Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Yaşam, Özgürlük ve Barış Hakkı

Halklar arası düşmanlıklar körüklenip, insanların ölümleri üzerinden iktidarların sürdürülmesi, yeni iktidarlar yaratılması, silah tekellerine servet aktarılmasına karşı sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşamdan ve emekten yana olanların barışı savunmaları, savaş politikalarını ve savaş ekonomilerini reddetmeleri, barış için mücadele etmeleri de kaçınılmazdır.  

Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi dünyanın gelecek yıllarını da etkileyecek, SSCB’nin dağılması sonrası oluşan ABD merkezli tek kutuplu dünyanın yeniden iki kutuplu değilse de Rusya, Çin, ABD ve bunların yaratacağı güç merkezlerinin biçimlendireceği bir dünyanın ön adımları olma özelliğe sahiptir. Özellikle ABD/Batı eksenli iktidarlar ile Rusya ve Çin eksenli iktidarların aldıkları kararlar (veya şimdilik sessiz kalmaları) coğrafi sınırlar korunsa da ekonomik, askeri ve siyasi olarak tüm sınırların yeniden belirlenmesiyle sonuçlanmasına yol açacak gibi görünüyor.

Ukrayna bu açıdan ABD/NATO ve batının daha somut ifadeyle emperyalizmin Rusya’yı köşeye sıkıştırmak ve kuşatmak için kullandığı bir araca dönüştürüldü. Özellikle ABD Başkanı Biden’ın seçildiği günden bu yana Rusya’yı düşman olarak tanımlayan SSCB dönemini anımsatan dış politikaya geri dönüşü, Rusya ile birlikte Çin’i ‘durdurulması gereken bir tehlike’ olarak ilan etmesi bugün değilse bile yarın böylesi bir savaşın veya çatışmanın geldiğinin işaretleriydi.

21.12.2020 tarihli, ‘Siyasal Kriz Derinleşiyor’ başlıklı değerlendirmemizde; “Şubat 2021’de yeni ABD yönetiminin de katılımıyla bir NATO Zirvesi’nin gerçekleşeceği ve Mart 2021’de AB Liderler Zirvesi olacağı göz önüne alınacak olursa, önümüzdeki sürecin bir hayli zorlu geçeceğini, yeni gerginlik ve çatışmalara gebe olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.” yazmıştık. Benzer bir saptamayı da Saray/AKP/MHP iktidarının ABD ve batıya karşı Rusya ile girdiği ilişkiler üzerine ‘Kriz Yönetiminden Krizle Yönetime’ başlıklı değerlendirmemizde yapmış ve “Batı Bloğu’ndan koparım, Rusya’ya yaklaşırım sinyali gibi okunabilecek bu hamlelerde unutulan şey; Biden’ın dış politikasının Trump öncesine dönmeyi hedeflediğidir.” yazmıştık. Bugün Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla yeni bir aşamaya gelen sürecin ABD ve NATO’nun emperyalist politikalarının sonuçlarından biri olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını haklı gösterecek söylem veya tutumların doğru olmadığını, Putin yönetiminde Rusya’nın kendi etki alanını korumak kadar genişletmeye çalıştığını, yayılmacılığını da belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla taraf olunarak barışın savunulamayacağını da güçlü bir biçimde dile getirmek zorundayız. 25.02.2022 tarihinde yazdığımız gibi; “Bu tabloda sosyalistler, devrimciler dünya ve bölge halklarına kan, gözyaşı ve ölüm getirecek emperyal hegemonya mücadelelerine karşı, başta ABD/Batı emperyalizmine olmak üzere her türlü saldırganlık ve yayılmacılığa karşı halkların yaşam, özgürlük ve barış hakkını savunmak görevi ile karşı karşıyadır.” Aynı anda ABD emperyalizmine ve NATO politikalarına da, Rusya’nın yayılmacı politikalarına da karşı çıkmak, barışı savunmak mümkündür.

Sonucu ne olursa olsun Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının uzun vadeli etkileri olacaktır. Elbette ilk etkisi komşu iki ülke halkı arasındaki düşmanlık ve nefretin körüklenecek olmasıdır. Bu düşmanlık ve nefreti uzun süre hafızalara kazıyacak olan şu anki ekonomik ve siyasi koşulların ağırlığı dikkate alınırsa gelecek yılların tüm dünya için zorlaşacağı açıktır. Fakat asıl tehlike Ukrayna’nın paralı/yabancı savaşçıları kullanabileceği açıklamasıyla Rusya’nın nükleer caydırıcı kuvvetleri alarm durumuna geçirmesidir. Bu durumda Suriye’de, Libya’da gördüğümüz vekalet savaşlarının Ukrayna’ya taşınması, her ne olursa olsun savaşı kazanmaya odaklanmış Rusya’nın kitle imha silahlarıyla yanıt verme olasılığını göz ardı etmemek gerekiyor.

SAVAŞ EKONOMİSİ VE ÇEVRE

Bu savaşla birlikte AB yetkilileri Avrupa Ordusu kurma yönündeki çalışmalara hız verilmesi gerektiğini de açıkladılar. Her ne kadar ABD bağımlılığından kurtulmak gibi gerekçesi olsa da yanına Rusya tehdidini eklemeleri dünyanın silahlanma yarışı, kaynakların askeri harcamalara aktarılması gibi bir sonucu doğuracaktır. Halklar arası düşmanlıklar körüklenip, insanların ölümleri üzerinden iktidarların sürdürülmesi, yeni iktidarlar yaratılması, silah tekellerine servet aktarılmasına karşı sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşamdan ve emekten yana olanların barışı savunmaları, savaş politikalarını ve savaş ekonomilerini reddetmeleri, barış için mücadele etmeleri de kaçınılmazdır.

Özellikle korona salgınıyla büyümenin tüm dünyada yavaşladığı, büyük ekonomiler dahil enflasyonun yükseldiği dikkate alınırsa Rusya’ya uygulanan ve uygulanması tartışılan yaptırımların Rusya kadar Avrupa ve çevre ülkelerini de etkileyeceği açıktır. Özellikle dünyanın en önemli petrol, doğalgaz, tahıl üretici ülkelerinden biri olan Rusya’ya yönelik ambargoların milyonlarca insanın yaşamını etkileyeceği şimdiden görülüyor. Özellikle Rusya’nın uluslararası para sisteminden çıkarılacak olması Rusya ile ticaret yapan tüm ülkeleri ve o ülkelerin emekçilerini doğrudan etkileyecektir. Kaldı ki Akkuyu Nükleer Santral inşaatında çalışan bir taşeron şirket “savaş var” diyerek işçilerin maaş ödemelerini yapmadı.

Tüm dünyada petrol, doğalgaz, kömür fiyatlarının yükselmesi ve bunlara bağlı olarak tüm sektörlerin etkilenmesi yoksulluğun artmasına yol açacaktır. Sözünü ettiğimiz büyümenin küçülmesi ve tüm dünyada maliyetlerin artması çevre politikalarını da olumsuz etkileme potansiyeli taşımaktadır. Temiz enerjiye yönelik yatırım maliyetlerinin böyle bir ortamda desteklenmeme ve yeniden fosil yakıtın öne çıkma olasılığı şimdiden tartışılmaktadır. Dolayısıyla bu savaş yalnızca bugünü, bugün yaşayanları değil yarınlarımızı ve gelecek kuşakları da etkileyecek nitelikler barındırmaktadır. Örneğin, savaşla birlikte savaşan ülkelerde kişi başı yıllık gelir, ortalama yaşam süresi, kaynakların kullanımı düşerken var olan kaynak ve olanaklara, hizmetlere ulaşım da zorlaşıyor. Savaşın halk sağlığı sorunu olduğunu yakın zamanda Irak, Suriye, Libya, Yemen, Yugoslavya vb. yaşananlara bakarak anlamak mümkündür.

Ortaya çıkması muhtemel çok kutuplu dünya yapılanmasının yaratacağı ekonomik, siyasi, askeri, örgütsel konumlanışların beraberinde zorluklar da getirme olasılığı bulunmaktadır. Kaldı ki savaşla birlikte ABD, Rusya, Fransa, Almanya vb. ülkelerle birlikte NATO’nun da geçmişlerinin anımsatılması, tarihsel olayların bugün propaganda aracı olarak kullanılması gibi durumlar yaratılacak çok kutuplu dünyanın ilk adımları olarak da görülebilir. Önümüzdeki günlerde Çin, İran ve Rusya’yla hareket etmesi muhtemel Orta Aysa ülkelerinin de dahil olmasıyla bu çok kutupluluğun belirginleşmesi beklenebilir.

Tüm bu gelişmelerin Saray/AKP/MHP iktidarının bugüne kadar ki politikalarında değişikliği getireceği de beklenmelidir. Her ne kadar iktidar tarafsız bir konum almış gibi görünse de Tayyip Erdoğan’ın ABD, NATO ve Batı’yı Rusya’ya karşı çekingen davranmakla eleştirmesinin Rusya (hatta Çin tarafından) not edildiğini söylemek mümkündür. Daha doğrusu bugün alınan pozisyonların tüm ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde belirleyici olacağını söylemek mümkündür. Yaptırımlar konusunda şu ana kadar ABD ve Avrupa ülkeleri aktif tutum alıyor gibi görünseler de orta ve uzun vadede Türkiye’nin de yaptırımlara dahil olmaya zorlanması şu anki ekonomik krizin daha da büyümesiyle sonuçlanacaktır. Özellikle doğalgaz, gıda ve turizm üzerindeki etkilerinin ağır sonuçlar doğuracağı kesindir.

Bu arada ABD ve Avrupa ülkelerinin yaptırımlarının kendi ekonomilerini de düşünerek belirlendiğini görmek gerekiyor. Örneğin Almanya Kuzey Akım 2 hattını kullanmayacağını açıklarken şu an faal olan Kuzey Akım 1 için yaptırım uygulamamaktadır. Tüm dünyada bazı Rus bankalarına ve zenginlerine yönelik yaptırımların doğalgazla ilgisi olmayanlardan seçilmesi, Avrupa’daki oligarkların çoğunun yaptırım listesinde olmaması, hatta bazılarının yönetiminde eski Avrupalı üst düzey yöneticilerin bulunması vb. düşünüldüğünde Ukrayna’yı Rusya’nın önüne atanların durumu daha net görülecektir.

Dünya bu savaşa odaklanmışken Saray/AKP/MHP iktidarı Meclise ‘Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi’ni verdi. Nükleerle ilgili güvenlik, emniyet vb. tüm işlemlerde yetki verilen tüzel kişilerin sorumlu olacağı, lisans verilecek nükleer tesislerin atık tesisleri dahil yapılacak yapıların Yapı Denetimi Hakkında Yasa ve İmar Yasası’nın fenni sorumluluklarından muaf olacağına kadar düzenlemeleri içeren teklif ülkemizi bir çöplüğe dönüştürmenin de yolunu açıyor. İktidarın nükleer santral kurmakla birlikte, nükleer atıkların Türkiye’de depolanmasının da önünü açarak para kazanmaya öncelik verdiği bu düzenleme çevre mücadelesi açısından da dikkatle izlenmesi ve karşı çıkılması gereken bir konudur. Enerjide dışa bağımlılık anlamına gelen nükleer santrallerin kurulması ve şu an Meclise gönderilen düzenlemenin yasalaşması durumunda sağlığımız, çevremiz, doğamız iktidarın döviz geliri politikalarına kurban edilecektir.

ÜÇÜNCÜ İTTİFAK

Ekonomik, siyasi, toplumsal olarak günden güne büyüyen çoklu kriz ortamında HDP’nin çağrısı sonrası EMEP, TİP, EHP, TÖP, Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun bir araya gelmelerini anlamlı buluyoruz. Özellikle muhalefetin Millet İttifakına ‘mecbur’ bırakılması karşısında sosyalistlerin devrimcilerin, demokratların bir araya gelerek üçüncü bir ittifak yaratma girişimi Meclis temsiliyeti kadar sokak muhalefeti açısından da ön açıcı olma potansiyeli taşıyor.

İkinci toplantıda ‘ortak mücadele’, bölgede ve küresel düzeyde barış, sömürüye karşı yaşamdan, eşitlikten, emekten, çevreden yana olan kesimlerle ortak yürüme çağrısı, 8 Mart, 21 Mart, 1 Mayıs günlerine birlikte hazırlanma gibi kararlar iktidarın gerilim siyaseti karşısında dayanışmayı sağlaması, muhalefetin kendini dayatması karşısında seçenek oluşturması açısından önemsiyoruz.

Geniş halk kesimlerinin yoksulluk, işsizlik, hayat pahalılığı gibi nedenlerle hoşnutsuzluğunu dışa vurduğu, geleneksel sendikal yapıların çözüm üretemediği, siyasetin sokaktan çekilmeye çalışıldığı koşullarda emekten, barıştan, yaşamdan, çevreden yana olanların sorun alanlarında ve sorunu yaşayanlarla buluşmasını sağlayıp, ortak mukavemet hattını kuracağı yolları bulmak ve araçları yaratmak ertelenemez, ötelenemez bir sorumluluktur. Özellikle de Saray/AKP/MHP iktidarının içerde yarattığı siyasal iklimle, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonrası oluşacak uluslararası siyasal iklimin içerdeki yansımaları düne göre daha çok sorumluluk yüklemektedir.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi