Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Tiksindirici Borç Tiksindirici Siyaset

Emekçilerin ve sınıf örgütlerinin bu çoklu ve her alanı kapsayan saldırılara karşı durabilmesi ve başarı elde edebilmesi ancak birlikte mücadeleyle olanaklıdır. Söylemin ötesine geçip fiili olarak ortak mücadeleyi ve araçlarını yaratmamız ertelenemez bir sorumluluktur

Muhalefet partilerinin Kanal İstanbul’un yapımı için alınacak dış borçlarını ödemeyeceklerini açıklamaları karşısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘söke söke alırlar’ diyerek karşılık vermesi yalnızca bir dil sorunu değil bir siyaset sorununa da işaret ediyor.

Muhalefetin uluslararası hukukta yer alan ‘Tiksindirici Borç’ kavramına atıf yaparak finans çevrelerini uyarması Saray/ AKP/ MHP iktidarını telaşlandırmakla birlikte iç siyasette seçmeni tehdit, dış siyasette bağlılık durumuna dönüştürüldü. Muhalefete uluslararası Tahkim’in işaret edilmesi yalnızca iç siyasete yönelik bir söylem olmanın ötesinde, dışarıya ‘biz sizinle uyumlu çalışırız’ mesajı ve ABD, AB ve batılı finans kurumlarına karşı güven verme çabası, bozulan ilişkilerde üzerine düşeni yapma sözü olarak düşünülmelidir.

İç siyasette ise tüm seçmenlere alınan dış borçları ödememeyi ifade eden muhalefet partilerinin ekonomik sorunlar yaratacağı izlenimi verilmeye çalışılmaktadır. Siyasi olarak ise iflasın kabulü anlamına gelmektedir. Kendi dönemlerinin en büyük projesi olarak gördükleri Kanal İstanbul’u yapacak iç finansmanın olmadığı ve bunun için ayrıca borçlanılacağının ifadesidir söylenenler. Bu söz ve anlayış ekonomik krizden çıkış için görüntü olarak bile bağımsızlığın feda edildiğinin, edilebileceğinin yansıması olarak okunmalıdır.

Geçmiş dönemlerde bazı ülkelerde örnekleri olan ve kabul gören ‘Tiksindirici Borç’ durumu belli ki Saray/ AKP/ MHP iktidarını ürkütmüş görünüyor. Alınan dış borcun ülke halkının ve kamu yararının dışında kullanılması ‘Tiksindirici Borç’ olarak ifade ediliyor. Yüz yıllık geçmişi olan bu kavramın karşılık bulduğu örnekler de bulunuyor. Muhalefetin bu çıkışının uluslararası finans çevrelerinde karşılık bulması durumunda ülkeyi terk etmekte olan yabancı sermayeye ek olarak iktidarın dış borç bulmakta da iyice zorlanmasıyla sonuçlanacaktır. Korkunun bir nedeni de budur.

KRİZİN VE SALGININ FATURASI İŞÇİLERE

İşten çıkarma yasağının sona ermesiyle onbinlerce çalışan işten çıkarıldı. Yalnızca Türk Hava Yolları’nda 2500 kişinin işten çıkarılması, önümüzdeki günlerde çok daha kitlesel işten çıkarmaların yaşanacağını gösteriyor. 24 Mayıs 2021 tarihli ‘Çürüme ve Çöküş Her Alanda’ başlıklı değerlendirmemizde; “Ülkemizde de 11 milyona yakın işsiz (kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin yardımı alanlar hariç), açlık sınırının altındaki asgari ücretle çalışan milyonlarca insan, 22 milyon icra dosyası ve iflas kararları ötelendiği için açık görünen fakat fiilen batmış milyonlarca işyeri düşünüldüğünce önümüzdeki dönemde çok daha büyük bir yıkım, yoksullaşmayla karşı karşıya kalacağız.” demiştik. İşten çıkarma yasağının olduğu dönemde yaklaşık 4,5 milyon kişinin Kısa Çalışma Ödeneği, Ücretsiz İzin Yardımı aldığı düşünülürse önümüzdeki günlerde işten çıkarılacak emekçi sayısının yüzbinlerle ifade edileceği açıktır.

Aynı yazımızda yaptığımız “Önümüzdeki günlerde bugünkünden çok daha fazla toplumsal tepki ve öfkeyi göreceğiz. Bu tepki ve öfkenin kendi içinde sönümlenip teslim olmaması, bir mukavemet hattına akması ve muhalefeti büyütmesi için bugünden hazırlık yapmak, var olan parçalı muhalefeti ortak sorunlar ve talepler etrafında buluşturmak sosyalistlerin ve devrimcilerin görevidir.” çağrısı çok daha yaşamsal ve ertelenemez bir sorumluluktur.

Tüm kentlerde işten çıkarılanların, icra ve iflasla boğuşan çiftçilerin ortak direnişini ve muhalefetini sürekli kılmanın, mücadeleyi büyütmenin başka bir yolu yoktur. Hakların korunması, krizin ve salgının faturasının emekçilere kesilmesine karşı tüm direnişlerin, mücadelelerin birleştirilmesi toplumsal bir muhalefet ivmesi yaratmayı da sağlayacaktır.

Bu kapsamda ülkemizde yaratılan derin yoksulluğu da dikkate alan ve emek mücadelesi kapsamında düşünülmesi gereken bir grup da emeklilerdir. 2021 yılı Mart ayı SGK verilerine göre emeklilerin %70’i asgari ücretin altında ücret almaktadır. Yaklaşık 13,5 milyon emekli olduğu düşünüldüğünde 9 milyondan fazla emekli asgari ücretin altında ücretle yaşamaya çalışmaktadır.

SÖKE SÖKE EKONOMİSİ

Saray/ AKP/ MHP iktidarı yaşanan ekonomik krizi derinleştiren ve döviz krizine dönüştüren uygulamalarından vazgeçmek yerine kuralları değiştirerek, bankaları zorlayarak, Merkez Bankası’nın elindeki dövizi piyasaya ‘saçarak’ (128 milyar dolar) çözüm arayışlarına bir yenisini ekledi. Geçtiğimiz hafta bankalardaki döviz mevduatlarının munzam karşılıklarını 2 puan artırdı. Böylece bankalar ellerindeki döviz mevduat hesapları karşılığında Merkez Bankası’na daha fazla döviz bırakmak zorunda kalacaklar.

230 milyar dolar dolayındaki döviz mevduat hesaplarının piyasaya girmesi, Tl’ye dönmesi gibi hedefleri olan bu uygulama bankaların döviz mevduat hesaplarından uzaklaşmasını da amaçlıyor. İktidar bağlılığını ifade ettiği piyasa ekonomisi ve en basit ekonomik kuralları bile yok sayarak çözümler ararken dövizin yastık altına (piyasa dışına) çıkma olasılığını, yabancı yatırımın/ sıcak paranın önünü keseceğini bile göremeyecek durumdadır. Böyle gidere bankalardaki döviz mevduat hesaplarının Tl’ye çevrilmesi, karşılığında tahvil, hisse senedi verilmesi vb. ‘yaptırımlar’ şaşırtıcı olmamalıdır.

İktidar hazırladığı Turizm Teşvik Kanunu taslağında belediye sınırları içindeki mesire alanlarının, yeme/içme/ eğlence yerlerinin, konaklama tesislerinin vb. bakanlığın denetim ve tasarrufunda olmasını planlıyor. Tasarının yasalaşması durumunda belediyelerin önemli gelir kalemleri ve bu alanlar Turizm Bakanlığı’na aktarılmış olacak. Bu uygulama bir yanıyla özellikle muhalefetin elindeki turizm gelirleri yüksek olan belediyelerin gelirlerine çökmek anlamı taşıdığı gibi, merkezi idareye kaynak aktarımı anlamına da gelmektedir.

Makine Kimya Enstitüsü’nün anonim şirkete dönüştürülmesi düzenlemesinde sonradan yapılan eklemeyle MKE Kamu İhale Kanunu ve Kamu İhale Sözleşmesi Kanunu kapsamından da çıkarıldı. Böylece MKE ile ilgili işlemlerde denetimsizlik yasalaştırılmış oldu. Varlık Fonu’nda gördüğümüz denetimsizlik örneğine yakın bir durum olan bu uygulama MKE’nin alım satım işlemleri, özelleştirilmesi vb. durumlarda belirttiğimiz kanunlardan muaf olmasının önünü açmaktadır. Bu Saray/ AKP/ MHP iktidarının kamu kurumlarını talan etmek için kendi çıkardığı yasaları bile dikkate almadığının aşka bir örneğidir.

Varlık barışının süresi 6 ay daha uzatıldı. İktidar olağan yollarla bulamadığı dış kaynağı/ dövizi varlık barışıyla bulmaya çalışırken kaynağı belirsiz, kara para dahil her türlü gelirin gelmesinin önünü açarken, para aklamanın da önünü açmış oluyor. Özellikle Almanya’da Türk kökenli veya Türklerle ilişkili operasyonlarda bu duruma vurgu yapılmaktadır. Sedat Peker videoları sonrası ortaya saçılan ilişkiler de varlık barışı uygulamalarının kimlere hizmet ettiğini göstermektedir.

TAHKİME EVET, AİHM ve AYM’YE HAYIR

Saray/ AKP/ MHP iktidarı dış borçlar konusunda uluslararası tahkime, sözleşmelere ne kadar bağlı olduğunu bağıra bağıra dile getirirken, insan hakları, demokratik haklar vb. konularda o kadar umursamaz olduğunu da uygulamada gösteriyor.  AİHM’nin Selahattin Demirtaş, Osman Kavala kararlarını uygulamayan iktidar Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkındaki AYM’nin ‘hak ihlali’ ve serbest bırakılması kararını da uygulamamakta direniyor. Bu satırlar yazıldığı sırada Gergerlioğlu halen serbest bırakılmamıştı.

Kapitalizm ve ekonomik yağma konusunda sözleşmelere, anlaşmalara, yasalara uymak konusunda rüştünü kanıtlayan iktidar 20 milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili fezlekelerin hazırlanması, HDP’nin kapatılması ve muhalefetin siyaset yapamaz hale getirilmesi konusunda da rüştünü kanıtlamış durumda. 15 HDP’li milletvekiliyle birlikte CHP, İYİ Parti, TİP, DBP ve DP’den 1’er milletvekillinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili fezlekeler Meclis’e gönderildi.

Daha önceki değerlendirmelerimde de sık sık vurguladığımız gibi Saray/ AKP/ MHP iktidarı muhalefeti tümüyle baskı altına almak, parçalamak, seçmenler gözünde suçlu göstermek gibi her yolu deneyecektir. Buna HDP İzmir İl Örgütü’ne yapıldığı gibi silahlı saldırı, İYİ Parti Genel Başkanı’na (daha önce CHP Genel Başkanı’na) olduğu gibi linç girişimleri ve “bunlar daha iyi günleriniz” sözleriyle karşılık verilmesi siyasette neler olabileceğinin ipuçlarıdır.

03 Mayıs 2021 tarihli; ‘Paranın Padişahlığı Yobazın Karanlığı’ değerlendirmemizde “Her ne olursa olsun HDP ve HDP bileşenlerine yönelik açılan davalar, siyaset yapamaz duruma getirmeye yönelik adımlar, Selahattin Demirtaş’a verilen cezanın onanması ve yeni davaların açılması gibi örnekler Saray/ AKP/ MHP iktidarının iç siyasetteki (ekonomik ve sosyal alanlar dahil) sıkışıklığı Kürtlere yönelik şiddeti ve hukuksuzluğu artırarak aşmaya çalışacağını gösteriyor.” yazmıştık. İktidar iç siyasette HDP’nin ve HDP bileşenlerinin belirleyici olduğunu görerek siyasetin dışına itmeyi, muhafazakar seçmenlerin oyunu almayı ve sandığa gitmemesini sağlamak istiyor. Dolayısıyla bu baskıların ve küstürmeye yönelik şiddetin daha da artacağı görünüyor.

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum rektöre yönelik direniş 6 ayını doldurdu. Geçtiğimiz hafta bazı öğretim üyelerinin ilişiği kesilirken, öğrenciler ve öğretim elemanları üniversiteye alınmadılar. Polis ve özel güvenliğin şiddet uyguladığı protestoların süreceği görülüyor. Fakat ilk günlerindeki kadar toplumsal desteğin olmaması veya kamuoyunda yer bulamaması önemli bir eksiklik olarak görülüyor.

Önümüzdeki günler hatta yıllar iktidarın ve sermayenin saldırılarının daha da yoğunlaşacağını gösteriyor. Yaşamın her alanında görünecek olan bu saldırıları tek başına hiçbir partinin, stk’nın, meslek örgütünün, çevrenin karşılayabilmesi olanaklı değildir. Halka porsiyonları küçültme, alış veriş listesi yapma önerisi yapanlar, muhalefetin ‘açlar var’ çıkışına ‘onları da siz doyurun’, son olarak da ‘söke söke alırlar’ vb. söylemler rast gele söylenmiş değildir. Bu dil aynı zamanda şiddet dilidir ve sermayeyle birlikte iktidar tarafından geliştirilmektedir. Bu nedenle hem işten çıkarmalar, hem yoksulluk, hem sermayeyi koruma, kollama ve bölüşüm ilişkilerini düzenleme konularında her yolun deneneceği gösteriyor. Öyleyse emekçilerin ve sınıf örgütlerinin de bu çoklu ve her alanı kapsayan saldırılara karşı durabilmesi ve başarı elde edebilmesi ancak birlikte mücadeleyle olanaklıdır. Söylemin ötesine geçip fiili olarak ortak mücadeleyi ve araçlarını yaratmamız ertelenemez bir sorumluluktur.

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi