Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Yağma Düzeni

Bugün yaşadığımız ekonomik, sosyal, kültürel yıkımın sebebi olan neo liberal politikalara karşı sosyalistler, çözüm üretmek ve dayanışma ilişkileriyle birlikte görünür kılmak iktidarla birlikte Millet İttifakı’nın da neo liberal politikalarla kurmayı düşündüğü düzene bir alternatif yaratma gücü ve potansiyeline sahiptir.        

6 Şubat’ta yaşanan depremin ardından yaşananlara bir bütün olarak bakıldığında iktidarın ve bileşenlerinin, kontrol ettiği devlet kurumlarının yaşam ve insana dair her alanda yetersiz, deneyimsiz, bilgisiz olduklarını açıkça göstermiştir. İster depreme dayanıklı konutların yapılamaması, ister denetim, ister imar afları, ister kurtarma çalışmaları olsun, neresinden bakarsak bakalım söz konusu deneyimsizlik, bilgisizlik, yetersizlik görülmektedir. Elbette bunlara Saray/AKP/MHP iktidarının kurduğu ve pekiştirmeye çalıştığı tek adam düzeninin etkilerini de eklememiz gerekiyor.

Devletin dolayısıyla iktidarın ne kadar güçlü, kusursuz, millet için çalıştığı propagandasının içinin boşluğu depremle birlikte ortaya çıktı. Eğitim, sağlık ve barınma gibi temel haklar açısından halkın büyük kısmının zaman zaman görünür hale gelen hoşnutsuzluğunu görmeyen, 2023, 2053, 2071 tarihlerine havale eden iktidarın gizlemeye çalıştığı veya güç zehirlenmesi nedeniyle görmek istemediği çöküş depremle görünür hale geldi.  Depremzedelerin ve onların acısını duyan vatandaşların ‘nerede bu devlet’ sorusunun Cumhurbaşkanına hakaret suçu olarak değerlendirilmesi de bu gerçeğin sonucudur. 21.02.2022 tarihli ‘Devlet ve Tebaa’ başlıklı yazımızda vurguladığımız gibi; “Saray/AKP/MHP iktidarının geldiği ve kendilerini gördükleri yeri bundan daha iyi anlatan bir açıklama olamazdı. Hesap sorulamaz, eleştirilemez, hesap sormak veya eleştirmek teklif dahi edilemez”. On binlerce insan ölmüş olsa da, ‘inşaat bizim işimiz’ diyerek ev diye mezar satılmış olsa da, sağ kurtulanlar tüm varlıklarını kaybetmiş olsa da hesap vermek yerine hesap sorma hakkını kendilerinde görmeye devam ediyorlar ve ‘bunları not ediyoruz’ diyerek tehditlerini sürdürüyorlar.

Bu düzen depremden önce sermaye ve yandaşları için çok hızlı karar alabilen, bu karar doğrultusunda her türlü insani, vicdani değerler dahil, hukuki değer ve normları da yok sayan bir düzen olarak sürdürülüyordu. Depremle birlikte ortaya çıkan Cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımı ve bu yıkımla birlikte tam anlamıyla görünür olan rant ve yağma düzeni iktidarı ciddi anlamda ürküttü ve ürkütmeye devam ediyor. Bu iktidar döneminde yapılan sivil binalarla birlikte hastaneler, polis evleri, kaymakamlık gibi kamu binalarının da yıkılması, depremin yarattığı yıkımın büyüklüğü bilinmesine rağmen yardım ve kurtarma faaliyetlerinde dört güne yakın gecikme halkın büyük çoğunluğunun tanıklığıyla yaşandı. Bunlara özellikle AFAD ve gerici örgütlerin kurtarma çalışmalarında enkazdan çıkarılan yaralıları kurtaran ekiplerin ellerinden alarak görüntü oluşturma gayretleri de eklenince iktidarın önceliğinin algı yaratmak olduğunu net olarak gösterdi. Tüm bu olumsuzluklar ve büyüyen eleştiriler, sorgulamalar karşısında bir şey yapılmalıydı; yapıldı. Deprem bölgesindeki hırsızlık ve yağma olayları tüm toplumun gözüne sokuldu.

Servis edilen hırsızlık ve yağma görüntüleri ve bu görüntüler üzerinden yaratılmaya çalışılan tartışmalar deprem ve yarattığı büyük acılarla birleşince olağan zamanlarda şiddet, işkence, yargısız infaz, hukuksuzluk karşısında konum alanlar dahil toplumun önemli bir bölümünde karşılık buldu. OHAL şartlarında, hesap sorulmayan bir ortamda kolluk güçleriyle birlikte kendine vazife çıkaran bazı siviller de yağmacı ve hırsız avına başladılar. Enkaza dönen evinden eşyalarını kurtarmaya çalışan, günlerdir aç ve susuz kaldığı için bir marketten yiyecek ve su çalmak zorunda kalan, kurtarma çalışmaları için enkaz başında bekleyen de sözünü ettiğimiz şiddet, işkence uygulamalarına maruz kaldı, ölenler oldu. Oysa yağmacı olarak suçlananlara yönelik linç ve ölümlere sivil vatandaşlarla birlikte kolluk güçlerinin de katıldığını gösteren görüntülerin Saray/AKP/MHP iktidarının sorumluluğunu gizlemeye, tartışmayı başka alanlara taşımaya yönelik olduğunu belirtmek gerekiyor.

Yıkılan binaları yapanlara, izin verenlere, denetlemeyenlere, imar affını kaynak yaratmak olarak görenlere, zamanında yardıma gelemeyenlere yönelmesi gereken haklı tepkiler önemli bir kısmı ihtiyacı için hırsızlık yapanlara yöneltildi. Bu yapılırken toplumun bilinçaltına şiddet, linç, işkence, cinayet görüntüleriyle birlikte hukuksuzluk ve korku da zerk edildi. Depremin çok geniş bir alanda olması ve önceliğin enkaz altındakileri çıkarmak, kurtulanlarla dayanışma olması nedeniyle tüm bu şiddet, linç ve hukuksuzluğa karşı toplumsal muhalefet yerinde ve yeterli tepki örgütlenemedi.

Saray/AKP/MHP iktidarının tek merkezden karar alma, yönetme ve uygulama pratiğinin en uç örneklerinden birini de deprem bölgesine yönelik yardımların dağıtılması ve örgütlenmesi sırasında gördük. Maraş’ta HDP ve sivil inisiyatiflerin yardım faaliyetlerini yürüttüğü Hasankoca Cemevi’ne kayyum atanması, Osmaniye’de TKP’nin yardım çadırına el konulup TKP üyelerinin gözaltına alınması gibi örnekler iktidarın kendinden olmayanları engelleme niyetiyle birlikte ‘yardım yapılacaksa onu da biz yapacağız’ anlamına gelmektedir. Oysa herkes sivil inisiyatiflerin, sosyalist ve devrimcilerin devletten daha önce deprem bölgesine ulaştığını, daha örgütlü çalıştığını gördü. Önümüzdeki seçimleri de düşünen iktidarın asıl korktuğu ve engellemeye çalıştığı küçük küçük de olsa muhalefetin bu başarısı ve devletin yetersizliğinin görülmesidir. Saray/AKP/MHP iktidarının kurduğu devlet düzeni enkaz altında kalmıştır.

HAYIRSEVERLİK ŞOVU

İktidarın ürkmesine yol açan gelişmelerden biri de vatandaşların açık açık devlet kurumlarına, iktidar kontrolündeki kurum ve derneklere yardım yapmayacağını belirtmesidir. Bu noktada Haluk Levent’in AHBAP derneği öne çıkarken, çok sayıda sivil inisiyatif de ortaya çıktı. İktidar ve yandaş kurumlara yönelik güvensizliğin açıkça ve yüksek sesle söylenmesi, AFAD ve Kızılay’ın bağış yaptığı gerici vakıf ve derneklerin sorgulanması karşısında Tayyip Erdoğan ve iktidar bileşenleri her seferinde yapılan yardımların depremzedelerin için kullanılacağını belirme ihtiyacı duydular. Oysa aynı Tayyip Erdoğan ve iktidar üyeleri bundan önce deprem vergileri nerede diyenlere ‘gerek duyulan yerlerde kullanıldı’, ‘deprem vergileri ille de deprem için mi kullanılacak’ diyorlardı.

AFAD ve Kızılay’a yönelik toplumun önemli bir bölümünün ifade ettiği güvensizlik ve iktidar sorgulaması karşısında Saray/AKP/MHP iktidarı kontrolü altındaki tüm tv kanallarından ortak yayın eşliğinde yardım kampanyası düzenleyerek görüntüyü kurtarma adımı attı. Merkez Bankası ile birlikte kamu bankaları ve kurumlarının da dahil edildiği kampanyada toplanan paranın depremzedeler için kullanılacağı vurgusunun yanına hayırseverlik de eklendi. Böylece yardım veya hayırseverlik kavramlarıyla zenginler, muhtaç durumda olanlar, yani eşitsizlik  ilişkisi normalleştirilirdi. Fakat asıl sorgulamalar Merkez Bankası ve kamu bankalarının İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir kurum olan AFAD’a bağış yapması üzerinden başladı. Haklı olarak bir kamu kurumunun başka bir kamu kurumuna bağış yapmasının hukuki altyapısının olmaması, bu kurumların zaten halkın olduğu ve halkın parasını halk için bağış olarak göstermekteki çelişkiler iktidarın kuralsızlığını ve algı her şeydir şeklindeki tutumunu göstermiş oldu.

Söz konusu hayırseverlik şovunda bugüne kadar iktidarın verdiği ihaleler aracılığıyla semiren şirket ve kişilerin öne çıkarılması da sağlandı. Devletten en fazla ihale alan ve bu nedenle beşli çete olarak tanımlanan şirketlerle birlikte çok sayıda şirket ve kişinin imajının düzeltilmesinin de amaçlandığını belirtmek gerekiyor. Bağış yapan şirketlerin yaptığı bağışların vergiden düşülmesi yoluyla dolaylı olarak toplanan bağışların yine halktan olduğu gerçeğini, Mehmet Cengiz başta olmak üzere bağış yapanların bazılarına bir iki gün sonra yaptıkları bağışa yakın teşvik verildiğini, geçmişte borçlarının silindiğini unutmamak gerekiyor.

Bu hayırseverlik şovuyla toplanan paraların İçişleri Bakanlığı’na bağlı AFAD aracılığıyla kullanılacak olması iktidara deprem üzerinden denetimsiz para harcama olanağı da yarattığı düşünülebilir. Özellikle Merkez Bankası ve kamu bankalarından para kullanmanın yasal gereklilikleri de bypass edilmiş oldu. Bu nedenle iktidarın deprem için topladığı ve tamamına yakını (dolaylı olsa da) vergilerimizden oluşan bu paranın takibini yapmak, iktidar üzerindeki baskıyı sürdürmek önemlidir.

DEPREM FIRSATÇILARI

Depremin yarattığı yıkımla evlerini kaybeden çok sayıda aile yeni bir yaşama başlama umuduyla başka kentlere göç etmeye başladılar. Bu göçle ilgili olarak Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu şubat ayı meclis toplantısında oda üyelerine yaptığı konuşmada deprem bölgesinden gelenlere iş verilmemesini isterken, ‘demografik yapıyı bozabilecek bir duruma çanak tutmayalım.’ dedi. Bu ülkenin yurttaşları olan ve deprem gibi bir felaketle tüm varlıklarını kaybetmiş insanlara iş verilmemesini isteyen sermaye temsilcisinin bu iktidarın ürünü olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Ulusal ve uluslararası yasa ve sözleşmelerle güvence altına alınmış hakları yok sayan bu sermaye temsilcisinin deprem bölgesindeki linçci, işkenceci güruhtan bir farkı yoktur ve iktidarın tercihlerinden beslenmektedir.

Gaziantep başta olmak üzere depremden etkilenen bazı kentlerde ise çalışanların evlerine giremeyişini kullanan patronlar tam ücret ödememek, işçi ailelerini de fabrikalara getirerek çalışanları her saat çalışmaya hazır hale getirmek, ücret artışı dönemi olmasına rağmen deprem gerekçesiyle ücret artışı yapmamak gibi yollarla işçilerin çaresizliğiyle sömürüyü kalıcı hale getirmeye çalışıyorlar. Tüm gelişmeler karşısında devletin ilgili kurumlarının sessizliği, OHAL kapsamındaki kentlerde çalışanların iş güvencesi, yakınlarını yitirenlerin izin kullanmaları, yıkılan işyerlerindeki çalışanların durumu hakkında herhangi bir düzenleme yapılmış değil.

Deprem bölgesinde ailelerini kaybeden veya kurtarma faaliyetleri sırasında farklı hastanelere gönderildiği için aileleriyle iletişimleri kopan çok sayıda kayıp çocuk haberi depremin bir başka acı yüzü olarak uzun süre tartışılacaktır. Bu tartışma, ailelerin çocuklarını arama haberleri sırasında deprem bölgesinden çok sayıda çocuğun dinci vakıflara ait yurtlara getirildiği ortaya çıktı. Bakanlık iddiaları reddetse de ısrarlar karşısında İHH’ya ait bir dernekte 20 çocuğun, anneleriyle birlikte kaldığını kabul etti. Özellikle sosyal medya üzerindeki kayıp çocuk haberlerinin çok fazla oluşu dikkate alındığında insan kaçakçılığıyla birlikte gerici örgütlerin devşirme kültürünü canlandırmaya çalıştıkları açıktır. Devlete ait Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yok sayılarak çocukların gerici örgütlenmelerin kontrolü altındaki vakıf ve derneklere verilmesi veya bu örgütlerin önlerinin açılması çocukların psikolojik, sosyal gelişimi açısından büyük bir risktir.

Saray/AKP/MHP iktidarı seçimleri de düşünerek depremle birlikte iyice açığa çıkan defolarını gizlemek için algı yaratmaya, şiddeti sıradanlaştırmaya, tüm anti demokratik girişimleri insani gerekçelerle perdelemeye çalışacaktır. Tüm olumsuzları muhalefete, dış güçlere, depremi kadere bağlayan iktidara karşı bugüne kadar yaratılmış dayanışma örgütlülüklerini de içerecek bir ortak tutumun gerekli olduğu açıktır. Maraş’ta Cemevi’ne kayyum atama, Osmaniye’de TKP’nin yardım malzemelerine el koyup, gözaltına alma, deprem bölgesinde yardım faaliyeti içindeki muhaliflere yönelik engellemeler, medya mensuplarının tehdit edilmesi gibi onlarca örnek iktidarın deprem bölgesinde kendisi dışında hiçbir örgüte tahammülü olmadığını göstermektedir.

Her biri çok değerli olan dayanışma girişimlerinin deprem bölgesinde ortak koordinasyonunun sağlanması ve deprem bölgesi dışındaki kentlerle de bağının kurulması iktidarın bu konuda kurmaya çalıştığı tahakkümü de engelleme potansiyeli barındırmaktadır. Neo liberal politikalar ve bunun gerici, faşist bir iktidarla sürdürülmesi karşısında devrimci, sosyalist politikalar üzerinden ortak bir hat kurulması önemlidir. Bugün yaşadığımız ekonomik, sosyal, kültürel yıkımın sebebi olan neo liberal politikalara karşı sosyalistler, çözüm üretmek ve dayanışma ilişkileriyle birlikte görünür kılmak iktidarla birlikte Millet İttifakı’nın da neo liberal politikalarla kurmayı düşündüğü düzene bir alternatif yaratma gücü ve potansiyeline sahiptir.

Soru ve Cevaplarla Deprem Hurafeleri

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi