neo liberal mantıkla yönetilme anlayışından vazgeçilse bu acılar yaşanmaz… elbette cezasızlık en temel sorun ve sebep… sorumluları cezalandırılmayan her iş cinayeti bir sonrakini hazırlıyor ki bir de ‘fıtrat’, ‘kader’ olarak gösterme çabalarını ekleyince…

Amasra’daki katliam sonrası Maden Mühendisleri Odası erken uyarı bilgilerine erişemediğini açıkladı… barolar dahil gönüllü avukatlar düne kadar savcıyla görüşemediklerini açıkladılar; ve soruşturma tamamlanıncaya kadar asli sorumlu durumunda olanlar hala görevdeler ve kuruma giriş çıkışları bile önlenmiş değil (öyle ya ‘kader’, ‘fıtrat’)… bu çok önemli çünkü; örneğin erken uyarı sistemlerinin bağlı olduğu bilgisayar kayıtlarına müdahale edilebilir, noter tasdikli rapor defterleri yok edilebilir (bu arada yenisi doldurulur)… işletmedeki ilgili servislerin günlük iş planını gösteren (tertip) defterleri/ raporları değiştirilebilir… çok sayıda müdahale yolu var…

Çalışma Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, TTK müfettişleri bu arada neler yapıyordur bilmiyorum… fakat TTK Genel Müdürlüğü Sayıştay raporunu yalanlamakla, iktidar dini söylemler ve fiili uygulamalarla toplumu ölümlere alıştırmakla, yargıya ve bürokrasiye yol göstermekle meşgul. tek seçeneğimiz var; hep bir ağızdan ‘yeter üzerimizde tepindiğiniz’ diyerek ayağa kalkmak, kaderse, fıtratsa biz sıramızı savdık diyecek bir yaklaşımı görünür kılmak, örgütlemek…

(bir de not: bu ölümleri romantize edecek nitelikte söylemlerden kaçınmamız gerektiğini düşünüyorum… ne kadar iyi niyetli olursa olsun, ölümlerin hemen ardından, daha cenazeler orta yerdeyken madenci güzellemesi yapmak veya yüceltilmek çoğu zaman eğreti duruyor… toplu olarak ölmedikleri zaman sesini duymak, yanında olmak, yüceltmek daha insani diye düşünüyorum… yoksa aklıma hep ‘güzel öldüler’ sözü geliyor.

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar