Yeşil Kuşak Projesi’nin SSCB’yi Afganistan’da çöküşe sürüklediğini söylemek fazla iddialı ve Yeşil Kuşağın kabiliyetlerini abartmak olur. Zaten CIA bu komplosunu kurarken böyle bir hedef koymamıştı. Eğer SSCB Afganistan’da iktidarda olmasına rağmen sokaklarda üyeleri katledilmeye başlayan Demokratik Halk Partisi’nin yaptığı yardım çağrısına hızlı cevap verebilseydi hatta geç kalsa bile “Mücahitleri” küçümsemeyip önden Sibirya ve Leningrad’daki sürgün taburları yerine gerçek Kızıl Ordu’yu gönderseydi, Yeşil Kuşağın Afganistan düğümü gevşeyebilirdi. Çin’in alacağı tavrı görmek ve Hindistan’la görüşmek için oyalanıp sonra da Mücahitlerin üzerine düşük profilli birlikler göndererek, tıbbi bir benzetmeyle, aşılamış, böylece Yeşil Kuşağın militer yönünü cesaretlendirmiş, güçlendirmiş oldular.
90’lar boyunca, aynı dünya çapında sosyalist çevreler gibi emperyalist cephe de SSCB’nin tekrar toparlanabileceği ihtimalini göz önünde bulundurdu. 1998 Ruble Krizi adı verilen, Rusya’nın belini büken ve tekrar bir toparlanma niyeti varsa bile kabiliyetini kaybettiği yoksullaşma ve yozlaşma süreci Batı’da “Tek Kutuplu Dünya” tezlerini pekiştirdi. Üstüne Rusya’nın SSCB dağıldıktan sonra hem askeri hem ekonomik olarak büyük bir nükleer güç olarak bağımsızlaşan Ukrayna’yı siyasi ve kültürel olarak istikrarsızlaştırıp güçsüzleştirme konusunda Batı ile işbirliğini kabul etmesi, Rusya’nın düşmanlık potansiyelini sıfırladı. Resmi olarak 1 milyar gayr resmî tahminlere göre 10 milyar dolar harcanan Yeşil Kuşak projesi artık tamamen yürürlükten kaldırılabilirdi. Ancak bir süredir arpası kesildiği için zaten bağımsız hareket etmeye başlamış Tacikistan’da, Bosna’da, Somali’de özerk savaşan milyonlarca cihatçı ve selefiyi başıboş bırakmak; kariyerine Afganistan’da ABD kadrosu olarak başlayan ama SSCB ile savaş biter bitmez ABD’yi hedef alan bir eğilimi, Usame Bin Ladin’ciliği güçlendirecekti.
Yeşil Kuşak Projesinde en başından beri Brzezinski’nin sahadaki adamı olarak yer alan, İslam ülkeleri ve toplumları uzmanı Graham Fuller bir süredir resmi sorumluluklarından kurtulmuş olarak inisiyatif kullanıyordu. Bütün Yeşil Kuşak coğrafyasında beraber çalıştığı, okullar, dernekler, ticari işletmeler açmasına yardım ettiği Fettullah Gülen vasıtasıyla “Ilımlı İslam” projesini geliştirip CIA’ya kabul ettirdi.
Ilımlı İslam operasyonunun, yani Yeşil Kuşak projesinin revize edilmesi projesinin yüklenicisi olarak seçilen Fettullah Gülen, Yeşil Kuşak sürecinin aktif ve etkin bir aktörüydü. Türkiye sağının zeki ve becerikli unsurlarını teşkilatlandırabilmiş hatta yetkin unsurlar üretmeyi başarabilmişti. Filipinler’den Nijerya’ya kadar ekonomik, politik, kültürel ilişkiler ağı kurmuş olan bu teşkilat, okulları ile bu ülkelerde yönetici kadrolar yetiştiriyordu ve CIA faaliyetlerini de maskeliyordu. Türkiye dış ticaretine de pozitif katkı sunuyordu. Globalizm’in Türkiye’ye verdiği üretim biçiminde ve sektörlerde faaliyet gösteren firmalar bu ülkelerde ciddi ticari başarılar gerçekleştirdiler. Buradaki önemli husus, Türkiye ticaretinin yükselmesine rağmen, ABD ve AB aleyhine değil, tam uyumlu biçimde, onları da yükselterek yükselmesidir. Yani, Türkiye’de üretim yapıp Malezya’ya satış yapan firma ülkesinde ileri teknoloji yatırımı asla yapmaz. Bu konuda Almanya’nın, İtalya’nın, İngiltere’nin müşterisidir. Bu yüksek teknolojiyi satın alabilecek kadar bile potansiyeli olmayan Müslüman ülkeler Türkiye aracılığıyla Batı’ya müşteri yapılmaktadır. Tam bir taşeronluk durumudur. Ancak, kapitalizm sürekli krizine, SSCB’nin dağılması ile 10 yıl kadar can suyu bulmuş olsa da, bu can suyu tükenmiştir ve emperyalist sistemin sürdürülebilmesi, üretim-tüketim süreçlerine müdahaleyi gerekli kılmaktadır. 25 milyonluk bir Yeşil Kuşak ülkesinde 24 milyon insan Batı’ya müşteri olamıyorsa, kapitalizm o ülkeye “demokrasi” getirmek ister. 1 milyon elitin ne kadar Amerikancı, Batıcı olduğu global sistemin bekası için önemsizdir.
Ilımlılaştırılıp Kapitalizm ile uyumlu hale getirilmek istenen eski Yeşil Kuşak mağduru ülkeler, bu aşıdan istendiği kadar pozitif etkilenmediler. Pakistan’daki şeriatçının da Türkiye’deki şeriatçı gibi Avrupa marka otomobile binip, Fransız parfüm kullanıp, İtalyan iç çamaşırı giyip, Alman lisanslı ilaçlara bağımlı olup, İngiliz Sigorta şirketlerinin ülkesindeki şubesine her ay primini ödeyip, ABD’den tarım makinası satın alıp, İsrail’den gelen tohumlarla sebze yetiştirip, Hollanda’dan besi yemi alması istenmiştir ama olmamıştır. Ilımlı İslam aşısı tutmamıştır. Malezya’lı adam hala silahlanıp kendini Paris’te patlatmak istemekte, çocuğu tüm günü kuru ekmek ve çeşme suyu ile geçiştirip şükretmekte… Uluslararası finans kurumlarının kredi açıp kurulmasına çalıştığı sanayi sektörleri oluşamamakta, Alman matbaa makinesi üreticisi, Japon CNC torna üreticisi heyecanla bu ülkelerden gelecek siparişleri beklemekte ama bu ülkeler Yeşil Kuşak dönemi boyunca uyguladıkları eğitimsizlik(!) sistemi yüzünden daha 1. ve 2. Sanayi devrimleri arasında bir yerdeler. Mühendisleri yok, teknik ara personelleri yok, üretim kültürleri yok. Ilımlı İslam bir türlü olamıyor.
İşte bu noktada Brzezinski gibilerin kafasına dank ediyor. Örnek Ülke Türkiye bu seviyesine Yeşil Kuşak ile gelmedi, Ilımlı İslam ile de gelmedi. Hatta bunlarla geriledi. Müslüman ülkeleri Türkiye gibi üreten, tüketen, Batı ile uyumlu hale getirmek istiyorlarsa, Türkiye’nin Cumhuriyet’in ilanı sonrası yaptığını yapmak zorundalar. Sınırlarını bir sekülerleşme sürecinin ürettiği doğal dinamikler değil, yukardan aşağıya devletin çizdiği laik toplum, laik eğitim gerekiyor. Suudilerden Endonezya’ya, Sudan’dan Bosna’ya eğitim ve toplumsal yaşamda son zamanlarda gerçekleştirilmeye çalışılan reformlar bu bilinç sıçramasının sonucudur, ılımlı İslam projesinin değil.
Ilımlı İslam Projesi tepe noktasını Arap Baharı ile görmüştü. Arap Baharı ile Müslüman ülkelerde bir alt üst oluş organize edildi. Halkın küçük bir kesiminin cep telefonu, bilgisayar, otomobil, kredi kartı sahibi olabildiği, sigorta şirketlerine prim ödeyebildiği toplumlardan başka bir formatı becerememiş rejimler yerine, tüketim toplumu üretmeyi hedefleyen isyanlara tüm yollar açıldı. 2000 yılından beri Guantanamo’da eğitilen, dönüştürülen paramiliter kadrolar bu isyanların vurucu gücü olur, diktatörler devrilir, iktidarlar değişir. Mısır’da 300 lisanlı Windows sayısı 30.000’e, sim kart sayısı 200.000’den 14 milyona çıkar. Ürdün Kralı’nın yerinden kıpırdamayan 200 lüks otomobilli koleksiyonu değil, sokaklarda gezen, benzin tüketen, yedek parça ihtiyacı doğan 1 milyon alt kategori otomobil globalizmin ihtiyacıdır. Kaddafi’nin İsviçre banklarında yatan kişisel milyar Euroları değil, 500 Euro kazanıp piyasada harcayarak nakit sirkülasyonunu canlı tutan 1 milyon emekçi globalizmin istediğidir. Fakat Arap Baharı adı verilen süreç esasen Ilımlı İslam Projesinin bir aşamasıdır. Yeşil Kuşaktan daha fazla kan dökülmesine rağmen, Yeşil Kuşak döneminin ürettiği iktidarların ortadan kaldırılmasını, Ilımlılaştırılması planlanan kitlelerin birikmiş öfkesinin boşaltılmasını ve Batı ile bir barışma sürecini hedeflemiştir. Amacına büyük oranda ulaşmış olsa da selefi, cihatçı eğilim ve örgütleri de güçlendirerek hesapları şaşırtmıştır. Laik temelli inisiyatiflerin olmaması, “kul” olarak yetiştirilmiş 3 yeşil kuşağın iktidarları yıkmasını sağlasa da istenen tüketim toplumunu, batı ile barışık altyapıyı oluşturmalarını engellemişti. Arap Baharı ile edinilen kazanımları kaybetmeden bu sivri unsurları temizlemek için yeni bir aşama olarak Suriye (Ortadoğu, Orta Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’daki unsurlar için) Filipinler Mindanao Adası (Uzakdoğu’daki unsurlar için) ve Nijerya (Orta ve Güney Afrika’daki unsurlar için) olmak üzere 3 cihat savaş alanı oluşturuldu. Bu üç alanın dışındaki bölgelerde tarikatlar, kuran kursları, devlet denetimi dışındaki yeşil kuşak bakiyesi yapılanmalar dağıtılmaya başlandı. Başta Cezayir, Bangladeş, Pakistan, Mısır olmak üzere sanayi hamleleri ile cihatçı yatağı yoksul mahallelerine kapitalizmin sihirli eli değdirildi.
Filipinlerden Orta Asya’ya, Bosna’dan Sudan’a en radikal, en inançlı unsurlar Suriye, Nijerya ve Filipinler’de toplanıp cihada girişti. Boşalttıkları ülkelerde ise şeriatçı dernekler, okullar, tarikatlar vs. baskılanmaya başladı. Ilımlı İslam operasyonun ihalesini almış olan ekip beceriksizliğinin bedelini ödedi, dağıtıldı, dünya siyasetinden tasfiye edildi.
Yeşil Kuşak ihalesini Suudiler, Ilımlı İslam ihalesini Fetö/Akp almıştı. Önce Yeşil Kuşak sonra Ilımlı İslam örgütlemiş toplum mühendisleri için yeni hedef aynı coğrafyalarda şimdi de sekülerleştirme örgütlemek. Batı düşmanlığını azaltmış, global üretim ve tüketim zincirlerinde uyumlu pozisyon alan bir İslami kültür reformu gerçekleştirmek. Kadınların ehliyet ve yalnız yolculuk hakkını tanıyarak otomobil sektörünü, Avrupai giyim kuşamı meşrulaştırarak tekstil, kozmetik sektörlerini kollamak, meslek liseleri, teknik üniversiteler açarak sanayi hamleleri yapmak ve Çin’in dünya üretimindeki payından çalmak kısa vadeli aşamalar olabilir. Ama oyun kurucular arasındaki en yetkin isim olan Fuller’in bir önceki yanılgısı, arkasından yanlışındaki ısrarı neticesinde tüm itibarını kaybetmesi ve Ilımlı İslam sonrası dönemin de lokomotifi olmaya en ciddi adayın iktidar mekanizmalarının pragmatist, lümpen ve meczuplardan oluşan bir organizasyon tarafından işgal edilmiş olması Yeşil Kuşak ile Ilımlı İslam arasındaki gibi kaotik bir dönemi işaret ediyor. Covid-19 pandemisi ve ABD yönetim mekanizmalarının bir süreliğine topallaşması da ne hedeflenmesi gerektiği bilindiği halde nasıl yapılacağı hakkında belirsizlik üretiyor. Ama her halükarda, emperyalizm desteği ile ortaya çıkan Siyasal İslam göreceğini gördü, yıkacağını yıktı, alacağını aldı, bundan sonrası hoşlarına hiç gitmeyecek diyebiliriz.
Önceki yazı: Yeşil Kuşak – Ilımlı İslam – Seküler İslam
[…] Yeşil Kuşak – Ilımlı İslam – Seküler İslam (2) (A. Çavlan Erdoğan – 13.01.2021) […]
[…] Yeşil Kuşak – Ilımlı İslam – Seküler İslam (2) (A. Çavlan Erdoğan – 13.01.2021) […]