eşitlik dediğimizde genellikle ilk olarak ekonomik ve sosyal duruma göre değerlendirip, çoğu kez alışkanlık durumuna getirdiğimiz, artık ezbere dönüşmüş açıklamalarla haklılığımızı veya neden eşit olmadığımızı (hatta olamayacağımızı) anlatırız… gerçekte arabesk bir durumun içinde debelendiğimizi ve verili durumu doğrudan değilse de dolaylı olarak kabullendiğimizi, yer yer sineye çektiğimizi anlamayız bile…
doğduğumuz andan yaşadığımız şu ana kadar aldığımız eğitim, kültür, geleneksel değerler, yine çoğunun ayrımına varmadığımız toplumsal hiyerarşi içinde haklarımızdan vazgeçtiğimizi anlamak bir yana hakkımız olan çoğu şeyin hakkımız olmadığına bile ikna ediliriz… kendimizi çok ‘zorlamak’ istemezsek elimizdekiyle yetiniriz. merkezi, yerel, siyasal, sosyal iktidarlarda elbirliği içinde bizi bu duruma inandırır…
eşitsizliği, kuralsızlığı, vicdansızlığı, yoksunluğu ve yoksulluğu gizlemek için yazalı veya yazısız yasa, yönetmelik, kararname, yönetmelik, geleneksel- dinsel değer ve inanışlar, o güne kadar bilincimize işlenen inançlar devrededir sürekli… görünürde içinde yaşadığımız toplum ve devlet sınırları içinde kişisel ve toplumsal haklarımız bu yazılı veya yazısız kurallar bütünü sayesinde güvence altındadır. fakat biliriz ki işyerinde amir güçlüdür, patron güçlüdür, sokakta devlet adına görev yapan kolluk gücü güçlüdür, varsıllar güçlüdür, evde erkek/ baba güçlüdür, okulda öğretmen, askerde komutan, siyasette vekil, feodal köylerde ağa güçlüdür…
fakat bu güçlülerin büyük çoğunluğu her insanın eşit olduğunu söylemekten çekinmek bir yana söylerken utanmazlar bile… örneğin haklarımız vardır; yasalarla güvence altına alındığı söylenen… söylenen bazı haklarımız uluslararası sözleşmelerle de tanınmıştır üstelik… eğitim hakkı, sağlık hakkı, barınma hakkı, örgütlenme hakkı vb… elbette en başta yaşama hakkı… bu haklardan biri de çalışma hakkı.
örneğin çalışanların sendika üyeliği, haklarının ödenmemesi durumunda veya yaşamını/ sağlığını tehdit eden koşullarda çalışmama hakkı var… diğer haklarla da ilgili soruları şimdi soracağım sorularla düşünmek olanaklıdır. çalışması karşılığı ücreti ödenmeyen işçilerin eylemlerini duymuş, belki de yaşamışsınızdır… bize yukarıda birkaçını saydığım haklarımızın olduğunu söyleyen kişi ve kurumlar bu işçi eylemleri sırasında nasıl tutum alıyorlar? işçilerin hak ettikleri maaş vd. haklarını ödememek bir gasp biçimi olmasına rağmen kolluk güçleri, o yerin mülki idarecileri, ilgili bakanlık yetkilileri, siyasiler vb. ne yapıyorlar? işçileri durduracak ‘önlemler’ alıyorlar… işyeri dahil her insanın sağlıklı ve güvenli yaşama ve çalışma hakkını sağlayamayan yöneticiler, siyasiler, patronlar, dini- sosyal güç odakları iş cinayetleri sonrası ne yapıyorlar? o alana kolluk güçleriyle birlikte dini cemaat ve tarikat üyelerini yığarak ölenlerin yakınlarını fiziki ve psikolojik olarak ‘ikna etmeye’ çalışıyorlar. ölümlere sebep olanlara da o an için, göstermelik bir soruşturma…
sendika üyesi olduğu için işten atılan işçiler var örneğin. şu anda 20’ye yakın işyerinde hala daha direnmeye devam ediyorlar… sendikal nedenle işten atıldığı gün gibi ortada olmasına ve sendikal örgütlenme hakkına rağmen işçileri işten atan patronlara karşı nasıl tavır alıyor bizi yönetenler ve haklarımızı koruması gerekenler? çok nadir olarak, o da işçilerin kararlılığı sayesinde patronlara 3-4 işçi maaşı kadar ceza…! o ana kadar işçilerin işsiz (aç) bırakılması, gözaltına alınarak hakkında işlem yapılması, evde ve yaşadığı çevrede içine düştüğü durumun bir bedeli var mı…?
iş cinayetlerinde de durum aynı değil mi? şöyle sormak gerek; bir işçinin (insanın) canı kaç tl eder? düşündünüz mü bilmiyorum; iş cinayetleri sonrası ölenlerin yakınlarına verilen ölüm tazminatıyla bir ev bile alınamıyor… patronlara verilen para cezası da mevzuat yerine gelsin diye… yani bir işçinin canı yukarıda saydığım güç odaklarının kendilerine hakaret edildiği zaman istedikleri tazminat kadar bile etmiyor çoğu kez… burada sormamız gereken, görünürde bizim canımızı ve haklarımızı korumakla görevli olanların ne yaptığı değil mi? örneğin bizim yaşam hakkımızla birlikte ‘yasalarla’ tanımlanmış ve kazandığımız haklarımızın gaspı karşısında Soma’da, Ermenek’te, Amasra’da ne yaptı sorumlular ve yetkililer?
siyasal, sosyal, geleneksel, sınıfsal güç odakları elbirliği içinde şu içinde yaşadığımız sömürü ve ölüm düzenini meşrulaştırmaya çalışıyorlar; hepsi tamı tamına bu… haklarımız için ayağa kalkıp, sesimizi yükselttiğimizde bizi durdurmak ve dağıtmak için her yolu deneyenler, ödenmeyen haklarımız, işyerlerinde ölmemiz, örgütlenme hakkımızı kullandığımızda işten atılmamız vb. durumlarda patronlara neden tek söz söylemezler, söyleyemezler…? kısacası yasalarda yer verilen haklarımızın yok sayılması karşısında kamu adına (bizim adımıza) görev yaptığını söyleyenlerin fiili olarak yaptıkları ve yaptırdıkları yine yasalarda belirtilen eşitliğin de yok sayılmasıdır… yazılı, dini, sözlü, geleneksel tüm kural ve değerler sermayenin ve sermayeyle birlikte gücü kullananların kendilerini meşrulaştırma araçlarıdır… bu verili durumu sınıfsal olarak değerlendirmediğimiz sürece varacağımız yer kendi kendimizi tüketmemize, bir süre sonra kabullenmemize yol açacaktır… burada seçme hakkımız var işte… kabul mü edeceğiz, değiştirmek için karşı çıkıp örgütlenecek miyiz…?
(Taksim’deki patlamayla ilgili tartışmaların süreceği, sürmesi gerektiği açıktır… sivillere yönelik tüm şiddet ve terör olaylarını lanetliyorum… terör eylemi gerekçesiyle internetin kesilmesi, yayın yasağı getirilmesi haber alma, iletişim, ifade özgürlüğü ve haklarının ihlalidir ve etkili bir karşı çıkış gerçekleştiremezsek, başka olaylarda da buna benzer ihlallerin yeniden yaşanması olasıdır… haber kanalı denemeyecek kanallara, cezalar ve kapatılma kaygısıyla kendi iç sansürü ile yayın yapmaya çalışan kanallara mecbur değiliz)
(geçen hafta biri turunç paketleme fabrikasında çalışırken elbisesi makinaya dolanarak ölen, diğeri tarlada çalışırken kaybolan ve başka bir tarlada ölü olarak bulunan iki kız çocuğunun haberlerini izlemişsinizdir… fabrikada ölen kız 18 yaşından küçüklerin gece çalıştırılmasının yasak olduğunu düzenleyen yasaya rağmen gece vardiyasında öldü…)
“Fukara ölümü” diyor ya şair; ölürken de eşit değiliz… ölümlerimiz bile sınıfsal…