Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Tutunma Çabası

atanamadınız, kadro yok, ekonomik göstergeler vb. diyerek bizi yaşamın kıyısına/ dışına itenleri başımızdan atarak hakkımızı almaya yönelmek zorundayız… istemek yetmiyor; biz alacağız ve inadına yaşayacağız…

bu yazıyı ‘tutunamayanlar’ın ‘üstü kalsın’ diyerek çekip gitmelerinin bize sorumluluk, bize borç, bize acı, bize daha kapsamlı düşünme yükümlülüğü, bize birbirimize sahip çıkma ödevi, bizi bize bıraktıkları için yazıyorum… çok sayıda canına kıyma haberine, bir insana fazla gelecek canına kıymaya veya girişimlerine tanık olmuş biri olarak yazmanın zor olduğunu söylemeliyim… her şeyden önce yanlış bir sözcük veya cümle nedeniyle okuyan, duyan birinin etkilenebileceği, özendirici olma kaygısı, hatta korkusu içinde sözcüklerden sözcük seçmek zorundayım…

bir karşı hamle, bedenini silah olarak kullanma, isyanını bedenini kullanarak ve yaşamına son vererek dışa vurma gibi söylemleri de her koşulda reddettiğimi belirtmeliyim. yaşamın kendisi dışında bir kutsallığa inanmadığım için yaşama son veren, yaşamı tehdit eden tüm kutsalları da reddediyorum… aynı biçimde yaşamı tehdit eden, hatta yaşamı zorlaştıran her şeyi, her düzeni reddediyor…

geçtiğimiz hafta Mersin’de yaşayan 32 yaşında bir genç canına kıydı… atanamayan bir öğretmen… intihar etti diyemiyorum; canına kıydı… iki yıl içinde medyada haber olmuş 40’tan fazla olay var… 40’tan fazla atanamamış öğretmen canına kıymış… ‘atanamamış’ bir öğretmen “bizler sayıdan ibaret değiliz” yazmış. bir başka ‘atanamamış’ öğretmen; “bizler atanamayan öğretmenler değiliz, bizler ataması yapılmayan öğretmenleriz” yazmış… bunlara benzer yüzlerce sosyal medya iletisi okudum… örneğin bir başka ‘atanamayan’ öğretmen; “Bazılarımızın gücü yetmiyor işte. Anlamak istemezdim ama anlıyorum intihar edenleri” yazmış. söyler misiniz, bir insanın canına kıymasını anlamak nasıl bir şeydir? örneğin siz anlayabiliyor musunuz? canına kıyma durumunu, canına kıyanı anlamak için ya psikiyatri alanında çalışıyor olmanız gerekir, ya da şu an veya yaşamınızın bir döneminde benzer duygu ve düşünceler içinde bulunmuş olmanız gerekir… yine de sorumu yineleyeyim; gerçekten canına kıyan birini anlayabilecek bir ruh hali, düşünce hali nasıl bir şeydir biliyor musunuz…?

sanırım ‘tutunamayanlar’ sözcüğünü görünce Oğuz Atay aklınıza gelmiştir… örneğin sözünü ettiğim canına kıyma olayına yapılan bir yorumda; “Bazen 50’yi geçtiğime seviniyorum. Oh az kaldı ölmeye diye…” yani bir acı olay ardından yazılan ve söylenenlere bakınca yaşamın kıyısında dolanan, kıyısına itilen binlerce, milyonlarca insan olduğu gerçeğiyle de yüz yüze geliyoruz… biz o kıyıdan çok mu uzağız sanki….? düşünsenize; belki gönüllü, belki öneriyle ileriki yaşlarınızda bir iş sahibi olmak, kısmen rahat etmek, belki ‘kariyer yapmak’, belki toplum içinde ‘saygın olmak’ gibi onlarca nedenden biri veya birkaçı için okuyorsunuz, okurken düşler kuruyorsunuz… sonra ya atanamıyorsunuz ya da ücretli köleliğe itiliyorsunuz… ve o güne kadar sizi ayakta tutan her şeyin ama her şeyin kumdan kaleler gibi dağıldığını, daha doğrusu dağıldığınızı görüyorsunuz…

