Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Unutmayın, Unutamayın

Bize ‘siyasetin zamanı değil’ diyorlar ya, aklıma 1983 Armutçuk grizusundan bu yana yaşadığımız katliam ve afetler geliyor… Yeni Çeltek, Kozlu, 1999 depremi, Dursunbeyli ve Mustafa Kemal Paşa, Karadon, Soma madenleri, Elazığ, Van, İzmir depremleri; hepsinde aynı sözleri duyduk ve sonrasında da sustuk veya unuttuk… bizi nasıl sürüye saydıklarını kaç kez daha ölürsek anlayacağız…?

unutmanın sağlıklı bir durum olduğunu düşünüyordum… bir insanın bireysel ve toplumsal olarak yaşadığı acıları, üzüntüleri, yasları unutmasının gelecek yaşamını sağlıklı sürdürmesi için gerekli olduğunu düşünüyordum. (belki unutmak gerekir, doğrusu budur)… fakat deprem gününden bugüne yaşadıklarımıza, tanık olduklarımıza, duyduklarımıza bakınca diyorum ki unutmayın, unutamayın… unutmayın kendimize, unutamayın ömrümüzü çalanlara)

böylesi büyük acı ve yıkımların yaşandığı anda yazmak, konuşmak zor… özellikle düzen siyasetçilerinin oy hesabı, sosyal medyaya göre konum alanların beğeni ve paylaşım hesabı yaptıkları, tam olarak duygularımızı sömürdükleri, acının ve çaresizliğin pornografisini yaptıklarını düşündüğüm için zor… yine de enkaz altında kalan kızının elini tutan babayı düşünmenizi isterim. insan olarak, baba olarak, komşu olarak, arkadaş olarak düşünmenizi isterim… bu babayı unutmayın, unutamayın…

ilk saatlerden bu yana bizi yönetme görev ve sorumluluğunu unutmuş olan, bizi güttüğünü sanan iktidar ve yancıları ısrarla siyaset yapmayın diyorlar. 10 kent yerle bir olmuş, binlerce insan enkaz altında kalmış, ölü sayısının açıklanan resmi sayıların çok çok üzerinde olacağı görülmüşken bu kadar bina neden yıkıldı, bu kadar insan neden öldü diye sormamızı bile bize çok görüyorlar… üç çocuğu enkaz altında yaşamını yitirmiş babanın eşinin önünde diz çökerek ‘affet beni; çocuklarımızı koruyamadım’ çığlıklarını, eşinin yasını sormayalım istiyorlar. çocuklarının ölümü nedeniyle kendini suçlayan, eşinden kendisini bağışlamasını isteyen o babayı unutmayın, unutamayın…

21 yıldır bütün ekranları, bütün gazete sayfalarını kaplayan iktidar ve yandaşları üç oy fazla almak, beş kuruş fazla kazanmak ve siyasi- ekonomik iktidarlarının devamı uğruna imar afları, kuralsızlığı yücelten ve koruyan tutumlarıyla bir suç düzeni inşa ettiler… sahip olduğumuzda sevincimiz olan ve barınak diye sığındığımız evlerin mezarlığa dönüştüğünü, baştan sona tüm yasa ve yönetmeliklerin yok sayıldığını, bizi öldürdüklerini, evsiz bıraktıklarını gördük… görmeyelim istiyorlar; ölülerimizin başında nöbet tutmak zorunda kaldığımızı… enkaza kulağını dayayıp içeride sevdiklerinin sesini duymaya çalışan insanları… unutmayın, unutamayın…

tam olarak şans eseri kurtulan ve olup biteni anlamaya çalışırken yaşadığı şoku atlatıp en yakın enkazda elleriyle molozları kazıyan, kurtarma ekiplerinin, araç gereçlerinin en kısa zamanda ulaşacağı umuduyla bekleyen insanların ‘buradan ses geliyor’ çağrılarını yanıtsız bırakan, yetkili ve etkili yerlerden emir gelmediği için hareket edemeyen ve bekleyen vinçleri, iş makinalarını yok sayalım istiyorlar… elinde bisküvi ile enkaz başında bir umutla bekleyen babanın gözyaşını gördük de; içinde kopan fırtınaları, duygudan duyguya savrulmalarını, tüm bedeninde duyumsadığı kendi canını vermeye hazır oluşunu unutmayın, unutamayın…

‘yüzyılın afeti’ diyerek kendilerini kurtarmaya çalışanların ve yancılarının halkı kurtarmaktaki yavaşlığı, ciddiyetsizliği, umursamazlığı karşısında nasıl çıldırmaz insan? dört gün sonra ‘sahada 160 bin personel var’ diyen muktedirler ilk iki gün neden 10 bin kişi olduğunu, iş makinalarının zamanında gönderilmediğini açıklama gereği bile duymuyorlar… istifa etmek bir yana özür bile dilememiş olmalarından anlıyoruz ki binlerce insanın canı ve malı iktidarın bir memuru kadar etmiyor; anlıyoruz ki bizi yönettiğini/ güttüğünü düşünenlerin kibri karşısında canımız eğitim zayiatı, malımız yeni kazanç kapısı, duygularımız, öfkemiz suç olarak görülüyor… evinin enkazının başında oturmuş bir ana molozlara bakıyor; aklıma Ermenek madenlerinde katledilen oğlunun kokusunu duymak için ocak içinden çıkan suyu avuçlayan ana geldi… unutmayın, unutamayın…

çoğu yeni ve bir kısmı da devlet binası olan bu kadar binaya kim ruhsat verdi, projesini kim çizdi, imar iznini, yerini kim belirledi, kim denetledi, deprem olan bölgedeki 300 bin kaçak/ projesiz binaya imar affını kimler çıkardı…? aklıma Soma katliamı geliyor; dönemin Enerji Bakanı ‘Avrupa’nın en güvenli ocağı’ dedikten sonra 301 insan canını yitirmişti de dönemin başbakanı ‘mesleğin fıtratında var’ demiş, Özel Kalem Müdürü madenciyi tekmelemişti. bir madenci annesinin ‘siz hiç ölmüş bir evladınızı kucağınıza aldınız mı?’ diye sorduğu Soma … enkaz altında kalmış bir kadının 18 saat sonra bir videoyla sosyal medyadan yardım istemesi aklıma geliyor gözlerimin önüne ’18 saat oldu, Akademi Hastanesi’nin oradayım, 18 saat oldu, hala kimse gelmedi’ diyordu… unutmayın, unutamayın…

ülke ve dünya tarihinin en büyük depremlerinden birinin yaşandığı, yüzbinlerce insanın yaşadığı evlerin tavanı can alırken, borsada çimento firmalarının hisseleri tavan üstüne tavan yapıyordu… seferberlik ilan edip ülkenin tüm olanaklarını bölgeye sevk etmek yerine demeçle, eleştiri yapanlara karşı öfke ve tehditle meşgul olan iktidar ve yandaşlarına sokakta ve internet üzerindeki yağmacılar da eklendi… yardım toplayan STK’ların hesaplarını taklit ederek, terk edilmiş enkaz ve mağazalardan değerli eşya çalan, gönderilen yardımları başka adreslere yönlendirip stokçuluk yapanlar… ve AFAD’ın ABD’de bir öğrenci yurduna bağış yaptığı… ki depremin 8. gününde şehir merkezlerinin dışında, kameraların ulaşmadığı yerlerde insanlar soğuktan korunacak çadır ve battaniye isteklerini duyurmaya çalışıyorlardı… eksi 12 derecede çadır, battaniye bekleyen insanlar… unutmayın, unutamayın…

bize ‘siyasetin zamanı değil’ diyorlar ya, aklıma 1983 Armutçuk grizusundan bu yana yaşadığımız katliam ve afetler geliyor… Yeni Çeltek, Kozlu, 1999 depremi, Dursunbeyli ve Mustafa Kemal Paşa, Karadon, Soma madenleri, Elazığ, Van, İzmir depremleri; hepsinde aynı sözleri duyduk ve sonrasında da sustuk veya unuttuk… bizi nasıl sürüye saydıklarını kaç kez daha ölürsek anlayacağız…? aklıma Karadon grizusu geliyor; dönemin Enerji Bakanı ‘güzel öldüler’ demişti. son 40 yılda nasıl ve neden bu kadar öldüğümüzü düşünmeyelim, sormayalım istiyorlar ki bunlara her yıl tek tek, ikişerli, üçerli öldüğümüz için dikkatimizi çekmeyen iş cinayetlerinde ölen 2.000 dolayındaki işçiyi, her yıl öldürülen 500’e yakın kadını vd. ekleyince ne çok öldüğümüzü, öldürüldüğümüzü ve sıradakinin biz olduğumuzu görüyorum… ölümlerimizin sebebinin siyasi ve sınıfsal olduğu gerçeği ortadayken ‘siyaset yapmayın’ diyenler ölmeyen devam edin ve susun demiş oluyorlar… ve deprem bölgesinde utanarak, özür dileyerek kefen isteyen gencin yerine koymaya çalışıyorum kendimi; olmuyor… unutmayın, unutamayın…

yarına ilişkin inadı ve ısrarı, hatta direnci büyüten şeyler de yaşanıyor acılar içinde… üstelik acıyı yaşayanlar yaratıyorlar bu direnci. ilk depremde kardeşi ölmüş, ağır yaralı babası hastaneye kaldırılmış ve ikinci depremde hastane çöktüğü için babasını yitirmiş, annesi yardım gelmediği için enkaz altında ölmüş bir genç kadın… ‘benim annem depremde değil, kurtarma ekipleri geç geldiği için soğuktan öldü’ diye isyan ederken; kurtarma çalışmalarına dahil olarak can kurtarmaya, yaşama tutunmaya çalışıyordu… aklıma grizu sonrası gelen tahlisiye ekibine ‘beni bırakın, arkadaşımı kurtarın; onun çocukları var’ diyen madenci geldi… acılarımız da kardeştir bizim, öfkelerimiz de… evet böylesi kitlesel bir ölüm (kırım) ve yıkım sonrası ne biz, ne yıkılan kentler eskisi gibi olmayacak. bildiğim bir şey varsa, bu ölümler doğal, olağan değil… bu ölümler kader, fıtrat değil. bu yüzden unutmayın, unutamayın

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar