Geçtiğimiz hafta Saray/AKP/MHP iktidarının açıkladığı ‘Türkiye’nin Yüzyılı’ vizyon belgesi etrafında gelişen tartışmalar, Cumhuriyet’in 99. yılı kutlamaları ve ilk yerli otomobil olarak sunulan TOGG’un açılış töreniyle köpürtülen ‘yerli ve milli’ vurguları iktidarın ve muhalefetin aynı cumhuriyetten söz etmediğini bir kez daha çok net biçimde gösterdi. Seçim sürecinin fiili olarak başlaması nedeniyle iktidar kaybettiği seçmen desteğini geri alabilmek, Altılı Masa iktidar karşıtlığı üzerinden kurduğu beklentilerini sürdürebilmek için söylem geliştirmeye çalışsa da seçimlere kadar bu yaklaşımların yetmeyeceği açıktır.
Saray/AKP/MHP iktidarının Cumhuriyeti geçmişi inkar olarak değerlendirip Selçuklu ve Osmanlı’nın mirasçısı olarak devleti değiştirme ve dönüştürme isteğine karşı Altılı Masa’nın 2002 öncesine dönülmesi ve parlamenter sistemle devam edilmesi isteği etrafında şekillenen bir siyasetin yansımaları daha somut biçimde görülmeye başlandı. Bu tartışmalara bir bütün olarak bakıldığında taraflar kendi savundukları dönemleri neredeyse bir ‘Asrı Saadet’ olarak sunmakta bir sakınca görmüyorlar. Yaşanılan olayları yaşandığı dönemin gerçekliklerinden, koşullarından bağımsız olarak değerlendirmek ve mutlak doğru veya mutlak yanlış biçiminde sürdürülen bu tartışmalar gerçek sorunların görülmesini, geçmişte yapılan yanlışları, hatta başka ne yapılabilirdi gibi siyasi, sosyal, ideolojik tartışmaları da önlüyor.
Gelinen aşamada seçimlere de bu iki Cumhuriyet tartışmalarıyla gideceğiz. Bu tartışmaların gölgesinde kalan sömürü, baskı, şiddet, ayrımcılık, ötekileştirme, çevrenin tahribatı, kitleler arasında yükselen gerilimler gibi temel sorunlar ise seçimler sonrasına havale edilecek gibi görünüyor. Saray/AKP/MHP iktidarının temel sorunların sürdürücüsü ve sorumlusu olduğu tartışmasızdır. Her ne kadar Türkiye’nin Yüzyılı vizyon belgesinin açıklanması sırasında muhalif olarak bilinen ve bugüne kadar dışlanan, hatta basın kartları yenilenmeyen medya temsilcilerinin çağrılması, birlik ve beraberlik, barış, yeni anayasa vb. mesajlarının öne çıkarılması AKP’nin kuruluş ve iktidara geliş günlerindeki söylemlerle seçmenlere ulaşma çabası yaşadığımız gerçekliği gizlemeye yetmeyecektir.
Geçtiğimiz hafta Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, 11 Kürt gazetecinin tutuklanma talebiyle gözaltına alınması ve dokuzunun tutuklanması, 31 temmuz 2021’de aynı aileden yedi Kürt yurttaşı katleden tutuklu sanıkların serbest bırakılması, Cemevleri ve Aleviliği bir kültür olarak tanımlayan ve Kültür Bakanlığı bünyesinde bir yapıya dönüştürmeye çalışan düzenlemenin geçmesi, Anayasa’da kadınlar ve aileyle ilgili maddelerde değişiklik yapılmak istenmesi gibi gelişmeler iktidarın yöneliminin ne olduğunu gösteriyor. Bir hafta içindeki bu gelişmelere İzmir’deki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına TTB ve TMMOB’in kendi pankartlarıyla katılmalarının engellenmesini de eklenmelidir. Tüm gelişmeler karşısında Altılı Masa’nın gözle görülür bir netlikte tavır alamaması, Meclis’teki düzenlemeye şerh düşmekle yetinmesi iktidarın geçtiğimiz yıl dile getirdiği ‘milli muhalefet’in fiili olarak gerçekleşmeye başladığını göstermektedir.
11.01.2022 tarihli ‘Halk Korkusu’ başlıklı değerlendirmemizde bu duruma işaret etmiş ve “Saray/AKP/MHP iktidarının sözcülerinin muhalefete yönelik söylemlerindeki aşağılama, tehdit, düşmanlaştırma dilinin giderek yoğunlaşacağı görülüyor. İktidar muhalefete yönelik kullandığı saldırgan dil ile aynı zamanda ‘milli muhalefet’ söylemi doğrultusunda toplum üzerinde bir tahakküm kurmayı amaçlamaktadır.” demiştik. İktidar ve muhalefetin birbirlerine karşıt olmayı yeterli gören, en iyi biz yönetiriz söylemi dışında topluma sunabilecekleri bir program şu ana kadar ortada bulunmamaktadır. Muhalefetin temel sorunlarda içine düştüğü sessizlik, Kürtlere yönelik baskı ve şiddeti olumlayan yaklaşım, TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması karşısındaki tavır alamayış ve CHP ile İP içinden verilen destek muhalefetin hızla milli olmaya doğru yol aldığını göstermektedir. Sermayeye verilen ödünler ve sağlanan çıkarlar konusunda birbirlerinden bir farkları olmadığı da ortadadır.
Bu koşullarda sosyalistler, devrimciler, yaşam savunucuları, milli muhalefetin dışında olanlar olarak en geniş mukavemet koalisyonunu yaratmaktan başka seçeneğimiz yoktur. seçmen düzeyinde sayısal yeterliliğimiz olmasa da fikri ve eylem gücü açısından ülkenin en etkili toplumsal dinamiklerini oluşturduğumuz açıktır. Tüm yurttaşların eşitliği temelinde, baskıya, şiddete, ayrımcılığa, hukuksuzluğa, sömürüye, yoksulluğa maruz kalanların özgürlüklerini ve özgünlüklerini koruyarak oluşturulacak bir mukavemet koalisyonu hem mecliste, hem sokakta etkili olma olanağına sahiptir.
15.11.2021 tarihli ‘Cezası Neyse Veririz’ başlıklı değerlendirmemizdeki çağrımızı anımsatmak istiyoruz. “Emperyalistinden kapitalistine, sistem içi partilerden iktidar içi güç odaklarına kadar herkesin AKP sonrasını düşündüğü, tartıştığı, yeni hamleler yaptığı durumda sınıf örgütleri, emekten ve yaşamdan yana olanlar olarak bugünü olduğu kadar yarınları da, seçimleri olduğu kadar seçimden sonrasını da düşünmek ve seçenek oluşturmak zorundayız. Var olan sistemin restore edilmesi anlamına gelen ilişkiler, siyaset dilinin ve pratiğinin AKP karşıtlığına hapsedilmesi sorunlarımızı çözmek bir yana tartışılmasının bile önüne geçecektir.” Özetle Türkiye’nin iki yüz yılına hapsolmadan Cumhuriyeti halkın cumhuriyeti yapmak, eşitliği, adaleti, barışı, özgürlükleri sağlamak ve tüm sömürü alanlarını ortadan kaldırmak için mukavemet koalisyonu var olan sömürü düzenine karşı da bir yanıt olacaktır.
KÜRESEL KRİZE DOĞRU
Rusya tahıl anlaşmasından çekildiğini açıklayarak Rusya Ukrayna savaşında batıya ve batıyla hareket eden ülkelere karşı yeni bir hamle yaptı. Her ne kadar Ukrayna’nın Rus gemilerine ve sivil hedeflerine saldırısını gerekçe olarak gösterse de Ukrayna ve Rusya’dan tahıl ithal eden ülkelerin önemli kısmının batılı ve batı yanlısı ülkeler olduğu dikkate alındığında Rusya’nın ambargolara bir karşılık verdiği düşünülebilir.
Uluslararası finans örgütlerinin açlık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, gıda ve enerji tedarik zincirlerinin kırılması gibi nedenlerle bazı ülkelerde isyanlar çıkabileceği, küresel enflasyon ve büyüme hedeflerinin olumsuz etkileneceği açıklamaları da dikkate alındığında Rusya’nın bu kararı krizin daha da derinleşeceği anlamına geliyor. Bir yandan nükleer silah tehditleri, bir yandan enerji hatlarına yönelik sabotaj iddiaları ve ambargolar, bir yandan OPEC+ ülkelerinin petrol üretimini azaltma kararları birlikte değerlendirildiğinde ABD, AB, NATO hegemonyasına karşı hamleler de gelişiyor. Daha doğrusu süper güçlerin aralarındaki bu kavgada yaşadıkları tıkanıklık ve sıkışmada diğer ülkeler ve sermaye odakları çıkarlarını ve karlarını artıracak hamleleri yapmaktan kaçınmıyorlar.
Rusya Ukrayna savaşı kapsamında uluslararası hesaplaşmalar da sürdürülüyor. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı kullandığı insansız hava araçlarının İran yapımı olduğu iddialarıyla batının İran’a yönelik gerekçe üretme çabası, Rusya’nın boru hatlarına ve son olarak ilhak ettiği alanlara yönelik Ukrayna saldırısının İngiltere tarafından planlandığı gibi iddialar Rusya Ukrayna savaşının uzadıkça yeni krizler yaratacağını gösteriyor.
Tahıl anlaşmasını askıya aldığını açıklayan Rusya’ya Avrupa Komisyonu ve BM’den yapılan çağrılarla birlikte tarafların tahıl sevkiyatını tehlikeye sokacak eylemlerden kaçınması çağrısının Ukrayna’ya yönelik olduğu anlaşılıyor. Rusya yalnızca batıya değil, batıya hareket eden diğer ülkelere karşı tahılı bir silah olarak kullanma eğilimine girer mi girmez mi önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fakat tahıl sevkiyatının sürmesi için yapılan uluslararası çağrılar dikkate alınırsa etkili olmuş görünüyor.
Bu kararın Türkiye ile, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’la ilgili kısmı da var. İktidar tahıl anlaşması ile Rusya ve Ukrayna arasında arabulucu olduğu söylemiyle dışarıya, anlaşmanın İstanbul’da imzalanmış olmasının Türkiye’nin gücünü gösterdiği gibi söylemlerle içeriye seslenerek hareket ediyordu. Rusya ile geliştirdiği ilişkilere yönelik uluslararası eleştirileri de bu arabuluculuk söylemiyle geçiştiriyordu. Rusya’nın anlaşmaya dönmemesi durumunda iktidar hem arabuluculuk bahanesinden, hem de Türkiye’nin uluslararası etkisi propagandasından mahrum kalacak. Benzer bir durumun da Libya’da yaşandığını belirtelim; Libya’da Türkiye’nin beklemediği ve istemediği biçimde savaşan grupları bir araya getiren güçler yeni bir yapıyı oluşturmak üzere. Dolayısıyla arabuluculuk söylemiyle Libya’da bulunmak, orada paralı asker bulundurmak eskisi kadar kolay olmayabilir.
İçerde ve dışardaki gelişmeler Saray/AKP/MHP iktidarının seçimlere giderken daha çok içe döneceğini gösteriyor. TTB’ne kayyum atanma tartışmaları, TTB ve TMMOB ile ilgili yasal düzenlemeyle etkisiz kılma hazırlıkları, Anayasa’da aile tanımlaması ve LGBT+ bireylerin yok sayılmasının Anayasa’ya sokulma isteği, Sansür düzenlemesi, HDP yönelik kapatma davasıyla birlikte giderek artan şiddet ve baskılar, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Gezi Davası tutukluları üzerinden normalleştirilen hukuksuz uygulamalar, günden güne artan yoksulluk karşısında tepki gösterenlere karşı uygulanan şiddet gibi çok sayıda gelişme birlikte düşünüldüğünde iktidarın dini ve milli değerler tartışmasıyla bu süreci devam ettireceği açıktır.
Hem Saray/AKP/MHP iktidarı, hem Altılı Masa bileşenleri tarafından asgari yaşamlara azami hayallerin satıldığı/satılacağı bu dönemde sosyalistler, devrimciler olarak geçmişten bugüne neleri kaybettiğimizle birlikte, bugün ve yarın neleri kazabileceğimizi somut olarak gündemde tutmak yaşamdan, emekten, özgürlüklerden yana bir programla yaşamın her alanına müdahale araçları ve yolları yaratmak zorundayız. Yaşananların tek başına bir iktidar sorunu değil, bir sistem sorunu, ideolojik bir tercih olduğunu anlatmak ve göstermek de bize düşüyor.
[…] Türkiye’nin İki Yüzyılı (31.10.2022) […]