gerçekte okumak, sanatla, sporla uğraşmak, toplum içinde yer edinmeye ve kendimizi var etmeye çalışmak tutunma çabası değil mi? kapitalizm yarattığı ekonomik yapı kadar sosyal, kültürel yapılarla da bizi kodluyor… bize, ailelerimize, çevremize ‘bizim için’, ‘bizim adımıza’ yollar çiziyor, roller veriyor, başarı ölçütü biçiyor ve koşullandırıyor. işsizlik dediğimiz şey gerçekte bu toplumsal, kültürel kodlarla bakıldığında başarısızlık anlamına geliyor… işsizlik aileye yük olmak, işsizlik ekonomik bağımlılık, işsizlik arkadaşlar karşısında eziklik, işsizlik hakkınca sevememek, işsizlik ev sahibi olamamak, işsizlik düş kırıklıkları, işsizlik gelecekten vazgeçmek… işsizlik, işsizlik… işsizlik…

peki işsizliğin bu biçimlerde algılanması dahil, neden işsiz olduğumuza, hatta geçimimizi sürdürecek kadar bir gelire sahip olmadığımıza kadar çok daha temel sorulara neden yönelmiyoruz…? zaman zaman izlediğim belgesellerden öğrendiğim şeylerden biri; ‘en vahşi’ hayvan sürülerinde bile sürü üyeleri açlıktan veya bir dış tehdit nedeniyle sürüden bir üyenin ölümüne izin vermiyor… evet sürüdeki baskın üyeler önce doyuyor fakat zayıf üyeler de mutlaka karnını doyuruyor… insanız ki düşünme ve duygu gibi özelliklerimiz nedeniyle kendimizi diğer canlılardan üstün tutuyoruz; o zaman neden adına atama, sınav, kura vb. denilen eleme yöntemleriyle insanların işsiz kalmasına, yarın kaygısıyla kıvranarak yaşamına son vermesine göz yumuyoruz… o zaman neden bir biçimde gücü eline geçirmiş küçük bir azınlığın bizi sömürmesine, istediği zaman emeğimizi, istediği zaman malımızı, istediği zaman canımızı sömürmelerine sessiz kalıyoruz…

empati yapın demeyeceğim… canına kıyan bir insanla neler yitirdiğimizi düşünelim diyeceğim. çünkü ben ölümün kalanlar için olduğunu biliyorum. özellikle de zamansız ve sırasız ölümler, insanın canına kıyması (savaşlar ve iş cinayetlerini de) söz konusuysa çok daha fazla düşünmeliyiz… en azından bir kişi daha eksilmemek için, anne babalar, kardeşler, arkadaşlar, sevgililer benzer acıları yaşamasın diye düşünmek zorundayız… düşüncelerimiz arasında bir belediye, bir kaymakamlık, bir valilik, bir devlet insanların yaşamlarını kolaylaştıracak adımları atamaz mı sorusu da olmalı…? örneğin yıllarca çalışarak, alış veriş yaparak, kamu hizmetleri karşılığı vergi ve harç, sigorta primi ödeyerek ayakta tuttuğumuz bu devlet düzeni neden bizim çocuklarımızı yaşamda tutamıyor… var ettiğimiz ve ayakta tuttuğumuz, yıllarca ödeme yaptığımız kamu kurumları hangi hak ve yetkiyle bizim çocuklarımızı eleme ve yaşamdan koparma hakkına sahip oluyorlar…?

örgütlü olmanın önemini ve değerini bilen biri olarak, yaşama tutunabilmek için de örgütlü olmamız gerektiğini düşünüyorum… sözünü ettiğim örgütlülük bir kurumsal üyelik değil; gereksinimlerimizden kaygılarımıza, düşlerimizden yeteneklerimize kadar birbirimize bildiğimiz, bilmeye ve anlamaya çalıştığımız, birbirimize tutunduğumuz dostluktan yoldaşlığa uzanabilecek bir örgütlülük… kapitalist kültürü reddeden, kendi değerlerini yaratan, insanların birbiriyle yarışmadığı, haklar bakımında herkesin eşitliğini önceleyen bir örgütlülük…

dile kolay; iki yılda 40’tan fazla ‘atanamayan’ öğretmen canına kıymış… bu arada yoksulluk nedeniyle duyduğumuz benzer ölümler… örneğin OHAL uygulamaları sonucu ihraç edilen ve canına kıyan 100’den fazla insan… ölüm, canımıza kıymak çare değil, birey olarak kendimizi kurtarmaya çalışmak da uzun vadede duvara toslamakla sonuçlanacak bir kaçış… zor zamanlardan geçtiğimizi de göz önüne alarak, tutunma çabalarımızı birleştirmek, el ele vermek ve canımıza, canlarımıza kasteden bu düzeni değiştirmek zorundayız… atanamadınız, kadro yok, ekonomik göstergeler vb. diyerek bizi yaşamın kıyısına/ dışına itenleri başımızdan atarak hakkımızı almaya yönelmek zorundayız… istemek yetmiyor; biz alacağız ve inadına yaşayacağız…

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar