Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Ya Rant Ya Ölüm

Enkazın altında kalan ve yaşamlarını yitiren vatandaşlarla birlikte iktidar ve iktidarın kurduğu devlet düzeni de enkaz altında kalmıştır

Ülkemizde yaşanan depremle birlikte daha önceki çok sayıda doğal afette ve iş cinayetinde gördüğümüz kuralsızlığın, sermayeyi önceleyen politikaların, en genel olarak da kapitalizmin yıkımını, yol açtığı ölümleri çok daha büyük bir alanda ve binlerce insanın ölümüyle bir kez daha gördük. Saray/AKP/MHP iktidarının yarattığı ekonomik yapının ve rantın üzerindeki cila depremle ortadan kalktığı ve bunu iktidar bileşenleri de gördüğü için ilk günden ‘asrın felaketi’ diyerek yıkımın kaçınılmaz, ‘kader planı’ diyerek ilahi bir olay olduğu yönündeki propagandayla sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Gerçekte ilk saatlerden bugüne kadar alınan kararlara, yapılanlara, açıklamalara baktığımızda iktidarın suçluların telaşı içinde olduğunu söylemek mümkündür.

Yıkımın büyük olmasının ve ölümlerin onbinlerle ifade edilmesinin altında kapitalizmin rant ve kar hırsıyla iktidarın bu hırsa yol veren politikalarının olduğunu unutmamak gerekiyor. ‘İnşaat bizim işimiz’ diyen Tayyip Erdoğan’ın bu sözü yirmibir yıllık iktidarın inşaatı, arazi rantını nasıl bir yağmaya dönüştürdüğünün itirafıdır. Kürsüye her çıktıklarında, ellerine her mikrofon geçirdiklerinde, her seçim öncesinde gözümüze sokulan yolların, dikilen yapıların, açılan havaalanlarının, iyi bir şey yapıyorlarmış gibi çıkarılan imar aflarının sonucudur gördüğümüz aflar ve yıkımlar.

Türkiye gibi deprem kuşağında yer alan bir ülkenin öncelikle depreme hazırlık yapması gerektiği 1999 Gölcük depremiyle ortaya çıkmışken, bilim insanları yaşanan bu depremi üç yıl öncesinden haber vermişken umursamayan iktidarın depremin hemen öncesinde yeni bir imar affı için hazırlık yaptığını unutmamak gerekiyor. Yaşanan yıkım Saray/AKP/MHP iktidarının yol verdiği, adeta hazırladığı bir yıkımdır. Depremden en fazla etkilenen on ilde 300 bine yakın bina için imar affı çıkaran iktidar ölümlerin ve yıkımın büyüklüğünün asıl sorumlusudur. İktidar bu suçunu bildiği için ‘asrın felaketi’ söylemiyle yıkımın kaçınılmaz olduğu algısıyla kurtulmaya, bir yandan da yıkılan binaların müteahhitlerini tutuklayarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalışmaktadır. Bir inşaatın yapımından sahibine teslim aşamasına kadar olan proje, denetim, imar planı gibi aşamalarda yer alan sorumluların kamu kısmını gözlerden kaçıran iktidar ölüm ve yıkım sonrasındaki adli süreçleri de yönlendirme eğilimini açığa vurmuştur.

Yaşadığımız ölüm ve yıkımın büyük olmasının nedenlerinden birinin de iktidarın sorunu algılayamayışı kadar kurdukları tek adam rejiminin iflası olduğunu belirtmek gerekir. Enkazın altında kalan ve yaşamlarını yitiren vatandaşlarla birlikte iktidar ve iktidarın kurduğu devlet düzeni de enkaz altında kalmıştır. Depremin ilk saatlerinde dördüncü derece afet uyarısı verilmesine rağmen ne bölgedeki AFAD ekipleri, ne AFAD’ın bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı, ne de hepsinin bağlı olduğu Saray yaptıkları dördüncü derece afet uyarısına uygun adımları atmadığı gibi, yıkımın büyüklüğünün farkına varan STK’ları, muhalif siyasi partileri, belediyeleri, kişileri engellenmeye yönelmişlerdir. Özellikle ilk iki gün bölgeye gönderilen kurtarma ekibi ve araç gereç sayısına, sosyal medya kısıtlamasına, ‘seferberlik ilan edilsin’ çağrılarına karşılık OHAL ilan edilmesine, iki gün borsanın kapatılmayarak bölgedeki insanların zararına, çimento şirketlerinin hisselerinin tavan yapmasına göz yumulmuş olmasına bakmak bile iktidarın yetersizliğiyle birlikte tek adam rejiminin ülkeyi getirdiği yeri görmeye yetecektir. Örneğin birçok kurum ve bilim insanının çağrısına rağmen ilk üç günde ordunun, madencilerin, kurumlardaki yardım ekiplerinin deprem bölgesinde kurtarma çalışmalarına gönderilmeyişi kurtarılabilecek çok sayıda insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. Depremin yedinci gününde bile enkaz altından sağ çıkarılan insanların olduğu dikkate alındığında iktidar kurtarma çalışmalarındaki gecikme, yetersiz ekip ve malzeme nedeniyle de ölümlerden sorumludur.

Seçim sürecine girilen bir dönemde yaşanan deprem özellikle iktidarın propaganda önceliğini de göstermiş oldu. Birçok kentte muhalif belediyelerin, STK ve partilerin topladığı yardımların gönderildiği araçlara bazı yerlerde AKP amblemleri, bazı yerlerde valilik logoları yapıştırmaya zorlanması, Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarında uyarı yapan, iktidarı eleştiren herkesi aşağılayan, suçlayan, ‘hesaplaşacağız’ ifadesiyle tehdit eden tavrı, AKP’li Ömer Çelik’in depremin ikinci günü ‘Cumhur İttifakı tam kadro sahada’ açıklaması, AKP’li Mehmet Metiner’in ‘Adıyaman’ın arkasında Reis var’ gibi sözleri iktidar temsilcilerinin ve savunucularının Saray/AKP/MHP iktidarının acılar, ölümler karşısındaki karakterini ortaya koymaktadır.

Başta devrimciler, sosyalistler, yaşamdan yana olan muhalifler, duyarlı vatandaşların kendi güçleri ve örgütlülükleri oranında yaptıkları müdahale ve kurdukları yardım ağlarıyla devletin yapamadığını yaptığını belirtmek gerekiyor. 1999 depremi sırasında öne çıkan AKUT gibi bu depremde de AHBAP’ın öne çıkması karşısında iktidar yandaşı gazetecilerin ve trollerin saldırısını beraberinde getirdi. Belediyeleri İç İşleri Bakanlığı ile hizaya sokmaya çalışan iktidar gazetecileri ve trolleri aracılığıyla AHBAP’ı da hizaya getirme adımlarından geri durmadı. Tayyip Erdoğan ise yapılan yardımların AFAD ve Kızılay’ yapılmasını isteyerek gerçekte bu rahatsızlığı dile getirmiş oldu. Onbinlerce insanın ölümüyle sonuçlanan, 10 ili etkileyen deprem bile iktidarın rejimi, rantı önceleyen politikalarında esnemeye yol açmadı. Daha önceki yazılarımızda değindiğimiz ‘ne pahasına olursa olsun iktidarı sürdürmek’ isteğinin yansımasını depremde de gördük.

Depremin üzerinden bir hafta geçmesine ve hala daha enkaz altından sağ kurtulanlar olduğu, evleri yıkılan insanların birçok kentte çadır, su, hijyen malzemesi, soba vb. ihtiyaçlarının ulaştırılamamış olması ve her şeyin AFAD, dolayısıyla iktidar aracılığıyla yapılıyor olduğu algısı için getirilen düzenlemeler acılarla birlikte öfkeyi de büyütüyor. Bununla birlikte iktidar önce okullarda uzaktan eğitime geçileceğini, KYK ait yurtların depremzedelere açıldığını duyurdu. Gelen tepkiler üzerine üniversiteler dışında eğitime mart ayına kadar ara verildiğini açıklarken, KYK yurtlarıyla ilgili kararında ısrar ederek ideolojik, politik tercihini eğitim dâhil her şeyden önce tuttuğunu gösterdi. KYK yurtlarına depremzedeleri yerleştirme kararıyla siyasi bir rantın ardına düşen iktidar, otellerin, misafirhanelerin, boş kamu lojmanlarının kullanılması önerisine karşı çıkarak turizm gelirlerini ve turizmcileri, özelleştirmeden elde edilecek kaynağı depremzedelere tercih etmiştir.

Korona salgını süresince iki yıla yakın uzaktan eğitimle öğrenimini sürdüren üniversite öğrencilerinin yeniden uzaktan öğrenime itilmesi önümüzdeki yıllar açısından da sorunlar yaratacak bir durumdur. Bu konuda eğitim sendikalarının, uzmanların uyarılarına kulaklarını tıkayan iktidara karşı eğitim hakkını da savunmak hepimizin sorumluluğudur. Yurtlarda kalan öğrencilerin apar topar çıkarılması, bu öğrencilerin ne kadarının deprem bölgesinden olduğu, ekonomik durumları gibi en basit insani araştırmaları bile yapmayan iktidar ben yaptım oldu demeye devam ediyor, edecektir.

Seferberlik ilanı çağrılarına OHAL ilan ederek karşılık veren Saray/AKP/MHP iktidarının bu konudaki pratiğini 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL pratiğinden biliyoruz. İktidarın yağma ve hırsızlık olaylarına karşı OHAL ilan edildiği şeklindeki açıklaması ise doğru ve inandırıcı değildir. Yağma ve hırsızlık gibi suçlar için var olan mevzuat yeterliyken ve devletin asli görevlerinden birinin bu suçları engellemek olduğu gerçeği iktidarın OHAL ilan etmesinin seçimlere yönelik olduğunu düşündürüyor. Her ne kadar 10 ili kapsadığı söylense de özellikle deprem ve depremle ilgili eylem, açıklama, haber vb. durumlar başta olmak üzere OHAL’in çok daha kapsamlı kullanılabileceğini düşünmek mümkündür. Mevcut mevzuata göre seçimlerin ertelenme olanağı da olmadığı dikkate alınırsa seçim sürecinde OHAL’in başta bu 10 il olmak üzere muhalefetin çalışmalarını engellemek için de kullanılacağı akla geliyor. Altı yıllık OHAL dönemini Anayasa ve yasaları çiğnemek için fırsata çeviren iktidara karşı demokrasi, özgürlükler, adalet ve yaşam hakkı mücadelesi çok daha önemli hale gelmiştir.

Depremde yıkılan binalar arasında hastaneler dahil kamu binalarının ve yakın zamanda yapılmış binaların yıkılmış olması gerçeğini unutmadan Saray/AKP/MHP iktidarının ve tüm işbirlikçilerinin rant, sömürü, soygun politikalarına karşı topyekun bir mücadeleyi örgütlemek zorundayız. İktidar ve sermayenin işbirliği içinde bu yıkımı hazırladıklarını, ölümlerin sorumlusu olduklarını unutmamalıyız. Kurulan tek adam devlet düzeninin sermaye için kolaylık, halklar için ölüm ve gözyaşı olduğunu görmek zorundayız.

İktidarın bile deprem gerçeğini reddedemediği, fakat gereğini yapmadığı unutulmadan tüm yapıların kamu kurumları ve meslek örgütleri tarafından kontrol edilmesi gerekmektedir. Yapıların yer seçiminden denetimine, kullanılan malzemeden projesine kadar tüm süreçler kamu aracılığıyla ve meslek örgütleriyle birlikte yapılmalıdır. Özellikle önümüzdeki on yıl içinde gerçekleşmesi beklenen Marmara depreminin gerçekleşeceği alanın nüfusu, ekonomi içinde tuttuğu yer dikkate alındığında felaket sözcüğünün yetersiz kalacağı bir can kaybı ve yıkım yaşanacağı açıktır. İktidarın ve sermayenin rant ve sömürü politikalarının yarattığı ve yaratacağı ölüm ve yıkıma karşı devrimci, sosyalist bir programla bölüşümü, yaşamı ve kamusal politikaları savunmak zorundayız. Bugüne kadar ödediğimiz deprem vergileri dâhil ödediğimiz vergi ve harçların zor zamanlarda bize çaresizlik olarak dönmesi karşısında halkın yardım ve dayanışma pratiklerinin iktidarın ve sermayenin sorgulanması doğrulusunda da örgütlenmesi önemli olduğu kadar yaşamsaldır.

İktidarın ve bileşenlerinin eleştiriler karşısında ‘siyaset zamanı değil’ çıkışlarının psikolojik hegemonya kurma amacı taşıdığı gerçeğine karşı yaşadıklarımızın siyasetin, siyasetçilerin ürünü olduğunu bulunduğumuz her alanda, herkese anlatmak zorundayız. Örneğin onbinlerce insanın ölümüyle sonuçlanan, neredeyse oturacak evin kalmadığı bölgede elektrik ve doğalgaz faturalarının ertelendiğini açıklayan Enerji Bakanının dağıtım şirketlerinin alacağını koruması basit bir alacak verecek olayı değil ideolojik ve siyasi bir tercihtir. Bir yıl içinde %300-400 kar eden enerji şirketlerine ‘deprem bölgesinde faturaları silin’ diyemeyen iktidar, talimat, talep beklemeden faturaları silmeyen şirketlerin bu tavırlarının siyaset olduğunu anlatmak zorundayız. Siyasi rant uğruna, halkın çaresizliğini de kullanarak imar afları çıkaran, yeni yapılarda gerekli denetimleri yapmayan iktidar partilerinin ve şirketlerinin bu binalar için af ve konut karşılığı para almalarının tam da siyasetin konusu olduğunu herkese anlatmak zorundayız. Devrimci, sosyalist, yaşam savunucusu tüm güçlerin yaratacağı ortak mukavemetin bir görevi de bu acıları ve sorumluları unutmamak, unutturmamak olmalıdır.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi