Seçim takviminin açıklanmasıyla birlikte Saray/AKP/MHP iktidarından ve seçim ittifakına girdiği gerici odaklardan kurtulmak için muhalefeti oluşturan parti ve ittifaklar iktidarın yarattığı yıkıma karşı programlarını açıklamaya başladılar. Uzun zamandır halkın iktidarı destekleyenler ve muhalif olanlar şeklindeki birbirine eşit sayılabilecek konumlanışı da özellikle son bir yıl içindeki pahalılık ve yoksullaşma nedeniyle kırılarak muhalefet lehine değişmeye başladı. Deprem ve ardından yaşananlar da bu kırılmayı hızlandırdı. Ancak iktidar bloğunun halen daha en güçlü siyasi aktör oluşu, Tayyip Erdoğan’ın %40 civarında desteğinin bulunması, AKP’nin birinci parti konumunda bulunması bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
Yoksullaşmanın yaygınlaşarak derinleşmesi, sonrasında depremin yarattığı etkiler iktidar bloğunun güç kaybetmesine yol açsa da ne Millet İttifakı’nın, ne Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, ne de Sosyalist Güç Birliği’nin kendi başlarına mevcut dengeyi bozma ve değiştirme olanakları yoktur. Fakat mevcut durum ve sıkışmışlık hali sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşamdan ve emekten yana güçlerin birlikte mücadeleyi başardıkları oranda hem Mecliste, hem sokakta etkili olabilecekleri, güçlenebilecekleri koşullara da sahiptir. Bununla birlikte seçimleri gerekçesiyle Saray rejiminin Cumhur İttifakı’na dahil ettiği HÜDA PAR ve YRP’nin varlıkları da birlikte mücadeleyi her zamankinden daha fazla zorunlu kılmaktadır. Seçimler kapsamında sosyalist, devrimci, yaşam ve emekten yana güçlerin tek bir ittifak oluşturamamış olması kadar, ittifak içindeki partilerin birçok yerde kendi partileriyle seçime katılacaklarını açıklamaları ve bu seçim bölgelerinde birbirleriyle de yarışacak olmaları beklenenden ve sağlanabilecek olandan daha az milletvekili çıkarılmasına yol açabilecektir. Böylesi bir olumsuzluğun yaşanması ve net olarak görülmesi durumunda ittifakı oluşturan parti ve örgütler kadar seçmenleri arasında da bir kırılma yaratma potansiyeli barındırmaktadır. Görünen o ki kendi adıyla seçime katılma kararı veren partiler ülkenin geleceğine yönelik yaptıkları tespitlere ve önermelere aykırı bu tutumlarından vazgeçmeyecekler.
Geçtiğimiz hafta bir iftar programına katılan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bulunduğu mekanda çekilen fotoğrafta seccadeye bastığı yönündeki tartışmalar ve iktidarın tüm bileşenleriyle, medyasıyla bu resme odaklanması önümüzdeki günlerde yaratılmak istenecek gerginlik alanlarından birinin dini semboller üzerinden olacağını göstermiştir. İYİ Parti İstanbul İl Örgütü’nün kurşunlanması ve sonrasında bir bekçinin hırsızları korkutmak için havaya ateş ettiğinin ve il örgütüne isabet ettiğinin açıklanarak bekçinin serbest bırakılması gerginliğin şiddete de dönüştürülebileceğini göstermektedir. 18.01.2021 tarihli ‘Her Şey İktidar İçin’ başlıklı yazımızda Gelecek Parti Genel Başkan Yardımcısıyla iki sağcı gazetecinin saldırıya uğramalarına değinmiş ve ‘Sansür Olmazsa Kurşun’ alt başlığını açarak; “Bu baskıcı söylem ve şiddet gösterileriyle aynı zaman dilimlerinde Tayyip Erdoğan’ın çok sayıda küçük parti başkanı veya ileri gelenleriyle görüşmesi bir erken seçim hazırlığı gibi görünse de, öncelikle Millet İttifakı’nı dağıtma (başarabilirlerse ‘Milli Muhalefet’ yaratma) isteği yanında asıl olarak, gündeme getirdikleri reformlar için geniş tabanlı bir mutabakat arayışının sonucu olarak gündeme geldiğini söyleyebiliriz” yazmıştık.
Saray/AKP/MHP iktidarı istediği biçimde bir Milli Muhalefet yaratamamış olsa da Muharrem İnce’nin vd. iki adayın varlığını, İYİ Parti’den Yavuz Ağıralioğlu’nun istifasını, eski HDP’li Ayhan Bilgen’in AKP’ye yaklaşması gibi örnekleri iktidarın muhalefet içindeki hamleleri olarak görmek gerekiyor. Benzer biçimde HÜDA PAR ile muhafazakar Kürt seçmenlere, YRP ile Saadet Partisi tabanına, Muharrem İnce ile ulusalcı CHP tabanına, Sinan Ogan ve Ümit Özdağ ile İYİ Parti seçmenlerine yönelik hamleleri beklenmelidir. Bu adayların muhalif olsalar bile önceliklerinin mevcut rejimin korunması olduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle Muharrem İnce’nin Memleket Partisi seçmenlerinin %20’sinin hiçbir koşulda Millet İttifakı’na oy vermeyecekleri şeklindeki kamuoyu araştırmaları önemlidir.
