“Ama neye benzetsem âşık olma durumunun yarattığı o kendine özgü duyguyu ve bilinci? İnsan hayatta gerçekten âşık oldu mu yeni bir kıta keşfetmiş gibi oluyor.’’
Vincent Van Gogh… Yaşamayı seçtiği ve elbette büyük ölçüde seçemediği yönleriyle bir yandan basit ve yalın, bir yandan da ‘‘kaotik’’ denebilecek hayatı daima ilgi çekmiş, eserleriyle insanların ruhuna dokunup iz bırakmış ikonik ressam… Bu kadar çok tanınıp bilinen ve sevilen, benim de derinden etkilendiğim bu ressamı pek bilmeyen, tanımayan yoktur elbette. O yüzden bu yazımda anlatmayı seçtiklerim, onun hayatına genel bir bakış olmayacak. Biraz derinlerine, kalbine ve ruhuna doğru inmek istiyorum. Yaşadığı ve yaşamak isteyip de ulaşamadığı -kalp meselelerine- yani kadınlarla olan aşklarına ve aşksızlıklarına bakalım istedim. Bu yönüyle, aşk hayatı ve kadınlarla olan ilişkisi duyguları aracılığıyla eserlerine nasıl yansımış, bazı örneklerle görelim istedim. Belki de bu konuya en uygun sözlerinden biri, kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarından birinde kendini belli eder…
“Çizmeye devam etmenin en iyi yolu sevmeye devam etmektir” * diyordu Van Gogh. Sevmek onun için büyük bir anlam taşıyordu. İnsana ve doğaya karşı hep büyük ve coşkulu bir sevgisi oldu. Ancak kalp meselelerinde pek şanslı olamadı. Yaşadığı maddi yönden yoksul hayatı belki de bunun sebeplerinden biriydi. Kendisi de bunu yine Theo’ya yazdığı mektuplarında dile getiriyordu. Ailesinin karşı çıktığı aşkları için “zengin olsam böyle davranmazlardı” gibi ifadeler kullanıyordu. Ama bir yandan da, gençliğinde aşk hisleri beslediği Caroline’a yazdığı bir mektupta “Burada zengin bir hayatım var, hiçbir şeyim yok ama yine de her şeye sahibim” ** diyecek kadar da zenginlikte gözü olmayan birisiydi o. Sanatına olan düşkünlüğü de düzenli bir aşk hayatı ya da evlenip bir aile kurmasına engel oluyordu ona göre. Şöyle yazıyordu bir mektubunda Theo’ya:
“Bir yerde şöyle demişti Richepin. ‘Sanat aşkı bize gerçek aşkı kaybettirir’ Bunu korkunç derecede doğru buluyorum, ama öte yandan gerçek aşk da seni sanattan uzaklaştırıyor. Ve bazı anlarda yaşlı ve kırılgan hissediyorum, ama buna rağmen resim konusunda hevesli olmama engel olacak kadar da aşık hissediyorum.”
Van Gogh Aşkta Şanslı mıydı?
Vincent’ın kadınlara olan sevgisinin hikayesi, esas olarak aksilikler ve reddedilmelerle doluydu. Arzuya ve ihtiyaca dair bir sıkıntısı yoktu, ama aşktan yana asla şanslı olmamıştı. Bu durumunu şöyle dile getiriyordu sanatçı;
“Kendi adıma, bir kural gibi, içlerinden sürekli yalnızca utanç ve rezillikle çıktığım, en imkansız ve son derece uygunsuz aşk ilişkilerine sahibim.”
Gençlik Aşkları
Bilindiği kadarıyla genç Vincent üç kadına evlenme teklif etmişti: 1872’de Caroline Haanebeek, 1873’te Eugénie Loyer ve 1881’de Kee Vos-Stricker. Fakat üç kadın da çeşitli nedenlerle onu geri çevirmişti.
Vincent, 1881’de Theo’ya yazdığı bir mektupta Caroline ile olanları şöyle anlatır: “Bir kızdan vazgeçtim ve o başka biriyle evlendi, ondan çok uzaklaştım ve buna rağmen onu aklımda tuttum. Ölümcül.”
Theo’nun aşık olduğu Annet ve kız kardeşi Caroline, kardeşlerin anne tarafından ikinci dereceden kuzenleriydi. Annet hastalanıp ölürken, Caroline ise Willem van Stockum ile evlenmiş ve her iki hikaye de Van Gogh’lar için üzücü bir sonla bitmişti.
Hayır, hayır, asla
Vincent, kuzeni Kee Stricker ile 1881’de Etten’deki ailesini ziyaret ederken tanışıyor. Kee, kocasının yakın zamandaki ölümünden sonra orada kalmaya başlıyor ve Vincent’ın ona olan hisleri ölümle birlikte uzaklaşmak zorunda kalıyor. Theo’ya şunları yazıyor: “Bu yaz Kee Vos’u öyle çok sevmeye başladım ki sana, ‘Sanki Kee Vos bana en yakın kişi ve ben Kee Vos’a en yakın kişiymişim gibi’ demekten başka bir söz bulamadım. Ve — ona bu sözleri söyledim.”
Kee kuzenini hiçbir şekilde bir koca olarak görmüyor ve tekrarlanan tekliflerine her defasında “Hayır, hayır, asla” yanıtını veriyordu.
“Ama o bana geçmişiyle geleceğini birbirinden ayıramadığını ve benim duygularıma hiçbir zaman cevap veremeyeceğini söyledi. İki şık karşısında seçmek zorunda kaldım: Bu ‘hayır, hiçbir zaman’ sözüne boyun eğeyim mi, yoksa işi bitmemiş sayıp umut beslemekten vazgeçmeyeyim mi? Ama anlarsın ki ona yaklaşmak için elimden geleni yapacağım; beni sevinceye kadar onu sevmeye kararlıyım” diye yazar Theo’ya.
Vincent bıkmadan ve vazgeçmeden Kee’yi mektuplarla rahatsız etmeye devam eder. Kendi tabiriyle şimdilik Kee’nin ‘hiçbir zaman, hayır, asla’ sözlerini kalbine sıktığı bir buz parçası olarak görür. “Bakalım kim üstün gelecek” der, “bu buz parçasının soğukluğu mu, yoksa benim canlı sıcaklığım mı? Bilmem, hangi fizik kitabında buzun erimez olduğunu okudular” sözleriyle aşkından vazgeçmeme kararlılığına atıfta bulunur.
Vincent Kee’yi aramak için Amsterdam’a gelir ve buna karşılık Kee ailesinin yanına sığınır. Vincent onu bir daha göremeyince, inatla ailenin oturduğu binaya girer. Kee’nin ailesi bu durumu sakinlikle bertaraf eder ve yeğenlerini binadan dışarı atar. Birkaç yıl sonra Vincent, Theo’ya bunun hakkında şunları yazar:
“Bu durumla ilgili paylaştığımız birkaç söz (…) bana bu konuda hiçbir şeyin değişmediğini, yukarılarda yaşadığım ama derinlerde olan ve iyileştiremeyeceği bir yara olduğunu ve öyle kalacağını hissettirdi…”
Theo, Vincent için sanatsal sorular bağlamında bir ‘yankı tahtası’ olmanın yanı sıra, aile ve aşk meseleleriyle ilgili konularda da bir sırdaş ve danışman gibiydi. Vincent, Kee’ye olan aşkı ile ilgili Theo ile aynı fikirde olmadığında ve başkalarıyla olan çatışmalarında, sevgisindeki haklılığını kanıtlamak için kardeşine sayfalarca mektup yazıyordu. Theo da onu dizginlemeye ve mantıkla bakmasını sağlamaya çalışıyordu, ancak bu, her zaman iyi sonuçlar vermemişti.
Satılık Aşk
Vincent orta sınıf bir evde büyümüştü ve ‘iki tür’ kadını ayırt etmeyi öğrenmişti. Vücutlarıyla para kazanmak zorunda kalanlar gibi sosyal açıdan dezavantajlı kadınlara acırken, kendi sınıfından kadınlar “yüksek varlıklar” olarak görülüyordu. Bununla birlikte, çağdaş modern sanatçılar gibi, çizmeyi ve boyamayı sevdiği şey kesinlikle birinci tip kadınlardı.
Bu tip kadınların aşağılanmasına katlanamayışını şu sözlerle anlatıyordu Vincent:
“Bu şefkat duygusuna, özellikle din adamlarının lanet olasıca ve küstahça kürsüden aşağılayıp kınadığı kadınlara karşı duyduğum bu sevgi ve şefkat duygusuna ilk kez karşı koyamadığım zaman değil.” Etten’den Theo’ya, yaklaşık 23 Aralık 1881
Sien ile
Vincent 1882 yılında, Lahey’de genç bir kızı olan fahişe Sien Hoornik’i kurtarır. Sien hamiledir. Onları sokaktan alır ve yaşadığı küçük stüdyoya taşır. Vincent’ın sürekli özlemini duyduğu aile özlemi bir süreliğine yerine getirilmiş gibidir. Ancak kısa süre sonra işler ters gitmeye başlar ve on sekiz ay sonra Vincent kendi başına Drenthe’ye Sien’in yanına taşınır. Sien’e olan hisleri onu çok mutlu edecek türden değildir. İki mutsuz ruhu şöyle anlatır Theo’ya:
“Ona olan hislerim, geçen yıl Kee Vos’a olan hislerimden daha az tutkulu, ama benimki gibi bir aşk Sien’e karşı becerebildiğim tek tür (…). O ve ben, birbirimize eşlik eden, yükü birlikte taşıyan iki talihsiziz ve bu şekilde mutsuzluk mutluluğa dönüşüyor ve dayanılmaz olanı katlanılabilir hale getiriyoruz.” Lahey’den Theo’ya, 1-2 Haziran 1882
The Great Lady, 1882 çizimindeki model, o sıralarda Vincent’ın birlikte olduğu Christine yani Sien’dir. Sien’in model olduğu diğer bir resim olan “Acı” kadar ünlü bir çizimdir.
Vincent, Sien ve çocuklar, söylendiği gibi Vincent’ın oğlu olmayan bebek Willem’in doğumundan sonra bir süre az çok mutlu bir şekilde birlikte yaşarlar. Ama Sien, Vincent gibi zor bir karakterdir ve sürekli para sıkıntısı çekiyorlardır. Theo’nun sağladığı ödenek artık Sien’in ilaçlarını, Sien’in annesinin kirasını ve bebeğin eşyalarını karşılamak zorundadır.
Çift ve çocukları, her iki aileden de baskı görür. Van Gogh’lar ilişkiyi şiddetle onaylamazlar ve evlilik kesinlikle söz konusu değildir. Bu arada Sien’in annesi, kızının sokaklarda çalıştırılmasını tercih eder ve bu da maddi olarak kazanç sağlar. Sonunda baskı kendini göstermeye başlar ve Sien geceleri giderek daha fazla eve gelmez olur. Vincent işlerin ters gittiğini görebiliyordu ve bu yüzden ressam eşyalarını alır ve Drenthe’ye taşınır. Çocuklara, özellikle de küçük Willem’e çok düşkün olduğundan, bunu yürekten yapmıştır.
İdeal Görüntü
Vincent bu kırsal çifti Ekim 1882’de çiçek açan bir bahar bahçesinde resmetmişti. Hareketli Lahey kentindeki kendi hayatı ve Sien’le bocalayan ilişkisi ile bundan daha büyük bir tezat olamayacak bir resim… Belki de o noktada iyimser, ideal bir imaja ihtiyaç duymuştu Vincent.
Hayatın İçinden Modeller
Vincent, kendisi için poz veren Sien’den bahsederken kullandığı bir tabir olan ‘hayatın yenilgiye uğrattığı’ modelleri severdi. Vincent bilinçli ya da değil, fahişelerin modern (kentsel) yaşamın bir sembolü olarak kullanıldığı modern resimden bir temayı seçiyordu.
Fahişeleri model olarak seçmek Vincent için büyük ölçüde pratik bir meseleydi – saygın orta sınıf bayanlar onun portrelerini çizmesini istemiyorlardı. Fahişeler ucuz modellerdi ve yaklaşması kolaydı. Ancak Vincent her şeyden önce onların zor hayatlarının izlerini taşıyan yüzleriyle ilgileniyordu. Örneğin, bu kadını Anvers’te çizmişti.
Kıyafetsiz Modeller
Vincent zaman zaman sokaktan bir kadını kendisi için poz vermeye ikna etmeyi başarıyordu, ancak çok az model bunu tamamen çıplak yapmaya hazırdı. Bu kadın – Van Gogh’un sanatçı arkadaşı Emile Bernard’a göre, Parisli bir pierreuse (sokak gezgini) idi – ve poz vermeye istekliydi. Yeni keşfettiği ‘şerit’ tekniğini uygulamaya koyduğu şehvetli bir pozda onun birkaç çizimini ve resmini yaptı.
“Problemli Çocuk”
Vincent’ın annesi ve papaz babası, oğullarının sorunlu aşk hayatı hakkında yoğun bir şekilde endişeleniyorlardı. Vincent’ın işçi sınıfından Katolik Sien ile evlenme planı bir yana, Kee ile olan aile meselelerinden bile rahatsızlardı. Bütün bunlar bittiğinde bile, Vincent başka bir “uygunsuz adayla”, kendi komşularıyla yakınlaşmıştı.
Van Gogh, 1884’te köye ailesinin yanına geri döndükten sonra, komşularının kızı Margot’ya aşık olur. Kendisinden on yaş büyük olan Margot, Vincent’a karşı kayıtsız değildir. Margot’nun ailesi özellikle de kız kardeşleri evliliğe karşı çıkar. Dedikodudan rahatsız olan Margot kendini zehirler, ancak hayatta kalır… Yine de ilişki kurtarılamayacaktır ve bu nedenle dramatik bir şekilde son bulur.
Hamilelik
Vincent, Nuenen’deyken ‘Patates Yiyenler’ resmindeki figürlerden biri olan çiftçinin kızı Gordina de Groot ile temas halindeydi. Gordina hamile kaldığında, herkes bu “sanatçı arkadaş”ın işin içinde olduğundan emindir. Vincent bunu reddeder ve daha sonra baba olmadığı anlaşılır. Durum ne olursa olsun, bölge rahibi tüm dedikodu ve söylencelere karşı sabrını yitirmiştir ve Vincent’a poz vermeyi reddederlerse köylülere ödeme yapacağına dair söz verir.
Başta da belirttiğim gibi, Theo, Vincent’ın kendisi hakkında ebeveynlerinin ne düşündüklerini sıklıkla anlattığı aile arabulucusu konumundaydı. Anne ve babaları sıklıkla Theo ile Vincent hakkında tartıştıyordu ve ona şöyle söylüyorlardı:
“Margot ile olan iş onu çok meşgul etmeye devam ediyor. Onu sakinleştirmek için elimizden geleni yapıyoruz, ki bu en önemli şey. Ama hayata bakışı ve yolları bizimkinden o kadar farklı ki, aynı yerde birlikte yaşamamızın uzun vadede devam edip etmeyeceği şüpheli.” Babaları Theodorus van Gogh’dan Theo’ya, 2 Ekim 1884
“Vincent nereye giderse gitsin ve ne yaparsa yapsın, tuhaf doğası ve hayata dair tuhaf fikirleri ve görüşleri nedeniyle her yerde kısa keseceği konusunda her zaman çok endişeliyim.” Anneleri Anna van Gogh, Theo’ya, 7 Haziran 1878
Theo ise, ebeveynlerine karşı tutumundan dolayı şu sözleri sarf ediyordu Vincent’a:
“Tüm hayatlarını kırsalda geçirmiş ve modern hayata katılma fırsatı bulamamış insanlardan düşünce tarzının farklı olmasından doğaldır, ama şeytanın seni bu kadar çocuksu ve utanmaz kıldığı şey ne? Baba ve Anne’nin hayatını sefil ve neredeyse imkansız hale getirmeyi bu şekilde tasarlamak için mi?” Theo’dan Vincent’a, 5 Ocak 1882
Agostina Segatori İle İlişkisi
Boulevard de Clichy’deki Le Tambourin restoranının İtalyan sahibi Agostina Segatori ile Vincent ve arasında tam olarak ne olduğu belirsizliğini koruyor. İkisinin Aralık 1886’dan Mayıs 1887’ye kadar bir ilişkisi oluyor. Paul Gauguin’e göre Vincent, Agostina’ya “çok aşıktı”, ancak bu kadın arkadaşın da bir sorun kaynağı olduğu ortaya çıkıyordu.
Portre
Vincent, bu portrede Agostina’yı sahibi olduğu kafenin adını aldığı ‘tef’ masalarından birinde gösteriyor. Kafe, çalışmalarını orada sergileyebilecek sanatçılar arasında popülerdi ve Vincent da onlardan biriydi. Agostina’nın Vincent’a resimler karşılığında ücretsiz yemek sağladığı da söylenir – bu resimler çoğunlukla çiçekli natürmortlardı.
Vincent bir keresinde, Le Tambourin’de kendi koleksiyonuna ait Japon baskıları sergilemişti. Agostina’nın sağındaki duvarda asılı olan resimde bunlardan birini görebiliyoruz. Kafe iflas ettiğinde, Vincent’ın oradaki resimlerine el konuldu ve Vincent bir daha onları göremedi.
Vincent, 1887’de Theo’ya “Bayan Segatori söz konusu olduğunda, bu tamamen başka bir mesele. Hala ona karşı sevgi hissediyorum ve umarım o da bana karşı bir şeyler hissediyordur. Ama şimdi garip bir durumda; ne özgür ne de kendi evinin kadını ve hepsinden önemlisi keyifsiz ve hasta.” diye yazar.
Bununla birlikte, Vincent mektubuna devam ederken, işin içinde daha mahrem meseleler vardı: “Her ne kadar bunu toplum içinde söylemesem de – kişisel olarak kürtaj yaptırdığına inanıyorum (tabii ki düşük yapmadıysa) – durum ne olursa olsun, onu bu durumundan dolayı suçlayamam.” diyordu.
Çiftlerle Betimlenen Duygular
Vincent, Agostina Segatori’yi çok sevmiş olmalı. Görüştükleri dönemde kur yapan çiftler konulu birkaç resim yaptı. Bunların en ünlüsü, Saint-Pierre Meydanı’ndaki küçük parkın romantik bir görüntüsü olan ‘Flört Eden Çiftlerle Bahçe’dir. Vincent kendini burada -mavi bir önlük ve hasır şapkayla- şemsiyeli kadının yanında resmetmiş olabilir mi acaba?
Van Gogh bu güneşli park sahnesine ‘Aşıklarla Bahçenin Resmi’ adını vermişti. Aşık çiftler, genç kestane ağaçlarının altında geziniyor ve kavisli patikalarda oturuyor. Vincent resimde pointilistlerin (noktacılar) tekniğinin serbest bir varyasyonunu kullanmış. Van Gogh noktalar yerine farklı yönlerde değişen uzunluklarda küçük fırça darbeleri uygulamış. Bu, ifade etmek istediği yakınlık ve birliktelik duygusuna uygun, ışıltılı bir bahar gününün etkisini yaratmasına yardımcı olmuş.
Vincent bir eş ve bir aile için çok özlem duyuyordu, ancak ‘en imkansız aşk ilişkilerine’ sahipti. Sonunda duruma boyun eğdi ve kendini sanatına adadı.
Kabulleniş
Pek çok başarısız ilişkiden sonra, Vincent sonunda kaderini kabul etmişti. Öngörülemeyen, uyumsuz ve istikrarsız kişiliği, kalp meseleleri söz konusu olduğunda tamamen uygunsuz olduğunu kanıtlamıştı. 1888’de Arles’da, rahatlık için fahişelere ve “karşılıklı aşklarına”, sanata, doğaya ve kardeşi Theo’ya dönmeyi seçti. Şu sözleri, onun sevmeye olan inancını kaybetmediğine dair bir işarettir:
“Her şeyden önce şunu söylemeliyiz, ne olursa olsun, mutlu ya da mutsuz, sevmeye devam etmek istiyorum!” Theo van Gogh’a, Etten, Cumartesi, 19 Kasım 1881.
İki Yastık
Vincent, ‘Yatak Odası’ resmini 1888 yazında boyar. Açıkça görülür ki, tek kişilik yatağına iki yastık yerleştirmiştir. Yıllar önce, “Sabah uyanırsan ve yalnız değilsen ve alacakaranlıkta sana arkadaşlık eden birini görürsen, bu, dünyayı çok daha hoş bir hale getirir” diye yazmıştı. Arles’da onun için bir daha asla böyle biri olmayacağını kabul etmişti. Sevgiyi yatak odasının dışında arayarak bu yokluğu telafi etme yolunu seçmişti.
Van Gogh, Sarı Ev’deki yatak odasının bu resmini Arles’dayken yaptı. Sade mobilyalarla ve duvarda kendi çalışmalarıyla döşeli bu odayı kendisi hazırlamış. Parlak renkleri, mutlak ‘dinlenme’ veya ‘uyku’ ifade etmek için seçmiş. Araştırmalar, eserde günümüzde gördüğümüz güçlü kontrast renklerin, yıllar içinde renk atmasının sonucu olduğunu gösteriyor. Örneğin duvarlar ve kapılar başlangıçta maviden ziyade mordu. Bu arada arka duvarın görünüşte garip olan açısı Van Gogh’un bir hatası değil – köşe gerçekten yamuktu. Perspektif kuralları resim boyunca doğru bir şekilde uygulanmamış gibi görünüyor, ancak bu bilinçli bir seçimdi. Vincent bir mektupta Theo’ya, resminin bir Japon baskısına benzemesi için kasıtlı olarak içini “düzleştirdiğini” ve gölgeleri dışarıda bıraktığını söylemişti. Van Gogh tablodan çok memnundu: “Hastalığımdan sonra tuvallerimi tekrar gördüğümde, bana en iyi görünen şey Yatak Odası’ydı.”
Van Gogh, kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta bu tablodaki niyetini şöyle açıklamıştı: “Bu sefer sadece benim yatak odam, ama renk burada işi yapmalı ve şeylere daha büyük bir stil verip basitleştirerek, burada dinlenmeyi veya genel olarak uykuyu düşündürmeli. Kısacası resme bakmak zihni, daha doğrusu hayal gücünü dinlendirmelidir.” Theo van Gogh’a mektup. Arles, Salı, 16 Ekim 1888.
Günümüzde resimdeki duvarlar ve kapılar artık açık mor değil, mavidir. Aynı şekilde, zemin artık kırmızı değil, soluk mor-gridir. Resim ilk yapıldığından bu yana rengi atmış. Van Gogh, özellikle tamamlayıcı renkler arasındaki renk kontrastlarıyla çalışmayı severdi. Bu resimde yeşil pencereler kırmızı yatak örtüsüyle, sarı yatak ise mor kapıyla tezat oluşturuyor. Renkler birbirini daha güçlü kılıyor ve genel bir denge oluşturuyor. Renk rekonstrüksiyonu, bu kombinasyonun tam olarak Van Gogh’un amaçladığı gibi barışçıl bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor.
Ürkütücü Hediye
Vincent, hayatı boyunca iffetli, ulaşılmaz yaratıklar olarak kadınlara saygısı ile yakınlık ve seks ihtiyacı arasında gidip gelmişti. Aynı mücadele, Arles’daki zihinsel çöküşüne de katkıda bulunmuş olabilir.
Gergin bir Vincent, kopmuş kulağını Rachel adında bir fahişeye götürdü. Korkunç jest, kafasında hayal kırıklığı, saldırganlık, suçluluk ve utanç duyguları arasında bir tür “kısa devre” oluştuğunun bir göstergesi olabilir.
“Bense – evlilik ve çocuk arzusunu kaybettiğimi hissediyorum ve bazen çok farklı hissetmem gerekirken, 35 yaşında böyle olduğum için oldukça melankolik oluyorum” diyen Vincent, 37’sine geldiğinde ise şu sözleri sarf ediyordu:
“Kesinlikle çocuk yetiştirmenin, insanın tüm gergin enerjisini resim yapmaya harcamaktan daha iyi olduğuna inanıyorum, ama ne yapabilirsin; en azından şu anki hislerimle, adımlarımı takip etmek veya başka bir şey arzulamak için çok yaşlı hissediyorum. Ahlaki acısı devam etse de bu arzu beni terk etti.” Auvers-sur-Oise’dan Theo ve Jo’ya, yakl. 10 Temmuz 1890
Bu sözleri söyledikten sadece 18 gün sonra, kendisini göğsünden vurup yaralayan Vincent 29 Temmuz 1890’da, hayatın ona acı-tatlı sunduğu her şeye veda ederek aramızdan ayrıldı.
“Elden geldiği kadar çok sevmeliyiz, çünkü asıl güç sevgidedir, çok seven adam büyük işler görür, büyük işler görebilecek güçtedir ve sevgiyle yapılmış iş iyi yapılmış iştir” diyordu Vincent. Bunu büyük bir sevgiyle yaptığı eserlerinde açıkça görebiliyoruz. Bu sevgiyi kadınlarla ilişkilerinde umduğu ve arzu ettiği gibi yaşayamasa da, tutkuyla sevdiği sanatında yaşamıştı. Ve sonra, kendi tabiriyle, ölüme binip gökteki ışıklı noktalar dediği yıldızlara karıştı Vincent Van Gogh. Sevgiyle, yıldızlarda hoşça kal Vincent.
Kaynaklar ve ileri okuma:
His Unrequited Loves – Van Gogh Museum
*183 (181, 157): To Theo van Gogh. Etten, Saturday, 12 November 1881. – Vincent van Gogh Letters
** To Caroline van Stockum-Haanebeek. London, Monday, 9 February 1874.
Theo’ya Mektuplar, Remzi Kitabevi, 2018