Sözlükteki anlamı tam olarak; elinde bulunan olanakları ve gücü başka bir kimsenin iyiliği, onun gereksinimi için kullanma ve genellikle karşılıksız verilen şey, bağış olarak tanımlanmış yardım, yardımlaşma son zamanların en gözde sözcüğü yine. Ne zaman bir doğal afet olsa-ki buna artık pandemiyi de dâhil ederek söylüyorum-, yardımlaşma gösterileri sergilenmeye başlıyor derhal. ‘’Bunun ne mahsuru var? Zor durumlarda insanlar birbirine yardım etmelidir’’ ezberini bir tarafa bırakmamız gerekiyor. Yardım-laşma eşit bir ilişki değildir. Yardım edeni tepeye, yardım alanı da aşağı bir yere koyan örtülü bir ezen ezilen ilişkisidir. Bütünü görmeye engel olan bir sistem yaratır. Sorumlulardan hesap sormayı engeller ve bu da zalimin ekmeğine yağ sürer. Üstelik de yardım eden kişi(ler), bunu bir gösteriye dönüştürdüğünde, yüreklerimize su serpen bir gösteriyi izler ve gönül rahatlığıyla derin uykularımıza geçeriz. Alanın da verenin de memnun olduğu varsayılan bu gösteri bir sonraki felakete kadar reklam arası verir. Guy Debord ‘’Gösteri Toplumu’’nda gösteriyi şöyle tanımlar: ‘’uyuma arzusundan başka bir şey ifade etmeyen, zincire vurulmuş modern toplumun gördüğü kötü düştür. Gösteri bu uykunun bekçisidir.’’
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre 2020 yılında dünyada meydana gelen depremlerde hayatını kaybeden insan sayısı 197 ve bu kayıpların 159’u Türkiye’de imiş. Doğal afetler hayatımızın bir parçası ve meydana gelen kayıpların esas sebebi doğa değil, bizzat insan. Tamamen insan kusuruna bağlı kayıpları; takdir-i ilahi, kader, zina, alkol tüketimi gibi akıl dışı sebeplere bağlamak vicdani sorumluluğu devreden çıkaran en kolay mekanizmadır.
Devletler, vatandaşlarına yardım etmezler; (Bizde geçtim yardım etmeyi; vatandaşlarından her durumda yardım talep eden bir sistem var.) devletler vatandaşlarının yardıma muhtaç hale gelmesini engellemekle yükümlüdürler. Hatta belki tek işlevselliği de budur. İhtiyaçlar hiyerarşisinin en alt basamağında, insanların önce yaşam hakkı, sonra barınma, yemek gibi temel ihtiyaçları vardır. Her devlet, her bir vatandaşının bu birincil ihtiyaçlarını sorgusuz sualsiz karşılamakla yükümlüdür. Bireysel olarak kişiler daha üst basamaklardaki ihtiyaçlarına (ait olma, güvenlik, kendini gerçekleştirme, vs.) geçebilsinler diye devletler icat edilmiştir. Her felaketten sonra, felaket meydanının orta yerine geçip, gösteri yapanlara bunun her seferinde hatırlatılması gerekir. Zira tam da şimdilerde olduğu gibi; nefes almanın ötesinin lüks sayıldığı yaşamları koşulsuz kabul etmiş oluruz.
Uzanan bu yardım ellerinin hepimizin ruhunda bir yerlere dokunduğu aşikâr. Bunun eşit, koşulsuz ve yargısız karşılığı dayanışmadır. Dayanışma karşılıklıdır. Kibir barındırmaz. Başrolü kimseye vermez. Mağduriyeti yüceltip, şov yaptırmaz. Şov devam etsin diye de yeni mağdurlara ihtiyaç duymaz. İnsanların birbirleriyle dayanıştığı, eşit koşulları birlikte göğüslediği, kimsenin bir diğerinin yardım eline ihtiyaç duymadığı, el ele olma ihtimalimiz ütopya değil. ‘’Yardım’’ yazıp attığımızda yerine ulaşmayan mesajlarımızı, dayanışarak birbirimize fısıldayabileceğimiz zamanlar yaratmak bizim elimizde.