Geçtiğimiz hafta Kitaba Dair’in konuğu Süleyman İnan’dı. Süleyman Hoca’yla Yeni İnsan Yayınları’ndan çıkan Yöneten Birey Olmak ve Okullarda Siyaset Eğitimi Mümkün mü? – Siyaset Okuryazarlığı kitabı üzerine sohbet ettik.
Mete Kaan Kaynar: Hocam hoş geldiniz, teşekkür ederim geldiğiniz için. Öncelikle oldukça ilgi çekici bir kitap yani benim oldukça ilgimi, dikkatimi çekti. Kitabı gönderdiğinizden bu yana elime aldığımda hep aklımda medya okuryazarlığıyla karşılaştırarak okumak var idi. Medya okuryazarlığı da artık günümüzde, önce dünyada olmak üzere, ortaokul ve lisede seçmeli dersler arasına girdi. Ben medya okuryazarlığı dersini medyayla düzgün, olması gereken şekilde ilişki kurmayı çocuklara öğreten bir konu olarak anlatıyor idim: Medyadan bize gönderilen her türlü o bombardımana karşı nasıl daha iyi bir süzgeç geliştiririz gibi konular. Siyaset okuryazarlığı da hani siyasetin kitabını alıp böyle okumak değil ki zaten kitabınızı okuyunca onu da anlayabiliyoruz. Peki, siyaset okuryazarlığı için ne diyelim; bunu da medya okuryazarlığına benzetmemiz mümkün müdür?
Süleyman İnan: Hoş bulduk, davetiniz için teşekkürler. Şöyle bir giriş yapayım: Aslında 2000’li yılların başından itibaren eğitim içeriklerine bahsettiğiniz gibi ilk giren okuryazarlık, medya okuryazarlığı oldu. Sadece eğitimciler değil, dijital teknolojinin gelişmesiyle şirketlerde bu okuryazarlığın daha çok bilinmesini istediler. Sonra ona yakın 21. yüzyıl becerileri diye andığımız başkaca okuryazarlıklar da çıkmaya başladı. Ben de bunlardan etkilenmemiş biri değilim. Kitabı kaleme alırken de bir dertle başladım aslında. Eğer sorunuza geri dönecek olursam; siyaset okuryazarlığı çok kısaca nedir derseniz belki siyasi farkındalık, siyasi bilinçlenme, siyasi uyanıklık gibi kelimelerle özetleyebilirim. Aktif vatandaşlıkla bağlantılı görenler var, çok yanlış değiller ama ben eksik buluyorum. Çünkü vatandaşlık neticede hukuki bir statü ancak bu statüyü elde etmiş olursanız, o da bazı şartlarla olabiliyor, biliyorsunuz. Örneğin Türkiye’de vatandaş olmak için beş yıl sürekli olarak ikamet etmek, Türkçeyi belli seviyede yani toplumsal yaşamı sürdürecek kadar biliyor olmak gerekiyor falan. Ama ben daha geniş kapsamda yani vatandaş olmayanları da dâhil ederek birey demeyi tercih ettim. Bu yüzden biraz da yöneten birey olmanın kılavuzu gibi siyaset okuryazarlığı.
Hocam, şöyle bir distopya var sizin kitabınızda: Yıl 2060, seçim zamanı makinalardan sesler geliyor “Oy kullanmayı unutmayınız!” gibi. Kimsenin umurunda değil, insanlar sürenin bitmesine az bir zaman kala oy kullanıyorlar ve pat pat hemen peşinden olası hükümetlerin alternatifleri, seçim sonuçları falan -böyle hani Google’a bir şey yazıp da sonucu dökülürmüş gibi öyle anladım ben- dökülüveriyor. Siz bir adım daha atmışsınız, her şey otomatiğe bağlanmış diyorsunuz. “Daha yapacaklarımız var!” sözü söylenmez olmuş. Kimse siyasete katılım derdinde değil. Teknolojinin içinde berbat (!) bir senaryo çizilmiş. Yöneten bireyin, siyaset okuryazarlığının olmadığı ama teknolojinin de hayatımızın her tarafında bizi etkilediği bir tahayyül olarak okudum ben o iç karartıcı senaryoyu. Bu senaryodan sizin kastınız neydi?
Siyaset anlam içeriği bakımından başkalaşıyor. Dijital teknoloji, teknolojinin gelişimi buna destek oluyor ya da yardımcı oluyor diyeyim. Şöyle ki artık insanlar, siyasetle ilgilenmiyoruz deseler bile siyasetin etkisi dışında değiller. Bir biçimde etkisi altındalar. Maruz kalmak diye bir kelime var İngilizcede yani bir şekilde karşılarına siyasetle ilgili haberler çıkıyor, haberdarlar. Siyasetin tanımı artık birey olarak, aşağıdan yukarıya doğru bir eylemlilik hareketi olarak daha öne çıkmaya başladı. Dolayısıyla ben siyaseti kamusal bir iş olarak yani herkesin yapması gereken bir iş olarak tanımlıyorum. İlaveten ahlaki bir iş olarak da görüyorum bunu. İşte o yüzden yönetime katılmanın ne kadar, neden önemli olduğunun altını çizmeye çalışıyorum. Ahlaki bir iş derken yani şöyle düşünmenizi isterim; etrafımızda onca şeyler var ve eğer biz bu iş değerle ilgili gözlerimizi kapatırsak körleşiriz, duyarsızlaşırız. Dolayısıyla onları doğru yolda etkilemek için siyasetin bu tanımına yönelmek bence çağıl bir yorumlama. Siyasetin birçok tanımı var, çok kötücül karşılıkları var. Ben de tam bu noktada kötücülü görünen anlayışın tam karşısında durup gerçekçi siyasetin var edilmediğini, hayata geçirilemediğini düşünenlerdenim ki bu da siyaseti olumlama çabasında önemli olacaktır. Şunu söyleyeyim, ben siyasetin insanların mutluluğu için yapılması gerektiğini düşünüyorum. Mutluluk ve siyaset arasında bir paralellik var. Öylesine söylüyor değilim. Tabii, bu fikrin romantik bulunup değer siyasette karşılığı yok denilerek fikir kökenlerinin olmadığı söylenebilir ama baktığınız, biraz karıştırdığınız, siyaset felsefesine yöneldiğiniz zaman Aristo’ya kadar gidersiniz. Aristo, ortak iyilik için siyasetin yapılması gerektiğini söyleyenlerden biri ve ilki belki de. Yüce iyilik, demişti mesela buna. Onun takipçileri arasında bir sürü düşünür söyleyebilirim. Siyaset ve mutluluk arasındaki ilişki ile ilgili son dönem yapılan çalışmalardan biri olan Cambridge Üniversitesi’ndeki siyaset bilim profesörlerinden David Runciman’ın Politika adlı eserinde Danimarka ve Suriye karşılaştırması vardır. Dolayısıyla o karşılaştırmada siyaset iyiyse insanlar mutludur, siyaset kötüyse insanlar mutsuzdur paralelliğini çok iyi işler.
Hocam, Google aramasında siyaset-politika ve politics kelimelerinin ilk on içeriğiyle ilgili grafik gibi bir şey paylaşmışsınız 34. sayfada. Google aramasında siyaset-politika ve politics kelimeleri demişsiniz de burada tam olarak, tabii grafiğin içini okuyunca anlaşılıyor da, neyi vurgulamaya çalıştınız; biz burada ne görmeliyiz?
Şimdi, siyasetin algısı üzerine tanım yaparken algılara yönelmek iyidir yani algılardan yola çıkarak neyin var olduğunu belirlemek önemlidir. Orada ben algıları belirlemeye çalıştım yani siyaset ya da politika ya da İngilizcesi politics dediğimiz zaman insanlar herhangi bir arama motorunda bunları görselde arattıklarında karşılarına ilk onda ne çıkıyor onu belirlemeye çalıştım. Gördüğüm kadarıyla siyasetin külüne dair bir şey değil de o algılar çok egemen, mesela belirttiğim gibi siyaset dediğim zaman Türkiye’deki algıda insan ve mikrofon çıkıyor karşımıza. İyiyiz nedir? Hatip olan, iyi konuşan kişilerin siyasetle ilişkisi olduğuna dair bir not görebildim orada. Bir parça doğru da siyaset hepten bu demek değil. Onun dışında daha böyle siyasetin derinliğine dair neler gözükebilirdi diye bir arayış göremedim yani çok genelgeçer bir bakış sanki bu gördüğüm kadarıyla.
Diğer tablonuzu da sormak istiyorum size: Zaman cetvelinde siyaseti tanımlıyorsunuz ve orada sadece geçmişten günümüze siyaset buydu gibi bir anlatımla yetinmediğinizi ve kamusal iş ile ahlaki iş kavramlarına da yer verdiğinizi görüyoruz. O siyahımsı yuvarlağın içerisinde devlet işleri, orada sağ alttaki tablonun içerisinde de iktidar mücadelesi yazıyor. Milattan önce 4000’den başlayıp günümüz 2000’li yıllarına kadar gelen bir tablo da var: güvenirlilik icabı, kötülüğün kaynak aracı, güç paylaşımı, uzlaştırma faaliyeti. Günümüze doğru geldiğimizde biraz daha açık renkli taranan büyük yuvarlağın içinde de kamusal ve ahlaki iş yazıyor. Bu tabloyu nasıl okumamız gerekiyor? Kitabı alanlar bu tabloda neye dikkat etmeliler ve bize neyi vurguladınız Hocam burada?
Şöyle, iktidar değiliz. Güç savaşı insanlığın ilk tarihinden itibaren var yani 40-50 kişilik gruplar halinde iken de insanlar o mücadeleyi verdiler. Bu bakımdan siyaset bir kişi değil, insanların, kalabalığın bulunduğu yerlerde olduğunu varsayarsak en başından itibaren bu iktidar güç savaşının görüldüğünü söyledim en geriden. Fakat sonraki zamanda modern anlamda devlet örgütlenmenin ortaya çıkışı ile birlikte siyasetin anlam değiştirdiğini ve uzunca bir süre şuanda bile klasik anlama kavuştuğunu göstermeye çalışıyorum yani kabul edelim ki bugün siyaset dediğimiz zaman iki kelimelik bir karşılıkla insanların anladığını, algıladığını görüyoruz. O da şudur: Devlet işleri, devletin yönetimi demektir. Ama bu yeterli bir açıklama değil. Şöyle ki sadece siyaseti siyaset yapan profesyonellerle sınırlı tutan bir algılayış bu ve eski zamanda -monark zamanlarda, krallık zamanlarında- çok anlamlı bile olsa şimdilerde anlamlı bulamayacağımız, daha doğrusu sınırlı bir karşılık bence. Neden böyle diyorum? Çünkü 1950’lerden itibaren gelişen demokrasi o “devletlü” dediğimiz katmandan aşağı doğru indirdi yönetim işini ve 2000’li yıllara geldiğimiz zaman bu demokrasi gelişiminin de arttığını görüyoruz. Örneğin 1950 yılında %20 oranında ülkelerin demokrasiye geçtiğini biliyoruz ama 2000’li yıllarda bu oran %62’lerde idi. Dolayısıyla demokrasi aynı zamanda yayılım demek ise demokrasinin yayılımı ile birlikte aslında halk katmanına inen bir siyaset anlayışının baş gösterdiğini söylemiş oluyorum. Güne biraz daha yakınlaştığımız zaman bu demokrasi gelişimine ilaveten teknolojinin gelişimiyle birlikte bu arka plan şu günlerde başka bir siyaset tanımını öne çıkartıyor. O da nedir? Demin söylediğim gibi artık sadece belirli sınıf olan siyasilerin yapacağı bir iş değil, onlarla beraber tüm insanların katılarak, ortaklaşarak yapacağı, kolektif kararları almaya iten bir siyaset tanımının öne çıktığını söylemeye çalışıyorum ama bunun arasında ideolojilerin içeriklendirdiği bazı siyaset tanımlamaları var. O iki büyük daire içerisinde onları göstermeye çalıştım. İşte, uzlaştırma faaliyeti dedim liberal perspektiften bakınca, kötü işlerin kaynağı dedim Marksist bir perspektiften bakınca vesaire.
Sizin daha önce de Genç Bilgi Siyaset ana başlığıyla yazdığınız bir kitap vardı. Gençler için, çocuklar için yazılmış bir siyaset eğitimi kitabıydı. Hocam, siz Pamukkale Üniversitesi’nde on yılı aşkın süredir siyaset bilimi dersleri, 2015’ten bu yana da “Siyaset Hiç De Korkulacak Bir Şey Değil” seminerleri veriyorsunuz. Yine aşağı yukarı o tarihlerden bu yana da siyaset okuryazarlık SOs+a ile söyleşiler ve atölyeler gerçekleştiriyorsunuz ve kitabınızın ikinci bölümüne de “Yöneten Birey Olmak” başlığını koymuşsunuz. Bu dersler tamam, onu mecburen okulda veriyoruz da seminerler, SOs+a’lar, atölyeler; öncelikle bunları soracağım. Hocam, ne yapıyorsunuz buralarda? İkinci olarak, kitapla bağlayacağım: Bütün bu yaptığınız şeylerin hepsi bu ikinci bölümde yöneten birey olamaya indirgenebilir mi?
Siyaset Okuryazarlığı kitabını konuşuyoruz ama daha geride bunun hikâyesini başlatan 2016’da çıkan Genç Bilgi Siyaset kitabı. Her şeyin bir başlangıcı var. 2014 yılıydı. Televizyon haberlerinde İsrail’in Gazze saldırıları vardı ve ölen çocukların görüntüleri akıp gidiyordu. O zaman 11 yaşındaki büyük kızım galiba bir yerde bunaldı ve “Baba, bu siyaseti de kim çıkarmış böyle?” diye yakındı. Ben ne diyeceğimi bilemedim. İşte o an, artık bir şey yapmalıydım. Siyaset bilimi dersi veriyorum fakat onlara erişmeli, bir şey anlatmalıydım. Kitabın hikâyesi böylelikle çıktı. Sonra bu kitapla birlikte kitap tanıtımı için İstanbul’dakiler başta olmak üzere bazı okullara çağrıldım ben. Orada çocuk ve siyaseti bir anda konuşurken buldum kendimi. Sonra sempozyumlarda biraz ilgimin ilerlemesi ile siyasetin pedagojisine dair konuşmalar yaptım. Bir anda bu çalışmaları ilgimle birleştirerek başka yere götürdüm ve sonra siyaset okuryazarlığı, demin girişte siz de söylediniz, medya okuryazarlığı, dijital okuryazarlık, onlarla eklemlenecek bir şekilde bu kocaman boşluğu görerek kafa yormaya başladım. Bunların ancak eğitimlerle içeriklenebileceğine dair düşüncemi artık hayata geçirmek istedim. Bu yüzden modüller geliştirdim. Bu modüllerden ilki, demin söylediğiniz gibi çocuklar için olan siyaset okuryazarlığı ve onun genel başlığı “Siyaset Hiç De Korkulacak Bir Şey Değil”dir. Bu biraz ezber bozmak için çıkartılmış bir başlıktı, çünkü başta çocukların siyasetin pejoratif anlamına kapılıp siyasetle ilgili burun kıvırmalarını, o yüzlerindeki jestlerini tahmin ettiğim için siyasetin bir gereklilik olduğunu onlara anlatmaya çalıştım. Daha sonra geliştirdiğim atölyelerden biri öğretmenler için olandı, yetişkinler için olan vardı, bir diğeri de akademisyenler için olan atölyelerdi. Atölye, şu demek: Kısacık bir seminerden yani siyaset okuryazarlığının ne olduğunu söyleyen kısacık bir tanıtımdan sonra uygulama içeren çalışmalar idi. Ben sonrasında da çocuklar, öğretmenler, yetişkinler, akademisyenler için siyasetokuryazarlik.com.tr adını taşıyan bir web sitesi kurdum ki açıklamaya çalıştığım da logonun kendisi. Şimdilik burada atölyelerle ilgili söylediğim ve web sitesi için bahsettiğim şeylerle yetinmiş olayım.
Hocam, siyaset okuryazarı olunca elime ne geçecek? Bu atölyelerinizi ilkokul çocuklarına da akademisyenlere de veriyorsunuz. Peki, niye gelelim ya da niye gelsinler? Orada ne tür beceriler edineceğiz, oraya gelmemizin müşevviki nedir?
Evet, önce şu çerçeveyi belirlemiş olalım. Ben siyaset okuryazarlık altı iki bağlamdan biri olan siyasetin kamusal iş ve ahlaki bir iş olduğunu belirlemiş olayım. Okuryazarlıkla kastettiğim şey ki bu konuda tatmin edici bilginin olmadığını düşünüyorum ve kitabını biraz deşmeye çalıştım hani kelimenin arkeolojisi derler ya biraz ona girmeye çalıştım, çünkü ne de olsa okuryazarlık eskiden kalma anlayışla okuma yazma bilmeyi anlatıyor çoğu zaman. Demin gösterdiniz ya hani mesela internette herhangi bir arama motorunda okuryazarlık dediğiniz zaman okuma yazma seferberliğine gidip diploma, sertifika alan insanların görselleriyle karşılaşıyorsunuz. Fakat bizim medya okuryazarı, dijital okuryazar, etiketlerde bulduğumuz okuryazarlık PISA dediğimiz OECD’nin yaptığı sınavlarla anlam kazandı. 2006’dan itibaren PISA sınavlarına okuryazarlık testi demeye başladı, ondan önce yeterlilik testi diyordu. Aslında bununla yazının içindeki metni bağlamıyla derinlemesine düşünmeyi kastediyoruz. Sıfat olan okuryazarlık yani okuma yazmayı sökmüş olan kişi ile derinlemesine düşünen, kültürlenmiş okuryazar arasındaki isim olan farkı belirlememiz gerekiyor. Dolayısıyla siyaset okuryazarlık dediğimiz zaman siyasete dair değerlendirmeyi asgari düzeyde yapabilen ve bununla ilgili bazı beceriler gerçekleştirebileni kastediyorum. Şimdi sorunuza dönersem, hangi becerilerle karşılaşacağım? Birinci beceri, bilişsel düzeyde siyaset okuryazarı olan kimse siyasetin asgari bilgisine sahip olan demektir. Şimdi bu noktada sizler siyaset bilimcisiniz. Siyaset bilimi ile var olan siyaseti ayırarak söylüyoruz. Siyaset bilimi, siyasetin bilgisine dair temel bilgileri bize söylüyor, onun farkında olmayı anlatıyor. İkinci olarak, davranışsal bazı beceriler var. Onları ben üç kalemde sayabilirim. Bunlardan bir tanesi, belki de en önemlisi yönetime katılmak yani yönetim süreçlerine, siyasi sürece nasıl katılacağımızı biliyor olmak. İkincisi, kamusal tartışmalara girmek. Bu da kendinle ilgili değil de başkası adına tartışmalara giriyor olmak. Üçüncüsü, dünya vatandaşlığı duyarlılığı. Duyarlılık kelimesini seçme nedenim şu yani Kant’a kadar giderseniz bu dünya hükümeti, bütün milletlerin bir araya geleceği hükümet modeli şuanda ütopik. Bunun gerçekleşecek olmasını yakın zamanda da galiba göremeyeceğiz. Dolayısıyla dünya vatandaşlığı duyarlılığı derken insanın kendi ülkesi haricinde dünya sorunlarına karşı hassas olmasını kastediyorum. Örneğin iklim krizi artık bizim ülkemizin meselesi değil, bütün dünyanın meselesi ve bu konuda duyarlılık geliştirmek de siyaset okuryazarının becerilerinden bir tanesi. Çok özetle bu.
Hocam, siz çok kötü (!) şeyler yapıyormuşsunuz. Siyasi bilinçlenme, yönetime katılım, dünya vatandaşlığını önemseyen ve kendini öyle gören bireyler yetiştirmek diyorsunuz. Bu siyaset okuryazarlığının bireysel çabaların ötesinde kamusal bir kararı da gerektirdiğini, eğitim sisteminin de bu yana doğru evrilmesi gerektiğini düşünürsek; sadece ne sizin derneğinizle ne de benim bir çabamla olacak iş değilse bu ve daha geniş bir şey gerektirecekse; kamu otoriterlerinin eline yetkiyi verdiğimizde gerçekten siyaset okuryazarlığı bu haliyle mi kalacak yoksa amigo yetiştiren, değil dünya vatandaşlığı kör kuru taraftar yetiştiren bir şeye mi dönüşecek? Bunu isteyecek mi bu kamu otoriterleri? Biz burada nereye oturtarak götüreceğiz siyaset okuryazarlığını?
Şimdi, kamu otoriterlerinin nasıl bir yol izleyeceğini zaman gösterecek. Bu biraz da olsa duyulmaya ve etki göstermeye başladı yani mesela İngiltere’de bir oluşum var: Shout Out UK, tüm parlamenterlerin bir araya geldiği, bir grup oluşturduğu. İçinde de Sheffield Üniversitesi siyaset bilim hocalarından James Weinberg var. Onun araştırmasına yaslanarak tüm parlamenterlerin bir araya gelebileceği ve nihayetinde hükümetin de bu yönde adımlar attığı, mesela demokrasi eğitimini daha fazla yaymak için siyaset okuryazarlığının da gelişimini sağlayan, bir irade oluşumuna doğru gidiyor. Türkiye’de nasıl bir seyir izleyecek bilmiyorum ama şuan itibariyle gönüllü olarak ben seminer ve atölyeler ile yayma çabamı sürdürüyorum. İlaveten şunu yapma çabam var: Siyaset okuryazarlığını üniversite altı eğitim olan lise ve ortaokulda seçmeli ders olarak öneriyorum. Böyle böyle belki etki yapabiliriz ki bu çok zorlu bir şey. Eğitimle siyaset arasında huzursuz bir ilişki var kabul ediyorum. Politikacıyı sınıfa taşımanın çok zorlu olduğunu biliyorum ama Amerika’daki, İngiltere’deki, pek çok başka ülkelerdeki çabaları da dikkate aldığım zaman olamayacak bir şeyden bahsetmiyorum. En azından mesela kitabımı iyi okuyan biri olarak ben majör siyaset ile minör siyaseti ayırdığım yerde majör siyasetin ifade ettiği o siyasi partilerden, ideolojilerden ayrı olarak, bunları tabii görmezden gelmeden, minör siyaset dediğim alanlarda eğitim yapılabileceğine inan biriyim. O minör siyaset dediğimiz şeyi de hemen burada söylemiş olayım; insani eylemlilikler, yardım kampanyaları, farkındalık eylemleri. Bunların ortaokul ve lisede yapılıyor olması insanların çok itiraz edeceği bir şey değil. Bu siyaset içeriğine çoğu kimse katılacak, hemfikir olacaktır. Dolayısıyla partizan olmayan bir siyaset okuryazarlık içeriğinin kabul göreceğini düşünüyorum. Son bir şey daha söylemek istiyorum burada, 1949 yılında UNESCO siyaset biliminin içeriğini aşağı yukarı belirledi. Neredeyse çakılı diyebileceğimiz bir program içeriği var. İşte o program içeriğinin bence ortaokulda ve lisede anlatılıyor olması çok şey kazandıracaktır.
Okullarda siyaset eğitimi de sizin değindiniz konuların içerisinde yer alıyor. Politik sosyalizasyona ayrı bir başlık açmışsınız ve siyaset eğitiminin ne zaman, nasıl verilmesi gerektiğini de kitabınıza taşımışsınız. Bize çok kısaca bu okulda siyasetten, politik sosyalizasyondan -tabii okuldaki sosyalizasyondan- kastınızın ne olduğunu, neyi hedeflediğinizi özetleyebilir misiniz?
Şöyle özetleyeyim: Belki bundan sonraki çalışma uygulamaya dönük olacak. Şimdi benim Siyaset Okuryazarlığı kitabımla ilgili, siz de söylediniz, bir kere herkesin söylediği şey ilgi çekici yani ilginç buluyorlar. Benim kitabı okuyan Galatasaray Üniversitesi’nde siyaset bilimi hocası, arkadaşım aynı zamanda, Birol Çaymaz ilk taslağı aldığında, ilginç, demişti bana. Hakikaten bütün okuyanlar bu ilginç sıfatını bir kere ekliyorlar. Nispeten yeni olan bir konuyu irdelediğim için de yeni bir konuyu ele aldığım noktasında da birleşiyorlar. Ama eğitim bilimciler okuduğu zaman “Peki, nasıl olacak?” sorusunu soruyorlar. Ben bazı ipuçları vermeye çalıştım ama belki bundan sonraki çalışma etkinlikler, örnek olaylar içeren yeni bir kitaba doğru gidebilir. Şimdiden nasıl olabileceği ile ilgili biraz kafa yorduğum zaman öğretmenlerin bu noktalarda yani siyaset tartışmaları ya da siyaset konuşmalarında profesyonel olarak geliştirilebileceğini düşünüyorum. Kendi başlarına bıraktığımız zaman siyasetle ilgili sorularda öğretmenlerin zorlandıklarını kabul edebiliriz, ilk başta yapacakları “Boş verin çocuklar bunları.” demek olacaktır ama herhangi bir siyasi konuyu sınıfta nasıl tartışacağını öğretmen profesyonel olarak bilirse yani tartışmayı nasıl yöneteceğini bilirse o zaman bence ilk adımı atmış oluruz. İkinci noktada öğrenciye dönük yanına bakacak olursam öğrenciler de düşünme becerileri ve yeteneklerini bu sayede geliştireceklerdir. Düşünsenize, siyasete değen konular görmezden gelmememiz gereken konulardır: ırkçılık, ayrımcılık, nefret söylemi, sosyal adalet. Bunları tabii ki siyasetle ilişkili göreceğiz. Bazıları sosyolojik diyebilir fakat siyasete değen konulardır bunlar ve bunları biz sınıfta konuşmazsak, konuşamazsak eğer o zaman ne zaman konuşacağız? Bunların nasıl konuşulabileceğini bu eğitim içerikleriyle daha denetlenebilir yapılandırılmış içeriklerle belirlenebileceğini düşünüyorum ben.
Süleyman Hocam, konuklarıma sorduğum son soru hep aynı oluyordu. Siz sanki bunun cevabını da verdiniz. Bundan sonra hangi konuyu çalışacaksınız, biz sizi hangi kitabınızla programımıza davet edeceğiz? Eğer yanlış alamadıysam sizin bundan sonra trainer-training dedikleri eğiticilerin eğiticisi ya da siyaseti, o eğitimi vereceklerin eğitimi ile ilgili daha uygulamaya dönük bir çalışmanın içinde olacağınızı anladım.
Evet, öyle. Hatta başlığını iddialı olsun diye şuanda belirlemiş gibiyim. O da şöyle: Haydi Siyaseti Sınıfta Konuşalım, olacak büyük bir ihtimalle.
Süleyman İnan Hocam size çok teşekkür ediyorum katıldığınız, değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için. Dilerim kısa sürede bitirirsiniz çalışmalarınızı ve sizi tekrar davet ederim buraya.