Halkın büyük kısmı ve partiler depremi bile unutacak kadar seçimlere odaklanmışken mevcut parti ve ittifaklarda aradığını bulamayan büyük bir kitlenin varlığı da açıktır. Seçimlerde belirleyici olacak olan da bu kitledir. İktidarın Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik temel hedefi ise seçimlerin ikinci tura kalmasını sağlayacak hamlelerle Tayyip Erdoğan’ın yeniden seçilmesini sağlamak üzerine kuruludur. Bu süreçte gerginliği yükseltecek, algılara kurulu hamlelerle muhalefeti dağıtmaya yönelecekleri açıktır. Seçim süreci dahil, seçimlerden sonra da devrimcilerin, sosyalistlerin, yaşam ve emek savunucusu güçlerin bu gerçekliği göz önünde tutarak seçimlerde yaratamadıkları işbirliği ve ortak mücadeleyi sokakta yaratacak ve sürekli kılacak araçları ve yolları bulması gerekmektedir.
Saray/AKP/MHP iktidarının ve yeni ittifak ortakları HÜDA PAR ile YRP’nin açıklamaları seçimleri iktidar bloğunun kazanması durumunda nasıl bir siyasal, toplumsal düzen kurulacağı ortaya çıkmıştır. Özellikle kadınlara ve LGBT+ bireylere yönelik açıklamalar, 6284’ün tartışmaya açılması, İsmail Saymaz ve Fatih Altaylı’nın HÜDA PAR ile ilgili yazılara erişim yasağı getirilmesi, Show Tv’de kadına karşı şiddeti ve zorla evlendirmeyi işleyen Kızılcık Şerbeti dizisine yayın durdurma ve para cezası kesilmesi, RTÜK tarafından yayıncılara gönderilen uyarıda ramazan ayı boyunca kahvaltı, yemek, su içilmesi gibi görüntülerin yer aldığı sahnelerin gösterilmemesi gibi çok sayıda örnek iktidarın kurmak istediği düzenin ipuçları olarak, üstelik seçimler öncesinde görülmektedir.
Saray/AKP/MHP iktidarının sosyal, toplumsal yapıyı gerici, baskıcı bir biçimde yeniden inşa etme yönündeki hamleleri önümüzdeki dönemin çatışma noktalarını da oluşturacaktır. İktidar seçimleri kaybetse bile Meclise sokacağı milletvekilleri bu tartışmaları hem Mecliste, hem de sokakta yükseltecek, muhalif tutumlarını da bunların üzerine kuracaktır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemin çatışma alanları yaşam biçimleri, dini inanç ve semboller üzerinden gelişme potansiyeli taşımaktadır. Bu noktada laiklik ve özgürlükler temelinde verilecek mücadele çok daha önem taşımaktadır.
KAYNAKLAR SERMAYEYE VE YANDAŞA
İktidar yalnızca dini ve milli değerleri değil, ekonomiden çevreye, yoksulluktan depreme kadar her alanı sömürmektedir. Uyguladığı neo liberal politikalarla yoksulluğu ve işsizliği artırırken, devlet aracılığıyla yarattığı sosyal yardım düzeniyle de halkın büyük bir kısmını yardıma, dolayısıyla iktidara bağımlı hale getirmektedir. Asıl olarak da iktidar seçmen desteğinin önemli bir kısmını buradan devşirmektedir. Millet İttifakı’nın bu duruma karşı restorasyon programına öncelik vereceği İzmir İktisat Kongresi’yle somut olarak görülmüştür. Devlet üzerinden yapılan sosyal yardımlar aracılığı ile yoksulluğu yönetmeyi ve bağımlılık ilişkisini önceleyen iktidarın ve yoksulluğu katlanılabilir noktalarda tutmayı amaçlayan Millet İttifakı’nın politikalarına karşı emek sermaye çelişkisi üzerinden seçenek oluşturabilecek sosyalist, devrimci, emekten yana güçlerin bu sömürüye karşı ortak mukavemet hattı oluşturarak Mecliste ve sokakta yaratacağı muhalefet belirleyici olacaktır.
İktidar seçimlere kadar var olan görüntüyü korumak için her yolu denemeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta dövizdeki artışla birlikte yaptığı düzenlemelerle Kur Korumalı Mevduat (KKM) faizinde üst sınırı kaldırarak, dövizle iş yapan sermaye sahipleri için (KKM) vadesini bir aya düşürerek dövize yönelecek paranın TL’de kalması için hamlelerini sürdürdü. İktidarın faiz takıntısı ve döviz üzerindeki baskı oluşturarak dövizdeki yükselişi engellemeye yönelik adımları bankalar başta olmak üzere sermayenin yüksek karlarını, halkın yoksullaşmasını beraberinde getirdi. Dövizin yükselmesini engellemek için arka kapı satışları olarak tabir edilen yollarla kamu bankaları üzerinden piyasaya döviz satılması, bunun için de Merkez Bankası rezervlerinin eritilmesi, hatta swap olarak alınan dövizlerin de kullanılması önümüzdeki yıllarda yoksullaşmanın süreceğini göstermektedir. 10.10.2022 tarihli ‘Sermayeye Rant, Halka Kader, Fıtrat’ başlıklı yazımızda; ‘Yeni Bir 128 Milyar Vakasına Doğru’ demiş ve eklemiştik. “Merkez Bankası kayıtlarında net hata ve noksan kaleminde gösterilen kaynağı belirsiz para girişinin ilk sekiz ayda 28,3 milyar dolara çıkması, buna rağmen yıllık cari açığın 41 milyar dolara yükselmesi önümüzdeki yıllarda yoksulluğun artacağının, alım gücü açısından gelir dağılımının daha da bozulacağının göstergesi olarak görülmelidir. Çünkü yaratılmış kaynaklar, gelirden ve tüketim üzerinden toplanan vergiler iktidarın yanlışlarını sürdürmesi, daha doğrusu sermayeye kaynak transferi için harcanmaya devam ediliyor.”
İktidar halkın emeği ve vergileriyle yaratılmış kaynakları göz kara biçimde sermayeye ve yandaşlara aktarırken ülkenin geleceğini de yok etmektedir. Dövizin yükselmesini engellemek için çıkarılan KKM’ın 2022 yılında kamuya maliyetinin 180 milyar TL’yi geçtiği ortaya çıktı. Bir yandan eksi rezervlere rağmen döviz satarak, bir yandan KKM ile kur garantisi ve Merkez Bankası faizinin üzerinde faiz ödeyerek, bir yandan vergi afları ve teşviklerle iktidar ülkenin tüm kaynaklarını bir avuç zengine ve yandaşa aktarmaktadır. Yukarıda eğindiğimiz sosyal yardımlar üzerinden yaratılan bağımlılık ilişkisi sermaye üzerinden de yaratılmaktadır. Bu iktidarın gitmesi durumunda işlerinin bozulacağını, gelirinin/ sömürüsünün eksileceğini veya son bulacağını düşünen bir sermaye grubu da mevcuttur ve Beşli Çete’yle sınırlı değildir.
Yaşamın her alanında özgürlükleri, demokrasiyi hedefleyene devrimci ve sosyalist güçlerin üretimin demokratikleşmesi, emeğin özgürleşmesi için ortak mücadeleyi örmekten başka yolları yoktur. Saray/AKP/MHP iktidarı ve Cumhur İttifakı’ndan kurtulmak üzerine kurulan politik yaklaşımların emek sermaye çelişkisini ve sömürünün üzerini örtmesine izin vermeyen bir dil ve yaklaşım seçimler sonrası için de önemlidir. Sosyalist, devrimci, emek ve yaşam savunucusu güçlerin önceliği iktidarla birlikte iktidara aday olanların restorasyon programına karşı da bir mücadele hattını kurmaktır. Seçimler nedeniyle halkın siyasete yönelik duyarlılığı da dikkate alınarak öncelikle sorunlara yönelmek, iktidarın yarattığı gündemlerden ve algıdan uzak durmak, ezilenlerle ilişkiyi esas alıp, bu ilişkileri sürekli kılacak yöntem ve araçları yaratmak zorunludur.
Deprem bölgesi gündemin arka sıralarına doğru düşmeye devam ediyor. Bazı yerlerde hala daha yeterli çadır olmadığı, gıda, hijyen malzemeleri ihtiyaçlarına yönelik çağrılar gelmeye devam ediyor. Bu arada iktidar valilikler aracılığıyla bazı yerlerde geçici kamulaştırma uygulamalarına girişerek inşaat şirketleri için adımlar atmayı sürdürüyor. Çadır kentlerin yakınlarına dahil, tarım ve sulak alanlara enkaz dökerek, asbest tehlikesini yok sayarak yapılan çalışmalar bugün için olduğu kadar gelecek yıllar için de ciddi bir halk sağlığı sorunu içeriyor. Dolayısıyla deprem bölgesindeki yardım ve dayanışma faaliyetleriyle birlikte halk ve çevre sağlığını hiçe sayan iktidar uygulamalarına karşı da mücadele yolları bulunmalıdır. Seçim tarihine kadar sabretmek üzerine kurulu durağanlık deprem bölgesinde geri dönüşü olmayacak zarar ve sorunlar yaratacaktır. Bu yüzden deprem bölgesi için seçim propagandasının dışında da çözümler ve eylem planları oluşturarak iktidarın enkaz kaldırma ve inşaat işleriyle yaratacağı yıkımı engelleyecek örgütlenmeleri yaratmak zorundayız.