WASHİTA NEHRİ- 1868
Bugün Oklahoma adıyla bilinen bölgede, Washita nehrinin kıyısında küçük bir Cheyenne köyü şafağı son kez karşılıyordu. Şef Kara Çaydanlık çadırının tepesine beyazlardan öğrendiği gibi bir beyaz bayrak asmıştı, barış içinde yaşamak istediklerini göstermekti tek umudu.
Albay George Armstrong Custer, 27 Haziran 1868 sabahında 7. Süvari Alayı’nı çok sevdiği Garryowen marşıyla saldırıya geçirir. Şık, karizmatik, hitabet yeteneği yüksek, geleceğin ABD Başkanı olarak görülen bir subaydır Custer.
Saldırı sadece 10 dakika sürer, iyi silahlanmış 700 asker tüm köyü yakmış, tüm Kızılderililer öldürülmüştü. Custer ABD Başkanı olmaya bir adım daha yaklaşmıştı. Bütün bu topraklar Kızılderililerden temizlenecek ve sahip olduğu kaynaklar beyaz adamın olacaktı. “Güçlü olanın hakkıydı bu, doğanın kanunuydu.”
İSTANBUL GEDİKPAŞA TİYATROSU- 1873
Kalabalık bir insan seli Gedikpaşa tiyatrosunu “yaşasın hürriyet, yaşasın Kemal” sloganları atarak terk ediyordu.
Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre adlı oyununun ilk gösteriminde yaşanan coşku İstanbul’u sarsmıştı.
Oyun “muradımızı isteriz” diyen bir kelime oyunuyla son bulmuştu. Veliaht Murat halkın umuduydu; yaşanan yoksulluğa, yolsuzluklara, kaybedilen savaşlara, baskı ve istibdada, Abdülaziz’in vur patlasın çal oynasın saltanatına karşı tek umut olarak görülüyordu. Seyircilerin İstanbul sokaklarında hezeyan dolu bir yürüyüş yaptığını yazan İbret gazetesi kısa süre içinde kapatıldı ve Namık Kemal Magosa’ya sürgüne gönderildi.
Namık Kemal’in fikirleri, Osmanlı düzeni içinde bir arayış çabası olsa da, Osmanlı tarihine şekil verecek olan Jön Türkler ve İttihat ve Terakki örgütlenmelerinin kültürel kodlarını ve gelecek umutlarını şekillendirecektir.
LİTTLE BİGHORN, MONTANA- 1876
Güçlü, atak ve zeki bir Lakota reisiydi Çılgın At. Kara Çaydanlık’ın ölümünün üzerinden sekiz yıl geçmişti; Kızılderililer için kutsal olan Kara Tepeler’de altın bulunmuş ve beyaz adam leş bulmuş sırtlanlar gibi üşüşmüştü tepelere.
Çılgın At öfkeli ve umutsuzdu, topraklarına girdiği için öldürdüğü her beyazın yerine beş, on, yüz kişi geliyordu. Büyük beyaz evde oturan ABD Başkanı’nı görmek için Doğu’ya giden Kızılderili reisleri şişmanlamış ve kafası karışık olarak geri dönüyordu.
Kara Tepeler’in güneş doğduğu sürece Kızılderililere ait olduğunu gösteren “anlaşma” denen kâğıtlara reisler imza olarak çarpı koyuyordu. Nedir, beyaz adam çatal dilliydi, Kara Tepeler’de sarı taş bulununca anlaşmayı unutmuşlardı. Beyazlar küçük kabile reislerine ateş suyu veriyor ve onlardan topraklarını sattığını gösterir bir belge alıyorlardı, kalleş bir oyundu bu.
Çılgın At’ın umudu Wakatanka’ydı, kendisine gizli ve olağanüstü güçler vermesi için yalvarmıştı manituya. Bilge bir reisti Çılgın At, umutsuzluğun onu esir almasına izin vermeyecekti. Kara Tepeler için beyazlarla pazarlığa girişen, ateş suyu alan ve topraklarını satan her dönek Kızılderili şefini öldüreceğini duyurdu.
Kızılderililer üzerinde etkiliydi bu duyuru ama beyazlar için savaş anlamına geliyordu. General Custer yıllardır Kızılderililere kan kusturuyordu. Emrindeki askerler Kızılderili erkeklerin testislerinden tütün torbası yapıyor, tecavüz edilip öldürülen kadınların kafa derileri kahramanlık işareti olarak teşhir ediliyordu.
Kara Tepeler’in beyazların eline geçmesi Custer’ı başkanlık koltuğunun yanı başına getirecekti. Umutları bir bahar çiçeği gibiydi Custer’ın. Oturan Boğa ve Kızıl Bulut gibi iki büyük şefin desteğini alan Çılgın At, Siyu ve Cheyenne yerlilerinden oluşan Kızılderili grubunun savaş liderliğini üstlendi.
Çılgın At sadece Wakatanka’ya yalvarmakla yetinmemiş beyaz askerlerin savaş stratejilerini incelemişti. Ucunu sivrilttiği bir dal ile toprağa çizdiği şekilleri West Point Askeri Akademisi kurmayları görseler çakı gibi selam dururlardı. 25 Haziran 1876 tarihinde General Custer ve Çılgın At Montana’nın Little Bighorn düzlüğünde karşı karşıya geldiler.
Custer’ın ordusu o gün Çılgın At’ın stratejik saldırısıyla imha edildi. Beyazların Doğu kentleri ayağa kalkmıştı, beyaz adamlar öfkeden çılgına dönmüştü, bu olay bir kıyımdı onlara göre. Tüm Kızılderililer vahşiydi, pisti, uygarlık nedir bilmiyorlardı ve yok edilmeliydi. General Sheridan’a o güne kadar rezervasyonlara kapatılmış tüm Kızılderililere savaş tutsağı muamelesi yapma emri verildi.
ABD Meclisi toplanarak Kızılderililerin Kara Tepeler üzerindeki haklarını kaldırdı. Çılgın At zafer kutlamalarına katılmadı. Yapması gerekeni yapmış, umutsuzluğunun onu teslim almasına izin vermemişti. Bir yıl sonra kendi kabilesinden bir Kızılderili’nin yardım ettiği tuzakta beyazlar tarafından öldürüldü, sadece 35 yaşındaydı.
ERZURUM İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ MAHKEMESİ- 1908
XX. yüzyıl başında Osmanlı Devleti çatırdıyordu. Toplumsal, siyasal, ekonomik huzursuzluk zirveye ulaşmıştı. Kırsal kesimde köylüler, kasabalarda zanaatkârlar ve esnaf, şehirlerde ise tüccarlar gelecek umutlarını çoktan gömmüşlerdi.
1903 yılında hükümetin dayattığı iki vergi bardağı taşırmıştı. Biri her kişiden alınacak “Şahsi Vergi,” diğeri ise hayvanlar için konulan “Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu” adındaki vergiler 1906 yılı başında ayaklanmalara sebep oldu. Ayaklanmaların en örgütlü olduğu vilayetlerin başında Erzurum geliyordu. Erzurum’un ileri gelenleri ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleri “Can Veren” adı altında örgütlenerek radikal bir hareket başlatmaya karar verdiler.
Şehir halkı 13 Mart 1906’da Telgrafhane’yi işgal etti. Valinin görevinden alınması ile olaylar geçici olarak yatıştı. Ancak ayaklanmanın önde gelenlerinin sürgüne gönderilmesi ve vergi konusunda hükümetin geri adım atmaması üzerine 15 Mart 1907’de yirmi bin kişilik bir kalabalık Telgrafhane’yi yeniden işgal etti. Sürgün edilenlerin affedilmesi ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu’nda indirim yapılması olayları yatıştırmaya yetmedi. İttihat ve Terakki’nin bildirileri elden ele dolaşıyor ve vergi ayaklanmaları rejimin sorgulandığı bir ihtilal hazırlığına dönüşüyordu.
Dağıtılan bildirilerde Abdülhamit yönetiminin despotluğu, demiryolu, maden ve kömür yataklarının işletim haklarının yabancılara devredilmesi eleştiriliyordu. İttihat ve Terakki’nin yönlendirmesi ile ayaklanmacılar Kanun-u Esasi’nin uygulanmasını ve Meclis-i Mebusan’ın toplanarak meşruti bir rejime geçilmesini talep ediyordu.
İttihat ve Terakki toplumun aydınlık umudu olmuştu. 1907 yılının Kasım ayında tutuklamalar başladı. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olduğu iddia edilen sanıklar devlet düzenini yıkmakla suçlanarak 28 Ocak 1908’de özel kurulan bir mahkemede yargılanmaya başladılar. Sanıklardan Mezararkalı Mevlüd Ağa’nın savunması, Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre oyunundan başlayıp 1908 Temmuz ayında meşrutiyetin ilanına kadar olan süreçte toplumun umut ve umutsuzluklarının bir özeti gibidir. Birlikte yargılandığı arkadaşlarını kastederek: “Bunların hangisi milletin hazinesini soymuştur? Bunların hangisi milletin çömleğine, tenceresine, çuluna, yorganına, sırtındaki yırtık gömleğine göz koyup sattırmıştır? Orduyu aç, memuru muhtaç, hasta askeri alakasız, ölen askeri kefensiz bırakıp, cariyelerle saraylarda vur patlasın, çal oynasın diye cümbüş yapanlar bunlar mıdır?”
ÇILGIN AT KÜLLERİNDEN DOĞUYOR…
Psikiyatrinin gözüyle bakınca umutsuzluk ölçeklendirilebilir, hastanın umutları tartılır, intihar etmeye niyeti olup olmadığı, mutluluğun dibine vurup vurmayacağı bilinebilir.
Teolojik kuramlar ise Soren Kierkegaard gibi umutsuzluğu ölümcül bir hastalık sayar. Toplumbilime gelince işler karışır, umut ve umutsuzluk kavramları birbirini ters köşeye yatırır, biri diğerini üretir; kimi kez kendi kuyruğunu ısıran yılanken, kendi küllerinden doğan Anka kuşuna dönüşür.
1947 yılında bir avuç Lakota yerlisi heykeltıraş Korczak Ziolkowski ile anlaştı. Eliyle Kara Tepeler’i işaret eden devasa boyutlarda bir Çılgın At heykeli yapmasını istediler. Ziolkowski 1982 yılında öldü, torunları belki hiçbir zaman bitirilemeyecek Çılgın At heykelinin yapımını sürdürüyor. Umutsuzluğuna teslim olmayan Çılgın At, insanlığın onurlu ve özgürce yaşayabileceği bir dünya umudunun sembolü olmaya devam ediyor.*
*Bu yazı Doğan Alpaslan Demir tarafından kaleme alınmıştır. Mukavemet derginin 4. Sayısında yayımlanmıştır.