sizin de geçmişte, belki de dün bir yanlışlık yaptığınızı, yaptıklarınızda bir eksiklik olduğunu, olabileceğini düşündüğünüz oluyor mu? daha net söyleyeyim; dünden bugüne gelirken yaşadığımız ekonomik, siyasi, kültürel yozluk karşısında yapabileceklerimizi, yapmamız gerekenleri hakkıyla yaptık mı, yapabildik mi…? bu soruya benim verdiğim yanıt hayır…
aslında on yıllardır yaşananlara, ülkemizde ve dünyadaki gelişmelere ilişkin en doğru saptama ve önermeleri yaptığımız iddiasıyla çelişen bir durumla karşı karşıyayız. kabul; devletin, sermayenin, işbirlikçi unsurların kıyıcı, yok edici baskıları, sahip oldukları araç ve olanaklar karşısında zayıfız. fakat saptama ve önermelerimizi yaparken zaten bu gerçekliği de biliyor ve dikkate alıyoruz, değil mi…? (geçmişle kıyasladığımızda bugün olmamız gereken yerin daha da gerisinde olduğumuzu düşünüyorum)
zaman zaman yeniden başlamak veya en baştan başlamak üzerine düşünüyorum; eminim bugün insanın acısını duyan, doğanın çığlığını duyan, olup bitenlere isyan eden ve sömürüye, talana, ölüme, yoksulluğa, savaş ve çatışmalara karşı çıkan birçok insan da düşünüyordur… bu düşünceler bizim dış dünyaya olduğu kadar iç dünyamıza da bakışımızı beraberinde getirir, gerçekte bir yüzleşmedir ‘yeniden başlamak’ veya ‘en baştan başlamak.’
yeni baştan başlamak isteği bir pişmanlığın dışa vurumu da olabileceği gibi, yeni baştan ‘bugünkü aklımızla’, bugüne kadar yaşadıklarımızla başa dönmek ve baştan başlamak bir düştür… çünkü geriye dönük olarak yaşanmış olan ve bilincimizi, deneyimlerimizi, kişiliğimizi oluşturan olumlu şeylere gönderme yapmakla birlikte geriye dönük olarak yaşadığımız ve kurtulamadığımız olumsuz, kötü şeylerin varlığını da kabul etmek demektir. bunların izleri, üzerimizdeki etkileri, belirleyici özellikleri baştan başlamakla yok olup gitmeyecektir; bunlardan kurtulmamız ne kadar zorsa unutmamız da zordur… yeni baştan başlamak geçen zamanı, yaşanılan mekanı/mekanları, geçmişten bugüne ilişkide bulunulan insanları da yok saymayı gerektirir ki maddi gerçeklikten kopulduğunu gösterir. insan soyut, zamandan ve mekandan bağımsız bir canlı değildir…
yeni baştan başlamaya kıyasla ‘yeniden başlamak’ kararı her zaman için geçtir; fakat yeniden başlamak için adım atmamak ve başlamamak geç kalmaktan daha kötüdür. yeniden başlamak; son kalınan, son durulan, son bırakılan, son buluşulan yerden fakat eskiyi yinelemeden, eskiden ders alınarak başlamayı içerir… baştan başlama isteğinin düşselliği karşısında daha gerçekçi, daha tutarlı, daha kabul edilebilir bir karardır. iyi niyetli bir özeleştirinin gereğini, onarma isteğini anlatır ‘yeniden başlamak’…
örgütsel ilişkiler için de aynı şeyi düşünüyorum. yeniden başlamaya dönük olarak özeleştiri ve eleştiriler sonrası yapılan değerlendirmeler doğrultusunda kullanılan dilden kurulacak ilişkilere kadar gerekli özen, dikkat, tutarlılık ve bunların da içselleştirilerek örgütlenmesi tüm ilişkileri olumlu yönde geliştirecektir diye düşünüyorum…
yeniden başlamak bugüne kadar ciddiye almadığımız, önem vermediğimiz, başkalarına havale ettiğimiz, üzerinde düşünmediğimiz, uzak durduğumuz çok sayıda konu ve alanı yeniden ele almamızı da gerektirecektir ki aynı yanlışları, eksiklikleri yinelememek adına bu gerekli ve zorunludur… elbette en başta birbirimizle ilişkilerimizden başlamamız gerekiyor… daha sıradan ve basit söylersem; 8 Martlarda, 1 Mayıslarda bir araya gelirken birbirimize karşı aşılmaz çekincelerimiz yok. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı hep birlikte sahiplenip anıyoruz; diğer devrimci liderleri de hep birlikte sahipleniyoruz…
dönemsel/anlık yükselişler yaşamakla birlikte geçmişten bugüne baktığımızda olmamız gereken, olabileceğimiz düzeyde olmadığımız açık. ekonomik sömürüyle birlikte iktidarın tüm geleneksel devlet işleyişini yok sayarak yargı dahil devleti bir iktidar aracına dönüştürdüğü son olarak Gezi Davası tutuklamalarıyla bir kez daha görüldü… HDP önündeki provokasyon girişimi, eyleme çıkan işçilerin düzenli olarak gözaltına alınmaları KHK ile kamudan ihraçların neredeyse rutine dönüşmesi, 301 kişinin katledildiği Soma’da verilen yargı kararı gibi hukukun göstermelik olarak bile işletilme gereği duyulmadığı koşullarda yeniden başlamak ve birlikte savaşım koşullarını yaratmak için neyi, niçin bekliyoruz? bekliyor muyuz…? önemli gün ve haftalarda görev gereği bir araya gelmekten vazgeçip yılın her günü bir araya gelme, bir arada durma sorumluluğunu gösteremeyecek miyiz…? birlikte, yeniden başlayamayacak kadar uzlaşmaz çelişkilerimiz ve ayrımlarımız mı var…? soru, sorun budur…
İmamoğlu’nun Gazetecileri: Bayramda Karadeniz gezisine çıkan Ekrem İmamoğlu beraberinde gazetecileri de götürdü ve bir kare fotoğraf paylaştı. Nagehan Alçı, Akif Beki gibi yıllarca iktidarın sözcülüğünü yapmış olanlarla birlikte her devrin, her iktidarın/güçlünün kalemi olmuş Ertuğrul Özkök de paylaşılan karede yer almış… gazetecilik kavramının içinin boşaltıldığı koşullarda hala daha bunlara vb. gazeteci denmesi ve tartışmanın gazetecilik üzerinden sürdürülmesi büyük hatadır… örneğin Gezi Direnişi sırasında Kabataş yalanını ekranlarda servis eden Nagehan Alçı gazeteci midir? 12 Eylül darbesini övgüyle karşılayan, Hürriyet Gazetesi’ni iktidar yandaşı Demirören’e teslim ederken koltuğunu koruyan Ertuğrul Özkök gazeteci midir? eğer bunlar gazeteciyse gerçeğin/kamunun haber alma hakkının peşinde koşanlar necidir…? İmamoğlu, hatta iktidar seçeneği olduğunu söyleyen muhalefet iktidarın tezgahından geçmiş, yıllarca iktidar için kalemini kılıç olarak kullanmış bu ‘tipleri’ yanlarında taşıyacaklarsa, bunlardan medet umuyorlarsa…
yeniden başlamak demiştim ya…
sıradanlığın, ilkelliğin yüceltildiği, değer üretenlerin aşağılandığı ve değersizleştirildiği bir iklimde “insan” kalabilmek değer üretmek kadar zordur ve belki de bir direnme hattıdır…