Mafya/ çete lideri Sedat Peker’in çektiği videoları yayımlamasıyla eski ve yeni çok sayıda siyasetçinin, yöneticinin, gazetecinin içinde bulunduğu çürümeyi de izliyoruz.
Sedat Peker kendini kurtarmak, yitirdiği gücü geri kazanmak için söylediklerinin bir kısmı yanlış olabilir. Ancak söylediklerinin bazıları açık kaynaklarda haber olduğu ve Saray/ AKP/ MHP iktidarının bir açıklama yapmayışı kavganın büyüklüğünden öte belirsizliği ve yıkıcı olacağının işareti gibi görünüyor.
Yayımladığı videolarda çok sayıda kişinin adını vermesine rağmen şu ana kadar Süleyman Soylu ve Mehmet Ağar dışında açıklama yapan olmadı. Bu açıklamalarda Mehmet Ağar “Biz olmasak Bodrum Yalıkavak Marina”ya mafya çökecekti.” sözünü Süleyman Soylu’nun uyarısıyla geri alsa da anladık ki bu ülkede mafyanın insanların mallarına çökmesi karşısında İç İşleri Bakanlığı’na bağlı kolluk güçleri, Adalet Bakanlığı’na bağlı savcılar değil Mehmet Ağar daha ‘etkili’ oluyor.
Örneğin Kolombiya’da yakalanan ve medyada haber olan 5 ton kokainle ilgili olarak gideceği adres Türkiye/ İzmir Limanı olduğu açıklanan geminin sahibi, işletmecisi, burada malın teslim edileceği adresle ilgili bir işlem ve kamuoyuna bilgilendirme yapılmamış olması ülkemizin, özellikle İstanbul’un dünyada en fazla uyuşturucu kullanılan kentler sıralamasında 2. sırada olmasını da açıklıyor.
Sedat Peker’in açıklamalarıyla ilgili Susurluk benzetmesi yapılsa da devletin yirmi yıl içindeki yapılanması ve işlem yapabilecek yargı biriminin, kolluk yapısının olmayışı, ulusal ve uluslararası ilişkiler ağı, konuşulan paranın büyüklüğü gibi çok sayıda unsur Susurluk’tan daha büyük ve kapsamlı bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Zaman zaman bağımsız haber kanallarında gündeme getirilen Suriye’deki cihatçı çetelere malzeme satışı, alınan komisyonlar, Azeri mafyası, Balkanlardaki ağlar kavgaya neden olan gücün ve paranın büyüklüğünü anlamamıza yetiyor.
Pelikan Grubu (Albayraklar), Süleyman Soylu, Mehmet Ağar, Tansu Çiller, Abdülkadir Aksu gibi iktidarın parçası veya destekçisi olan kişilerin adlarını saymasına rağmen Saray’ın şu ana kadar açıklama yapmamış olması bir tedirginliğin ifadesi olarak görülebilir. Ekrana çıkmak, mikrofonu kapmak için her fırsatı kullanan Saray’ın bu kavgada sessiz kalması sonunun nereye varacağını bilmediği için beklediği izlenimi veriyor.
Saray’ın suskunluğunun bir nedeni de Sedat Peker’in yaptığı ve yapacağı açıklamalarla Saray karşısında ağırlık/ güç merkezi durumunda olan Süleyman Soylu’un, Mehmet Ağar’ın, Alaattin Çakıcı’yı hapisten çıkaran MHP’nin yıpranarak güçlerinin aşınıp Saray’a bağımlı ve mecbur kalmalarını beklemek olabilir.
Bu arada Mehmet Ağar’ın Sözcü Gazetesi’ne, Cemil Çiçek’in Deutsche Welle Türkçe servisine röportaj verdiklerini not düşmeliyiz. Yandaş medyanın inandırıcılık sorununun dışa vurumu olduğu kadar öncelikle muhaliflerin iknasına yönelik bir hamledir. Cemil Çiçek’in “videoları seyreden, gazeteden okuyan ilgili savcı ya da savcıların harekete geçip gereğini yapmaları lazım:” sözü ise Saray’a yapılmış bir uyarıdır. ANAP döneminden bu yana devlet aygıtı içinde her düzeyde görev alan, şu an Saray’da politika oluşturma kurulunda bulunan Cemil Çiçek’in açıklaması iktidarın/ devletin çözülme olasılığına karşı ön alma işareti olarak okunmalıdır.
Mafya, siyaset, ticaret, medya arasındaki bu kavgada emekçiler, yoksullar, işsizler olarak taraf olmak yerine üçüncü bir seçenek yaratmak ve her alanda, tüm ülkede temizliğin ancak halkın kendisi tarafından yapılabileceğini ve u yağma düzenini ancak halkın yıkabileceğini öne çıkarmak zorundayız.
EMEĞİN YAĞMALANMASI
Yapılan alan araştırmalarında halkın %60 ‘ı ekonomik krizi birinci sırada görürken bugüne dek tüm yönetenlerin siyasi rant devşirdiği ‘terör sorunu’ %2 ile ezilenlerin, yoksulların gündeminden çıkmış durumda. Hem Dünya Bankası’nın hem de TÜİK’in 2019 ve 2020 verilerinde Türkiye’de 10 milyon insanın mutlak açlık sınırında yaşadığını görülüyor.
Türkiye’de asgari ücret, hatta kısmi çalışma ödeneği bile çok görülürken çalışanların aidatı ile oluşturulan İşsizlik Sigorta Fonu sermayeye aktarılıyor, yağmalanıyor. Bu dönemde çocuklar bile canına kıyıyor. 3,5 milyon çocuğun yaşadığı evlere maaş girmiyor; geleceğimiz yağmalanıyor.
Cengiz İnşaat, Kolin İnşaat, Makyol İnşaat, Kalyon İnşaat, Limak İnşaat gibi şirketlere (19 ile 36 kez arasında) vergi muafiyeti sağlayan Saray/ AKP/ MHP iktidarı icra ve iflasla boğuşan, canlarına kıyan köylülere, küçük esnafa, işçiye, KYK borçlusu öğrencilere sıra gelince “helallik” istemekle yetiniyor.
13 Mayıs 2014’te 301 madencinin yaşamını yitirdiği Soma Katliamı’ndan sonra bile binlerce madenciyi ve mağdur aileyi şirketlerle baş başa bırakan Saray/ AKP/ MHP iktidarı Ankara’ya yürüyen işçilerin karşısına kolluk güçlerini dikip, katliamın sorumlularını da cezadan kurtarmak için yargıya müdahale ediyor. Bu nedenle 24 Mayıs 2021’de görülecek Soma Katliamı davası emeğin ve canlarımızın yağmalanmasına karşı emekçiler ve iş cinayeti mağdurları açısından önem taşıyor.
Salgın, ekonomik kriz koşullarında 2020 mart ayından bu yana çalışanları enflasyon karşısında korumayan, milyonlarca çalışanı ücretsiz izin yardımı, kısa çalışma ödeneği gibi ödemelerle açlık sınırının altında bir gelire tutsak eden, kod:29 uygulamasıyla 200 bin dolayında işçinin tüm hakları ve yeni bir işe girme hakkı da gasp edilerek işten atılmalarına göz yuman Saray/ AKP/ MHP iktidarına karşı direnmek, itirazları büyütmek zorundayız.
Şu anda küçük ölçekli olsa da direnişte olan sendikaların, bireylerin bir araya gelmeleri, önümüzdeki günlerde daha da ağırlaşacak ekonomik ve siyasi koşullar da dikkate alınarak ortaya çıkabilecek direnişleri, itirazları bugünden örgütlemenin yollarını aramak zorundayız.
22 Mart 2021 tarihli ‘Çürümeden Çöküşe’ başlıklı değerlendirmemizde “Türkiye genelinde 20’ye yakın işyerinde işten çıkarma ahlaksızlığına maruz kalan ve mağdur edilen işçilerin eylemleri de sürüyor. Geleneksel sendikacılığın işçilerin doğal reflekslerini de yok ettiği günümüzde bağımsız sendikaların ve konfederasyonlara rağmen direnen 2-3 sendikanın direnişleri yol gösterici özellikler taşıyor. Ancak yeterli dayanışma ilişkilerinin geliştirilememesi, bu direnişlerin birleşik hale getirilememesi önemli bir sorun.”
DOĞANIN YAĞLANMASI
Saray/ AKP/ MHP ittifakı korona salgını, ekonomik kriz koşullarında dahi salgın karşısında savunmasız olan yurttaşları korumak, işsizliği önleyecek yatırımlar yerine çevre ve doğanın yağmalanmasıyla sonuçlanacak rant ekonomisinde ısrar ediyor. Kaz Dağları’nda gördüğümüz yıkımın bir benzerini Rize/ İkizdere’de görüyoruz. Köylülerin tüm karşı çıkışları, avukatların hukuksuzlukları dile getirmeleri karşısında iktidar asker yığınağı ile karşılık veriyor.
Köylülerin, duyarlı yurttaşların doğayı korumaya çalıştığı İkizdere’de iktidar şirketi ve şirketin iş makinalarını koruyor. Son yıllarda giderek yoğunlaşan çevre ve doğa yağması ancak sömürge ülkelerde olabilecek yoğunlukta sürdürülüyor. Bir daha bu topraklarda yaşamayacak, bu derelerin suyunu içmeyecek, kuş cıvıltılarını dinlemeyecek, ağaçlarının gölgesinde oturmayacak, meyvelerini yemeyecekmiş gibi bir yağmadır karşı karşıya olduğumuz. Milyonlarca yılda oluşmuş bir eko sistem yandaş inşaat şirketlerinin para hırsı için kurban ediliyor.
İçindeki her şeyi ile bize, Türkiye halkına ait olan bu toprakları, doğamızı, çevremizi korumak sağlıklı yarınlarımız için de zorunludur. Doğanın sahibi değil parçası olduğumuz bilinciyle inşaattan tarıma, enerjiden kentleşmeye kadar tüm alanları korumak ve yarına aktarmak üzerine yeniden planlamak zorundayız.
İNANCIN YAĞMALANMASI
İsrail’in Filistin halkına yönelik uyguladığı şiddet ve terör karşısında ezilenden, meşru ve masum olandan yana tavır almak her şeyden önce vicdanı bir durumdur. Elbette vicdanı diri tutan, kirlenmesini önleyen de ideolojik ve siyasi seçimlerimizdir.
İsrail’in saldırıları sonrası Saray/ AKP/ MHP iktidarı ABD’de Biden’ın seçilmesinden bu yana uluslararası alanda muhatap alınmama durumunu aşmak için kullanmanın ötesine geçmiyor. Aylardır temas kurulamayan ülke yöneticileriyle İsrail’in saldırılarını görüşmek gerekçesiyle görüşülmüş oldu.
Ülkemizde de bir anda binlerce insan birçok kente sokaklara çıktı. Ellerinde Filistin bayrakları, Hamas’ı öne çıkaran sloganlarla gösteriler yapıldı. Sokağa çıkma yasağının olduğu bir zamanda açılan pankartların, flamaların, bayrakların nerede hazırlandığı, binlerce insanın farklı kentlerde nasıl mobilize olduğu soruları önemlidir.
Önemlidir; çünkü Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “İsrail’in saldırılarını hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor” dedi. Aklı aşında hiç kimse, özellikle de bir bakan uluslararası niteliği olan, Birleşmiş Milletler’de, AB’de vb. kurumlarda görüşülecek olan bir olayla ilgili olarak yalnızca Müslüman topluluklar için anlamı olan ‘ümmet’ sözcüğünü kullanmaz. Dini bir ayrıştırma özelliği olan ‘ümmet’ sözcüğü Hamas’a ve yurt içindeki dinci çevrelere selam niteliği taşımakla birlikte Filistin Kurtuluş Örgütü’nü ve yurt içindeki laik, Filistin yanlısı insanları da yok sayma özelliği taşıyor.
Yapılması gereken bellidir; anti emperyalist bir tutumla, inançları değil insanı öne çıkaran, siyasi rant ve inanç yağması yerine yaşam hakkını ve halkların eşitliğini (ve kardeşliğini) savunan bir yaklaşımla İsrail devleti ile her türlü ekonomik, siyasi, askeri ilişkileri askıya almak ve Filistin halkıyla dayanışma ilişkileri geliştirmek. Osmanlı bakiyesi coğrafyanın patronu gibi davranmak yerine bölge ülkesi olarak yalnızca Filistin’de değil tüm coğrafyada anti emperyalist politikaları ve barışın kurulmasına çalışmaktır yapılması gereken,
Bugüne kadarSoki yanlış (Yeni Osmanlıcı) politikaların karşılığı olarak geçmişti iyi ilişkiler içinde olduğumuz ülkelerde istenmeyen ülke durumundayız. Mısır açıkça “Türkiye Arap topraklarındaki asker ve savaşçılarını çekmelidir” şartı koşuyor. Libya Mevlüt Çavuşoğlu’nun yüzüne “Libya’daki yabancı savaşçılarınızı (Suriye’den taşınan çeteler) çekin” diyor.
Din ve Osmanlıcılık üzerinden Türkiye halkının inançlarını, tarihi geçmişini iktidar uğruna yağmalayan, ulus ve halk kavramlarının yerine “ümmet” kavramıyla toplumu ayrıştıran Saray/ AKP/ MHP iktidarına karşı barışı ve halkların kardeşliğini savunmak Türkiye devrimcilerinin, sosyalistlerinin, demokratlarının öncelikleri olmay