Saray/AKP/MHP iktidarı açıkladığı Orta Vadeli Program’la (OVP) ekonomi programında bir değişiklik yapmayacağını bir kez daha göstermiş oldu. Programın temel amacının büyümenin sürdürülmesi olduğunu söylemek mümkün. İktidarın bugüne kadar uyguladığı ekonomi politikaları sonucu sermaye ve yandaşlar büyürken çalışanlar, çiftçiler ve küçük esnaf küçülmeye, yoksullaşmaya devam etti. Bu nedenle de birçok iktisatçı yoksullaştıran büyüme saptamasını yaparak emekçilerin emeğinin, vergisinin, zamanının, canının ve ülke değerlerinin sermayeye kaynak olarak aktarıldığını belirtiyor.
12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen darbenin bir amacının da devletin ekonomideki ağırlığını azaltmak, rekabeti artırmak, Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) arpalık olarak kullanılmasını önlem gibi gerekçelerle kamunun tasfiye edilerek kaynakların sermayeye aktarılması olduğu dikkate alındığında Saray/AKP/MHP iktidarının bu amacı en şahin, en gözü kara uygulayan iktidar olduğu açıktır.
Liberallerin söylediğinin aksine ekonomi yalnızca ekonomi değildir. Özellikle sermaye ve iktidara eklemlenmiş bir avuç yandaş dışındaki halkın bir bütün olarak baskı altına alınması da gerekiyor. Mevcut ekonomi politikalarının uygulanabilmesi için sendikal örgütlenmenin ortadan kaldırılması, sosyalist ve devrimci muhalefetin önünün kesilmesi veya olabildiğince sistem içinde tutulması, tüm ekonomik, demokratik, siyasi taleplerin bastırılması gerekiyor. Saray/AKP/MHP iktidarının yargıyı, kolluk güçlerini, medyayı vb. kullanarak muhaliflere yönelik uyguladığı baskı, şiddet, tutuklamalar ile emekçilerin grevlerinin ertelenmesi, eylemlerinin engellenmesi, işsiz kitlelerle tehdit edilmesi arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Bu bağ çevresine ve doğasına sahip çıkanlara karşı uygulanan baskı ile çalışma yaşamı dâhil cinsiyetçi politikalar arasında da mevcuttur. Sistemin tamamının sömürü üzerine kurulu olduğu gerçeği tüm yaşam alanlarında iktidarın ve sermayenin tutumu ile halka vadettikleri ve yaptıkları arasındaki ilişkiyi sorgulayarak görmek mümkündür.
İktidar OVP enflasyon, yıllardır %10’un üzerinde olan işsizlik, ücretlilerin GSYH’dan aldıkları payın iki yılda %36,8’den %25,7’ye düşürülmesi, sürekli artan ve daha da artacağı görülen dış ticaret açığı, düşük faiz gibi uygulamaları sürdüreceğini söylerken ücretlerin alım gücünün de düşeceğini söylemiş oluyor. Bu programın sonucunda emeğiyle geçinenlerin çok büyük bir bölümünün yoksulluk sınırı altında ücrete mahkûm edileceğini, bunların da önemli bir kısmının asgari ücret veya biraz üzerinde bir ücretle çalışmak zorunda kalacağı görülüyor. GSYH’de emeğin payının %36,8’den %25,7’ye düşmesinin başka bir anlamı yoktur. Bu aşamada 12 Eylül 1980’de Türkiye İşveren Sendikaları Başkanı Halit Narin’in “Bugüne kadar hep işçiler güldü, artık gülme sırası bizde” sözünü de anmak gerekir. Sermayenin iktidarla bağını, iktidarın sermayeyle işbirliğinin özeti olan bu söz Saray/AKP/MHP iktidarıyla 12 Eylül ve devamındaki politikaların uygulanmasında bir sapma olmadığını göstermesi açısından önemlidir.
İktidar önümüzdeki seçimleri de hesaplayarak 2.000 TL’ye kadar borcu olanların borçlarını sileceğini (bütçeden karşılamayacağını) açıkladı. Bunu seçimler nedeniyle, oy hesabı üzerinden yaptığını herkes biliyor. Benzer biçimde bu yılın sonunda Emeklilikte Yaşa Takılanlarla (EYT) ilgili bir düzenlemenin de yapılacağı açıklandı. Burada asıl sorun insanların neden borçlanmak zorunda kaldıkları ve borçlarını ödeyemedikleridir. Neden 2.000 TL sınırı var? EYT için de aynı soru geçerlidir; iktidar yaptığı düzenlemelerle ile milyonlarca insanı yıllardır mağdur edip sonra oy kaygısıyla sorunu çözüyormuş gibi yapıyor. Bu noktada Türkiye Bankalar Birliği (TBB) verilerine göre 2022 Haziran ayı itibarıyla 36,6 milyon kişi bireysel kredi kullandığını, yalnızca bir yıl içinde kredi kullanan sayısı 1,8 milyon kişi artarken, ilk kez kredi kullanan kişi sayısı da 2022 Haziran ayında 210 bin kişi olmuştur. Kısacası çalışanların büyük çoğunluğu günlük ihtiyaçlarını ancak borçla karşılayabilmektedir. Yurttaşların borcunu ödemek bir yana daha da borçlanmasına, emekli olamamasına yol açan bu düzeni, uygulamaların en acımasız uygulayıcısı olan iktidarın bu yanı teşhir edilmek zorundadır.
Sosyalistler, devrimciler, yaşam savunucuları, eşitlikten yana olan tüm güçler iktidarın politikalarına karşı çıkarken bu politikalar ve uygulamalar arasındaki bağları kurarak parça parça süren mücadeleleri birleştirmenin/ortaklaştırmanın araçlarını ve yollarını yaratmak zorundadır. Birçok noktada verilen ve görünürde birbirinden ayrı sanılan mücadelelerin iç içe geçtiğini, birbirleriyle ilişkisini, sınıfsal temellerini ve ilgisini anlatmak ve örgütletmek toplumsal muhalefetin sisteme yönelmesini de kolaylaştıracaktır.
İKTİDAR DİLİYLE İKTİDARA KARŞI
CHP Milletvekili Gürsel Tekin’in bir konuşmasında ‘HDP’ye bakanlık verilebilir’ sözü üzerine CHP ve İYİ Parti’den gelen açıklamalar Kürt Sorunu ve HDP’ye bakışta muhalefetin iktidarla aynı noktada olduğunu düşündürüyor. MHP’den ayrılanların kurduğu İYİ Parti’nin açıklaması doğası gereği olarak düşünülebilir. Ancak CHP’nin geçmişte kendi hazırladığı raporların bile gerisine düşmesi Millet İttifakı ve Altılı Masa olarak tanımlanan muhalefetin iktidarla aynı noktada durduğunu gösteriyor.
Daha önceki değerlendirmelerimizde iktidarın seçimlere kadar Kürtler, dış düşmanlar ve din üzerinden yaratacağı gerilimler, yolunu bulabilirse çatışma veya sınır ötesi operasyonlarla iç siyaseti şekillendirmeyi, toplumu ‘geçim mi, güvenlik mi?’ ikilemi içinde tercihe zorlayacağını belirtmiştik. Saray/AKP/MHP iktidarının yarattığı rejimi değiştirmeyi amaçladığını açıklayan ve ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ öneren muhalefetin HDP’ye yönelik dışlayıcı yaklaşımının iktidardan farkı olmadığını göstermektedir. İktidar nefretinin ve yaşanan derin yoksulluğun kaçınılmaz olarak muhalefete oy olarak yansıyacağı yaklaşımının rahatlığı üzerine kurulu bu yaklaşımı reddetmek ve HDP ile dayanışma içine girmek, Kürt Sorununda taraf olmak, seçim politikasına indirgenmesine karşı çıkmak en azından toplumsal barışın gereğidir.
7 Haziran seçimleri sonrası kurulan geçici hükümette HDP’ye bakanlık verildiğini, bunun yasal olduğu kadar, normal olduğunu savunamayacak bir muhalefetin kuracağı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemde HDP’nin, HDP ile birlikte sosyalist, devrimci muhalefetin de yerinin olmayacağı anlamına geliyor. Bu konuda Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına Alevi kimliğinden dolayı mesafeli duran, bunu dile getiren muhaliflerin de iktidardan farklarının olmadığını söylemek gerekiyor. Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların, işçilerin oyunu isteyenlerin onların partilerine, örgütlerine yönelik dışlayıcı politikalarına karşı halkların kardeşliğini, ülkede ve bölgede demokrasiyi, barışı, eşitliği savunan tüm güçlerin ortak mücadelesi önemlidir. Seçimlerin ve ülke yönetiminin, siyasetin iktidar ve restorasyoncu muhalefete sıkıştırılmasına karşı sokak muhalefetini de içeren tüm muhaliflerin özgürlük, demokrasi, barış, eşitlik temelinde sosyalist, devrimci bir seçeneği yaratmaları mümkündür ve zorunludur. Bunun için yazımızın başında da belirttiğimiz, farklı alanlarda yaşanıyor olsalar da özünde aynı politikaların ve siyasi tercihlerin sonucu olan gelişmeler arasındaki bağları kurarak toplumla buluşmasını sağlayacak araçları ve yolları yaratmamız gerekiyor.
ABD, RUSYA, ARAP BİRLİĞİ
Saray/AKP/MHP iktidarının uzun süredir Rusya ile sürdürdüğü ilişki Batı tarafından Rusya’ya uygulanan ambargo sonrası yeni bir aşamaya geçti. İktidar Rus sermayedarların Türkiye’ye giriş çıkışlarına kolaylık sağlarken, Rusya’ya uygulanan ambargoya da katılmamıştı. Putin ve Erdoğan’ın sürekli görüşmeleri, milli para birimleriyle ticaret, Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyelik için başvuracağı, BRICS’e davet edildiği gibi haberlerin ardından Rusya’nın Mersin Akkuyu Nükleer Santrali inşaatı için gönderdiği paralar gibi çok sayıda gelişme Putin’in Saray rejimini desteklediğini düşündürüyor.
Rusya’yla ticaretin, Rus oligarkların Türkiye’de yatırım yapmaları, birçoğunun yurttaşlık almaları gibi gelişmeler ABD’nin uyarısını beraberinde getirdi. ABD ambargonun delinme olasılığının dikkate alındığını belirtmekle kalmayıp başta TÜSİAD olmak üzere Türkiye’deki sermaye örgütlerine uyarı mektupları gönderdi. İran’a uygulanan ambargo da Halkbank üzerinden Rıza Zarrab aracılığıyla dolaylı yollarla delinmiş, sonrasında ABD’nin yaptırımları gelmişti.
Geçtiğimiz hafta toplanan Arap Birliği’nin yayınladığı bildiri içerisinde Türkiye ve İran’ın Arap ülkelerinin içişlerine karışmaktan vazgeçmeleri çağrısını içeriyordu. Medya genellikle Libya’nın birlik başkanı olması üzerine Mısır’ın toplantıyı terk etmesini öne çıkararak yapılan uyarıyı görmedi. Bu bildiriye Libya, Somali, Katar ve Cibuti dışındaki ülkelerin imza attığı da düşünülürse son zamanlarda ilişkilerin iyileştirildiği BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerin düzeltilmeye çalışıldığı Mısır’ın Türkiye’ye yönelik bakışlarında özünde bir değişiklik olmadığını, çıkarlar ve BAE Prensi’nin Türkiye’ye ziyareti sırasında söylediği fırsatlar üzerinden bakıldığını gösteriyor.
Tayyip Erdoğan’ın ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ diyerek gerilimi yükselttiği Yunanistan’la ilgili bu durumun seçimlere kadar süreceği görülüyor. Yandaş medyada çatışma, savaş, operasyon gibi söylemlerin canlı tutulmaya çalışıldığı, toplumun dış düşman ve güvenlik kaygısının depreşmesi için uğraşıldığı görülüyor. NATO üyesi ve ABD müttefiki olan Türkiye ve Yunanistan’ın fiili olarak savaşmaları mümkün değildir. Yunanistan’ın AB üyesi olması, iki ülkede de NATO’nun ve ABD’nin üslerinin bulunması bile fiili bir çatışmanın mümkün olmadığını göstermektedir.
Avrupa’dan söz etmişken; Rusya’ya uygulanan ambargo ve Rusya’nın doğalgaz akışını belirsiz süreli olarak kesmesi, yaşanan yüksek enflasyon, durgunluk gibi nedenlerle önümüzdeki aylarda Avrupa’da bir enerji krizi yaşanacağı görülüyor. Şimdiden bazı Avrupa ülkeleri tasarruf önlemleri açıklamaya başladılar. Dolar’ın Euro karşısında değer kazanması eklendiğinde Avrupa’ya yapılan ihracatın düşme olasılığı yüksektir. Dolarla hammadde ve ara malı ithal eden Türkiye’nin ihracatının büyük kısmını Avrupa ülkelerine yaptığı dikkate alındığında iktidarın OVP içinde yer alan ithalat, ihracat değerlerinin de tutmayacağını, Avrupa’nın yaşayacağı durgunluğun önümüzdeki dönem birçok alanda kendini hissettirme olasılığı yüksektir.
Yapılan tüm çalışmalar küresel düzeyde bir yoksulluk dalgasının artarak süreceğini gösteriyor. Saray/AKP MHP iktidarının en basit ekonomi gereklerini bile reddetmesi bunun yanında yolsuzluğun artması gibi nedenler bizi daha derin ve yaygın bir yoksullukla yüz yüze getiriyor. Dolayısıyla içerde vereceğimiz demokrasi, barış, eşitlik, emek mücadelesinin başta komşu ülkeler olmak üzere uluslararası devrimci, sosyalist mücadelelerle buluşmasını sağlamak zorunludur. Ekonomiyle birlikte yoksulluğun, adaletsizliğin, eşitsizliğin, en basit çatışmaların bile küreselleştiği gerçeği üzerinden hareket etmek, sınıf mücadelesinin bir parçası, bileşeni olarak bunları da düşünmek gerekiyor.