Bir haftadır İsmailağa Cemaati Şeyhi’nin altı yaşındaki kızını bir müridiyle evlendirmesiyle ilgili olarak başlayan soruşturma ve haberin medyaya yansıması üzerine yükselen tartışmalar Saray/AKP/MHP iktidarının tercihlerinden ve ideolojik tutumundan bağımsız değildir. İstismarla ilgili olarak savcılık dosyasına girmiş olan bilgiler mağdur olan bir çocuğun değil, bugüne kadar mağdur edilmiş, istismara uğramış binlerce çocuğun hikâyesidir. Son olayda da gördük ki artık mızrak çuvala sığmıyor, yaygınlaşmış olan çocuk ve kadın bedeni üzerindeki sömürü gizlenemiyor. Nitekim bu son olaydan sonra da değişik kentlerden çocuklara ve kadınlara yönelik istismar haberleri düştü haberlere.
İktidarın ve yandaşlarının münferit olarak nitelemelerine, gizleme ve çarpıtma çabalarına rağmen ortaya çıkan durum bir çürümenin sonucudur. Biliyoruz ki bugünün sorunu değildir. Esas olarak yüzyıllara dayanan bir geçmiş kültürün, inancın sonucu olan bu çürüme iktidarın yirmi yıllık uygulamalarıyla yaygınlık ve güç kazanmıştır. Dolayısıyla meseleyi tek başına bir cemaatin, tarikatın içinde yaşananlar olarak düşünmek iktidarın yaptıklarını ve yapmadıklarını görmemizi engeller. Eğitimdeki 4+4+4 düzenlemesinden çocuk evliliklerinde rıza aramaya, müftülere resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesinden tarikat ve cemaatlerin şirketlerine ihale yoluyla kaynak aktarılmasına, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından kadın ve LGBT+ örgütlenmelerine yönelik saldırılara kadar çok sayıda düzenleme ve uygulama şu anki çürümenin boyutlarını artırırken gerici, yobaz, çağdışı zihniyetlere alan yaratmıştır.
Tarikat ve cemaatlerdeki kadın ve çocuk bedeninin sömürüsünü içinde yaşadığımız kapitalist düzenden, Saray/AKP/MHP iktidarının neo liberal politikaları kendi ideolojik tercihine göre yeniden şekillendirme çabasından bağımsız düşünmemek gerekiyor. İktidar sürekliliğini sağlayabilmek için tarikat ve cemaatlerin her alanda önünü açarken bunların ekonomide de etkin olmalarını, yurtlar, okullar aracılığıyla toplumun dönüştürülmesi için de önlerini açmıştır. Bu yanıyla da bu sömürünün sınıfsal bağlarını kurmak zorundayız. Sömürüden kastettiğimiz şey emek sömürüsüyle birlikte çocukların, kadınların bedenleriyle birlikte yaşamlarının da zevk nesnesine, metaya dönüştürülmesidir.
Tüm bunların bize gösterdiği tarikatların, cemaatlerin kapatılmasıyla birlikte iktidarın kurduğu ideolojik, siyasal, kültürel, sosyal yapıyla da bir bütün olarak mücadele edilmesi gerektiğidir. Dolayısıyla bu gerici, insanlık ve bilim düşmanı yapıların kapatılması bir yanıyla laiklik mücadelesini yükseltmeyi, bir yanıyla da bu gerici, yoz yapıların hayat bulduğu yasal, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel yapıyla da bir bütün olarak mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Bugüne kadar çok sayıda örneğini gördüğümüz çocuklara ve kadınlara yönelik istismar olay ve davalarında mağdur edilenlere genel olarak bedenleri, duyguları, yaşamları sömürülenler olarak bakmak zorundayız. Devrimci, sosyalist ve yaşam savunucuları olarak bu bütünlüğü kurmamızı engellemeye yönelik iktidar ve düzen içi yaklaşımlar yerine bunun sınıfsal bir mesele olduğunu unutmadan, bu çürümüş ve yozlaşmış düzene karşı en geniş muhalefet cephesini kurmak, siyasal, kültürel, sosyal araçlarını bugünden yaratmak zorundayız.
ASGARİ ÜCRET ve EYT
Geçtiğimiz hafta bu başlık altında TÜRK İŞ’in kendi belirlediği 7.780 TL’lik açlık sınırını kırmızı çizgi olarak belirttiğini, MÜSİAD’ın önümüzdeki yıl beklenen enflasyon oranı kadar zam yapılmasını önerdiğini belirtmiştik. Aynı yazımızda yapılan bu açıklamaların iktidarın önünü açmak ve seçimlere yönelik olarak bu rakamların üzerine çıkaran algı yaratma fırsatı yaratması için olabileceğini belirtmiştik. Geçtiğimiz yıl asgari ücret görüşmelerinde de benzer bir durum yaratılmıştı.
20.12.2021 tarihli ‘Asgari Ücret Azami Yoksulluk’ başlıklı değerlendirmemizde bu duruma değinmiş ve “Geçtiğimiz hafta açıklanan asgari ücret zammı günlük siyaseti yakından izleyenler için beklendiği gibi sonuçlandı. İlgili taraflar 3.900- 4.000 TL gibi rakamları kamuoyuna yansıttılar, Tayyip Erdoğan da 4.253 TL olarak açıklayıp, seçim sürecinde de kullanabileceği bir propaganda malzemesi yaratmaya yöneldi.” yazmıştık. Göründüğü kadarıyla aynı senaryo tekrar edecek, TÜRK İŞ’e, Sermaye örgütlerine, hatta komisyon üyesi iktidar yetkililerini tepki yoğunlaşırken inisiyatif kullandığı algısıyla Tayyip Erdoğan öne çıkarılmıştı. Göründüğü kadarıyla aynı senaryo yeniden tekrarlanacak.
Asgari ücretle ilgili olarak muhalefet partileri 9.000-12.000 TL arası olmasını önerirken DİSK 13.200 TL olması gerektiğini söyledi. Partilerin, sendikaların asgari ücret önermeleri çalışanlar açısından önemli olmakla birlikte hayattaki karşılığını, iktidarın ekonomi politikalarının önümüzdeki aylardaki sonuçlarını da öngörmeyi gerektiriyor. Alıntı yaptığımız aynı yazımızda; “2022 yılı için açıklanan asgari ücret 4253 TL=274 dolar olmakla birlikte dolardaki önlenemeyen/önlenmeyen yükselişin bugüne kadar olduğu gibi sürmesi durumunda yıl ortasına varmadan asgari ücretin 200 doların altına inmesi şaşırtıcı olmamalıdır.” yazmıştık. Sonuçta iktidar ortaya çıkan yoksullaşma ve açlık karşısında 2022 Temmuz ayında asgari ücrette güncelleme yapmak zorunda kaldı.
Saray/AKP/MHP iktidarı asgari ücreti ve kurduğu ekonomik düzeni çalışanlardan zenginlere bir kaynak aktarma aracına dönüştürmüştür. Çalışma Bakanı Türkiye’de çalışanların %37’sinin asgari ücretli olduğunu açıkladı. Asgari ücrete yakın ücret alanlar, kayıt dışı çalışanlar da eklendiğinde çalışanların %70’ten fazlasının asgari ücret düzeyinde ücret aldığını söylemek mümkündür. İktidarın işçi örgütü olarak işlev gören TÜRK İŞ yoksulluk sınırını ise 25.365 TL olarak açıkladı. Dolayısıyla Türkiye’de çalışanların %90’a yakınının yoksulluk sınırı altında kaldığı kesindir. Sömürü bu kadarla da kalmıyor; Türkiye’de yasal çalışma süresi 8 saat/ gün olmasına rağmen günde 10 saatten fazla çalışanların oranı %20’leri geçmektedir. Yoksulluk ve açlık sınırının altında çalışmak zorunda kalan milyonlarca insan karşılığını alamadan fazla çalışmaya zorlanmaktadır.
Sendikaların, sınıf örgütlerin, muhalefetin mümkün olan en geniş birliktelikle asgari ücret önermelerini enflasyona yol açan ekonomi politikalarını ve üretim bölüşüm ilişkilerindeki sermaye lehine yaratılan durumu tartışmaya açması, bu duruma karşı mücadeleyi yükseltmesi gerekmektedir. İktidara sınıfsal bir yaklaşımla verilmeyen ücret ve sosyal hak mücadeleleri kısa süreli rahatlamalar dışında bir fayda sağlayamaz ve geçtiğimiz yıla benzer bir durum tekrar eder. Sermayenin %100’lerden %400’lere varan oranlarda kar ettiği, devletin kaynaklarının faiz, vergi afları, ihaleler gibi yollarla sermayeye aktarıldığı gerçeği karşısında ücretlilerin tümünün asgari ücret tartışmalarına dâhil edilmesi ve mücadele yolları, araçları tartışılmak zorundadır. Sınıf örgütlerinin, devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana siyaset yapan partilerin iktidara karşı mücadeleyle eş zamanlı olarak TÜRK İŞ’in asgari ücret komisyonundaki pozisyonunu ortadan kaldırmayı hedeflemelidir.
Geçtiğimiz hafta boyunca iktidar üyelerinin ve Çalışma Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalar EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) sorununun sermayenin isteği doğrultusunda çözüleceğini gösteriyor. Seçimlerde en yüksek oy getirisinin de hesabının yapılacağı belli olan düzenleme hazırlıkları EYT içinde yeni bir EYT sorunu yaratacak gibi görünüyor. Özellikle 08 Eylül 1999 tarihi üzerinden yaratılan tartışma, son olarak Çalışma Bakanının dijital ortama aktarılmayan dosyaların varlığı, bazı çalışanların bilgilerinin eksik işlendiği gibi açıklamaları EYT’lilerin beklentilerinin karşılanmayacağını gösteriyor.
EYT kapsamında iktidar seçmenlerinin de bulunduğu düşünülürse, Saray/AKP/MHP iktidarı bu kitle içinde kaybettiği oylarını geri alacak ve seçmen düzeyinde maksimum fayda sağlayacak bir hesabın içine girecektir. Bu konuda sermayenin itirazlarını gidermek için emeklilikten sonra çalışmanın maliyetini düşürücü düzenlemelerin yapılacağı, kıdem tazminatı konusunda kolaylık sağlanacağı ve kredi verileceği açıklanmıştı. Fakat emekli olacakların maaşlarının neye göre hesaplanacağı halen muğlaklığını koruyor. İktidar 2008’de Sosyal Güvenlik Reformu diyerek yaptığı bir düzenlemeyle emekli maaşlarının hesaplama yöntemlerini değiştirmiş ve emekli maaşlarını düşürmüştü. Bu nedenle EYT mücadelesinin emeklilik hakkıyla birlikte emekli maaşlarının hesap yöntemlerinin de emekliler lehine değiştirilmesi talebiyle birlikte yürütülmesi gerekmektedir. Bu mücadelenin şu an çalışmakta olanların da mücadelesi olduğu gerçeği ve bilinci açığa çıkarılmalı, sendikalar çalışanların emekliliklerini de dikkate alan bir yaklaşımı bugünden düşünmeli ve mücadelenin parçasına dönüştürmelidir.
DOĞA ve ÇEVRE
Saray/AKP/MHP iktidarı, en geniş anlamda ise sermaye paraya çevirebildiği her şeye meta gözüyle bakmaktadır. İktidar bugüne kadarki politikalarıyla sermayenin ranta yönelik tüm taleplerini ve ihtiyaçlarını karşılama noktasında tam olarak talan ve yağma mantığı ile hareket ediyor. Ülkenin en değerli alanlarını, ormanları, dereleri, tarihi alanları sermayenin talanına açan iktidar son olarak zeytinlikleri de maden şirketlerinin yağmasına açma hazırlıkları yapıyor. Yasayla koruma altında olan zeytinliklerin madencilik faaliyetlerinin yapıldığı alanla kesişmesi durumunda zeytinlik yerine madenin tercihi biçimindeki bu hazırlık iktidarın bildiğimiz ve gördüğümüz çevre, yeşil, yaşam düşmanı politikalarının bir adım daha ileri taşınması anlamına gelmektedir. Çok sayıda tartışmalı, gergin gündemler nedeniyle gözlerden kaçan; iktidarın çevre, yeşil, yaşam düşmanı faaliyetleri arasında sık sık değişik kentlerde çok sayıda orman alanının orman olmaktan çıkarılması ve sermayeye açılmasını, yurtdışına tomruk/ağaç satışının her yıl arttığı ve iktidarın bunları kaynak olarak gördüğünü de belirtmek isteriz.
Çocuk ve kadın bedeninden çalışanların emeğine, insanların duygularından kültürlerine, yaşamadığımız geleceğimizden çevremize, doğamıza kadar herkesi, her şeyi sermaye ve iktidar için sömürü alanı olarak gören kapitalist düzene karşı sınıfsal bir karşı koyma ve seçenek olmaktan, bu seçeneği yaratmaktan başka mücadele ve başarı yolu yoktur. Bu sömürü ve talan alanlarında verilen mücadelelerin birbiriyle bağını kurarak iktidarın yalıtma ve yalnızlaştırma girişimlerine, bu alanlardaki mücadelelerin sivil toplumculuğu aşarak iktidara yönelik ve iktidar hedefiyle verilmesini örgütlemek ve sürekliliğini sağlamak devrimcilerin ve sosyalistlerin sorumluluğudur. Alan, eylem ve örgütsel seçiciliklerimizi, geleneksel yaklaşımlarımızı yaşamsal ve ertelenemez mücadelelerde bir kenara bırakarak ortak bir mücadele ve mukavemet hattı için yöntem ve araçları yaratmak da belirttiğimiz sorumluluğa dâhildir.
YENİ BLOKLARA DOĞRU
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası ortaya çıkan tek kutuplu dünya ve uluslararası sermayenin tüm dünyayı sömürü alanına çevirme isteği doğrultusunda batının tüm dünyayı şekillendirme girişimlerine karşı Çin ve Rusya’nın başını çektiği yeni bir kutup yaratma girişimleri sürüyor. Sovyetler sonrası Rusya’nın liderliğini yaptığı Bağımsız Devletler Topluluğu, sonrasında kurulan BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi yapılanmalar Rusya Ukrayna savaşıyla uygulanan ambargolar, ABD’nin Çin’i tehdit olarak görmesi gibi gelişmeler ABD, NATO karşıtlığı temelinde karşı yapılanma girişimlerini de artırdı.
Özellikle Rusya Ukrayna savaşı sonrası ABD’nin dayattığı ambargolardan zarar gören, görecek olan ülkeler Rusya ve Çin ile ekonomik ilişkilerini artırmaya çalışırken, doğrudan ABD karşıtı görünmekten de uzak duruyorlar. Çin batıyla doğrudan çatışmaya girmek yerine Bir Kuşak Bir Yol projesi adını verdiği ekonomik hamlelerle Afrika’dan Balkanlara ve Ortadoğu’ya kadar birçok yerde uzun vadeli ekonomik anlaşmalar ve doğrudan yatırımlarla hegemonya alanını genişletirken Rusya ise ambargoların da etkisiyle kaybettiği pazarlarının yerine yeni pazarlar bulmak için adımlar atıyor.
Geçtiğimiz nafta Çin Devlet Başkanı Çin- Arap Ülkeleri Zirvesine katıldığı Suudi Arabistan’da Mısır Devlet Başkanı Sisi ile de görüşerek ortak yatırımlar, turizm, Mısır ile Irak’ın ortak projeleri, terörle mücadele, güvenlik gibi konuları görüştü. Çin’in ayrıca Suudi Arabistan’la da benzer ilişkileri geliştirdiği biliniyor. Aynı zirvede Çin ile Suudi Arabistan arasında da dış işleri ve enerjide işbirliğini öncelikli olarak görüldüğü açıklanırken Suudi Arabistan’ın Çin’in toprak bütünlüğünü ve egemenlik hakkını tanıdığını vurgulaması Tayvan konusu ve ABD’nin bu konuda yürüttüğü politikalara karşı bir tutum olarak görülebilir. Ayrıca İran’ın nükleer programından Filistin sorununa, Lübnan’da istikrardan Libya’daki duruma kadar çok sayıda sorun alanına yönelik yapılan açıklamalar yeni bloklaşmaların ön adımları olarak görülebilir.
Saray/AKP/MHP iktidarı da dünyadaki yeni gelişmeleri iktidarının devamı için kullanarak kendine yeni alanlar açmaya, tarafların zaafları veya günlük çıkarlarına göre pozisyon alarak denge oluşturmaya çalışıyor. ABD, AB, Çin ve Rusya iktidarın bu özelliğini bildiklerinden tümüyle reddetmeden, bağları koparmadan kendi politikaları doğrultusunda yön vermeye çalışıyorlar. Darbe destekçisi BAE ile ilişkilerin yeniden kurulması, Cemal Kaşıkçı’nın katili Suudi Arabistan’la görüşmelerin başlaması, İsrail ile barış, Çin ve Rusya ile sürdürülen ilişkilerin iktidara swap (takas) ve doğrudan yatırım şeklinde ekonomik kaynak olarak döndüğünü biliyoruz.
Uluslararası ilişkilerde bu gelişmeler yaşanırken ve iktidar bu ortamı kendi çıkarı için kullanma yönünde pozisyon almışken Suriye’ye yönelik kara harekâtı hem ABD, hem de Rusya tarafından onay görmedi. İran ve Çin’in de bu operasyona onay vermediğini anımsamak gerekir. Suriye’de IŞİD’e karşı savaşın asli unsuru olan PYD ve SDG’nin geriletilmesi, hatta dağıtılması üzerine hesap yapan iktidar bu konuda da Rusya ve ABD arasındaki gerilimi kullanmaya çalışıyor. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Rusya Türkiye’nin Ukrayna politikasını değiştirmesi koşuluyla bu operasyona izin verebileceği konuşuluyor. Ancak mevcut siyasi, ekonomik, askeri bağımlılıklar iktidarın bunu göze alamayacağını gösteriyor.
Önümüzdeki günlere ilişkin neler olabileceğine ilişkin tahminler yapılsa da bölgesel güç ilişkileri, iktidarın ekonomik tıkanmışlığı dışardan icazet almadan adım atamayacağını gösteriyor. İki tarafı da idare etmek ve iki taraftan da çıkar sağlamak üzerine kurulu dış politikanın sürdürülemez olduğu açıktır.
Bu arada iktidara yakın iş insanı Sıtkı Ayan ve bağlantılı 26 şirketin ABD tarafından yaptırım listesine eklenmesinin ne anlama geldiğini de önümüzdeki günlerde göreceğiz. Kara para onuşunda gri listede olan Türkiye ABD’de Reza Zarrab, Sezgin Baran Korkmaz, Halkbank davalarıyla da giderek köşeye sıkışıyor. Sıtkı Ayan 17-25 Aralık döneminde de gündeme gelen kişilerden biri. ABD tarafından İran’a yönelik ambargoları delerek İran petrolünü Çin ve BAE dâhil çok sayıda ülkeye sattığı ve kara para akladığı için yaptırım listesine alındığı söyleniyor. Sıtkı Ayan ABD’de tutuklanan Rıza Zarrab dosyasında da adı geçiyor.
Emperyalizm ve uluslararası sermaye iktidarları da kullanarak yarattıkları yerel ve küresel sömürü ve talanla halkları yoksulluğa, açlığa mahkûm ederken çatışma ve savaş dâhil her yolu deniyor, her aracı kullanıyor. Bu nedenle sınıfsal bir yaklaşımla halkların kardeşliği ve dayanışması öne çıkarılarak sermayenin ve iktidarların rant aracına dönüştürdüğü uluslararası ilişkilere de topyekun bir çıkışın araçlarını ve yöntemlerini bugünden düşünmeliyiz.