NATO’nun Afganistan’dan çekilme kararı sonrasında Türkiye’nin (daha doğrusu Saray/ AKP/ MHP iktidarının) “Siyasi ve ekonomik destek karşılığında Türkiye Kabil havaalanı ve yabancı misyonları koruyabilir.” açıklamasındaki “siyasi ve mali destek” vurgusu bundan sonrasının ipuçlarını veriyor.
Neo Osmanlıcılık hayalleriyle Ortadoğu, Afrika ve Balkanlar’da izlenen politikaların duvara toslamasının, ABD’de Biden’ın işbaşına gelmesinin etkisi kadar Türkiye’nin 2018’den bu yana giderek derinleşen ekonomik krizinin aşılamamış olması da iktidarının rotasını yeniden batıya çevirmeye zorladı. İthalat ve ihracatının büyük kısmını batıyla yapan, sermayesi büyük oranda batıyla eklemlenmiş, askeri yapısı ve donanımı batıyla eklemlenmiş (bağımlı) bir durumdan çıkışın Saray/ AKP/ MHP politikalarıyla, tercihleriyle olmayacağı, gerçekte böyle bir eğilimlerinin de olmadığı netleşmiş oldu.
Afganistan’da havaalanı ve yabancı misyonları koruma talebi Taliban tarafından reddedilmiş olsa da bunun ifade edilmesinin ABD ve NATO içinde karşılık bulma olasılığı vardır. Kore Savaşı’ndan bu yana Türkiye’yi yönetenlerin batı karşısında en çok kullandıkları yöntemlerin başında Türk Askerinin istenen alanlarda görevlendirilmesi oldu. Şu anda da önerilen tam da budur. 12.04.2021 tarihli “Oyun Kırıcı Değil Oyun Kurucu Olmak” başlıklı değerlendirme yazımızda; “10 yıllık zaman içinde Rusya ile kurulan ilişkiler, Ortadoğu’da yer yer batıyla çelişen politikalar bu dönüşü zorluyor. Fakat NATO, AB kurumlarından gelen tepkilere bakılırsa Saray rejiminin kabul edildiği görünüyor. Hatta ekonomik kaynak/ para karşılığı batının istekleri yönünde adımlar atılacağını da görüyorlar. Ankara’daki AB temsilcileriyle yapılan görüşme öncesi ve sonrası yansıyan haberler de bu yönde. Suriyeli mülteci ve sığınmacıların Türkiye’de tutulması karşılığında fonların artırılacağı sözü de bunu gösteriyor.” yazmıştık. NATO toplantısı bu durumun nasıl yürütüleceğinin belirlendiği bir toplantı olacaktır.
S-400 krizi, Suriye’de ABD’nin PYD ile işbirliği NATO’da gündem maddelerinden biri olacaktır. Belki taraflar karşılıklı olarak bu iki konuyu zamana bırakma konusunda anlaşma yoluna gideceklerdir. Fakat belirtmek gerekir ki Saray/ AKP/ MHP iktidarının dış politikada oyun kurucu ya da oyuna ortak olma gibi şansı şimdilik görünmüyor. Özellikle çevrilmesi olanaksız hale gelen dış borçlar, durma noktasına gelen ekonomi, ihtiyaç duyulan yabancı yatırımcının (dövizin) gelmeyişi gibi sorunlar iktidarın batıya bağımlılığının tescili anlamına geliyorken. Dolayısıyla Rusya, Çin, İran vb. ülkelerle kurulan ilişkilerin var olan ekonomik sıkıntıyı aşmak için yetersiz kalacağı açıktır. Üstelik Rusya ‘Türkiye bizim stratejik ortağımız değil. Çıkarlarımız üzerinden işbirliği yapıyoruz” açıklamasını değiştirmiş değil. Fakat Suriye başta olmak üzere Türkiye ile ortaklaştığı alanlarda çatışmayı göze alacağını gösteriyor. Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin üslerinin de bulunduğu İdlip’te Rusya ve Suriye cihatçı örgütlere yönelik saldırı gerçekleştirdiler. Bu alanda Türkiye’nin de askerlerinin bulunduğu dikkate alındığında önümüzdeki günlerde NATO toplantısı sonuçlarına göre yeni hamleler görmek şaşırtıcı olmayacaktır.
NATO toplantısından demokratik bir takım gelişmeler beklenmemesi gerekir. Toplantının süresinin de ayrıntıları konuşmak için yetmeyeceği açıktır. ABD yönetimi Türkiye’nin güven verip vermeyeceğini test etmek üzere bazı taleplerde bulunacaktır. Bunların neler olacağını ilerleyen günlerde, belki alt düzeyde sürdürülecek görüşmelerde görülecektir. Halbank davası, Peker’in açıklamalarında yer bulan Suriye’ye silah, araç gereç gönderilmesi, cihatçı örgütler üzerinden petrol ve hurda ticareti yapılması gibi kalemler ABD’nin elinde tuttuğu kozlar olarak kalacaktır.
Birleşik Arap Emirlikleri TAV’ın Abu Dabi’deki 3 milyar dolarlık ihalesini iptal etti. Bitmek üzere olan bir işin ihalesinin iptalini Biden sonrası Körfez ülkeleri ve Arabistan’daki siyaset değişiklikleriyle ilgisi olup olmadığını ileriki zamanlarda öğrenebileceğiz. Fakat dış kaynak ve döviz sıkıntısı yaşayan Türkiye’nin ve Türk Şirketleri’nin Arap ülkeleri tarafından sıkıştırılması gibi de okunabilir.
G-7 ve AB
ABD geçtiğimiz hafta G-7 zirvesinde üye ülkelere “Çin’in yayılmacılığını durdurmalıyız” dedi. Çin’in ABD ve diğer batılı emperyal ülke ve şirketlerin etkili olduğu, olmaya çalıştığı ülkelere yönelik izlediği politikalarla Afrika, Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın her yerinde yatırımlara yöneldiği biliniyor. 05.04.2021 tarihli “Nereden Baksan Tutarsızlık” başlıklı değerlendirmemizin alt başlıklarından birinde “Yeni Komşumuz Çin” demiş ve eklemiştik; “ABD’de Biden’ın başkan olması sonrası İran’a ve Çine yönelik hamleler karşısında bu iki ülke karşılık vermiş oldular. Görünen o ki Çin bundan böyle İran’ın müdahil olduğu Suriye, Yemen başta olmak üzere tüm alanlarda kendini gösterecek. Aynı anda da İran kendisine yönelik olası ambargoları Çin üzerinden delecek.
Çin’in Kuşak ve Yol adını verdiği proje kapsamında Çin siyasi, ekonomik, ticari ilişkiler içine girdiği ülkelerin demiryolu, liman, iletişim gibi alt yapı projeleriyle doğrudan Çin’e ulaşımını sağlamaya dönük adımlar atarken, bildiğimiz sömürgelerin tersine o ülkelere yerleşiyor, doğrudan ilişkiler kuruyor. G-7’de ABD’nin üye ülkelere yönelik Çin’le ilgili taleplerinin Türkiye ayağında bir değişiklik olup olmayacağını da zamanla göreceğiz.
Görünen o ki ABD Biden’ın başkan olması sonrası yeniden eski politikalarına dönüyor. Bunun için de her türlü araç ve argümanı kullanacaktır. Çin’i insan hakları ve demokrasi gibi söylemlerle dışlamaya çalışırken Türkiye’yi de kabul edilebilir, göz yumulabilir bir noktaya, bazı düzenlemelere zorlaması olasıdır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi AİHM kararlarını uygulamayan ve Osman Kavala ile Selahattin Demirtaş’ı tahliye etmeyen Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ndeki oy ve veto hakkını askıya alabileceğini açıkladı. Bunu ABD’nin Türkiye’ye yönelik izleyeceği politikalarla birlikte düşünmek gerekir. Dünyaya demokrasi, insan hakları gibi gerekçelerle ayar vermeye çalışan ABD ve AB jeopolitik ve askeri açıdan en önemli ‘müttefikleri’ olan Türkiye’yi bunun dışında tutamazlar. Ayrıca son 10 yılda Saray/ AKP/ MHP iktidarının izlediği politikalar, yaptıkları yasal düzenlemeler sermayenin ihtiyaçlarına yanıt vermediği gibi ürkmesine de yol açtı. Dolayısıyla iktidar batıdan para/ yatırım bekliyorsa bunun içeride bazı düzenlemeleri zorunlu kılacağı da açıktır.
Tüm bunlar NATO toplantısı sonrası oluşacak durumun izlenmesi gerektiğini gösteriyor. İç siyasi dengelerin de bu toplantı sonrası yeni bir yola gireceği beklenmelidir.
Önce Sermaye, Sonra Yine Sermaye
Geçtiğimiz hafta yapılan bir düzenleme ile şirketlerin bankalara olan borçlarının tahsiline öncelik tanındı. Böylece ‘işçi alacakları önceliklidir’ biçimindeki uygulama son bulmuş oldu. Şirketlerin bankalara olan borçları tahsil edildikten sonra parası, malı, mülkü kalırsa işçilere olan borçları ödenecek. Devlet işçi maaş vd. haklarına garanti vermediği için de bundan böyle alacaklarını hiç alamayan işçiler/ çalışanlarla karşılaşacağız. İşçi sendikalarının ve meslek örgütlerinin ‘emekçilerin tüm hakları devlet güvencesi altındadır” benzeri bir talebi acilen önlerine koyarak çalışmaya başlamalıdırlar.
Kredi, sigorta primi, KYK borçlarıyla ilgili yapılandırmada çiftçilerin Ziraat Bankası’na olan borçları kapsam dışında tutuldu. 2021 Nisan ayı itibarıyla çiftçilerin kamu ve özel bankalara 142 milyar TL borcu bulunuyor. Ziraat Bankası’na olan borçların kapsam dışı tutulması, borcun %30’nun ödenerek kalan borcun yapılandırılması gibi şartlar önümüzdeki aylarda çiftçilere yeniden icraların gideceğini gösteriyor. Bu yıl kuraklık nedeniyle yaşanacak verim düşüklüğü de dikkate alındığında çiftçilerin ciddi sorunlar yaşayacağı söylenebilir.
Çiftçilerin borç sarmalına düşmeleri Türkiye’de kendi hesabına üretim yapan çiftçilerin sermayenin eline düşmeleri, kendi tarlasında işçileşmeleri süreci hızlanacaktır. Fakat toplam üretim yapılan alan ve miktarı açısından bakıldığında ise yaşanan daralma ve küçülmenin gıda kriziyle birlikte dışa bağımlılığı da artıracağı kesindir.
Tayyip Erdoğan’ın ‘insanlar aç’ diyenlere karşı “Aç olanları buyurun siz doyurun” diyerek karşılık vermesi bir kızgınlık veya öfkeden çok siyasi, ideolojik bir yaklaşımın sonucu olarak içinde bulunduğumuz ve ileriki aylarda daha da yoğunlaşacak olan ‘açız’ tepkisinin bir ön alması olarak görülmelidir. Bir yanıyla ‘nankörlük’ vurgusu da içeren “aç olanları da buyurun siz doyurun” cümlesi Saray/ AKP/ MHP iktidarının yoksullarla, emekçilerle, çiftçilerle, KYK borçlusu öğrencilerle bağlarını kopardığını, halka (hakkı olanı) verecek kaynak olmadığı gibi artık selam da veremeyeceklerini gösteriyor.
İktidar 2020 Nisan- Haziran aylarında olduğu gibi yeniden krediler yoluyla iç piyasayı canlandırma yolunu seçecek gibi görünüyor. Önümüzdeki aylarda faizlerin düşürüleceğini açıklaması, konut, araç, tüketici kredileri yoluyla, halkı borçlandırarak sermayeye nefes aldırmayı düşünüyorlar. Faizlerin düşürülmesi durumunda döviz ve altındaki yükselişi nasıl önleyeceklerini düşündüler mi bilmiyoruz; ancak NATO toplantısı ve sonrasında ABD ve AB’yi (elbette uluslararası finans kurumlarını) ikna edip dış yatırım ve kaynak girişini sağlayabileceklerini umuyorlar. Bunun gerçekleşmişi durumunda döviz düşeceği ve böylece faizleri de düşürebileceklerini hesaplıyorlar.
Dışarıda veya içerde ne olursa olsun içinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve korona salgını koşullarında bile iktidarın emekçiler, çiftçiler, öğrenciler, kadınlar, çocuklar lehine bir düzenleme yapmadığı gibi var olan olumlu düzenlemeleri de ortadan kaldırdığını, gerek duyarsa daha da kaldırabileceğini biliyoruz. Dolayısıyla yurttaş olarak insani, vicdani, yasal, anayasal, uluslararası hukuktan doğan tüm haklarımızı korumak, geliştirmek için ortak bir mukavemeti yaratmamız zorunludur. Kapitalist yönetimlerin, birbirine rakip ülke ve şirketlerin bile sömürü söz konusu olduğunda birleşebildikleri bir dünyada ve ülkede tüm ezilenlerin birleşmesi ve mukavemet etmesi daha yaşamsal bir gerekliliktir.