Pazartesi, Aralık 30, 2024
spot_img

Sınırsız Hukuksuzluk Derin Yoksulluk

Tek amacı ne pahasına olursa olsun önümüzdeki seçimleri kazanmak olan iktidar kendi de kazansa, muhalefet de kazansa halka bir acı reçete içirecektir

Geçtiğimiz hafta görülen Çağdaş Hukukçular Derneği davasında sahte veya üretilmiş delillerle, mahkemeye getirilmeyen ve dinlenmeyen gizli tanık ifadeleriyle kararını açıklayan mahkeme aralarında Selçuk Kozağaçlı, Barkın Timtik, Oya Aslan, Özgür Yılmaz, Betül Vangölü Kozağaçlı’nın da olduğu 19 avukata ceza verildi. Daha önce mahkemenin oybirliği ile tahliye kararı verdiği, kararın hemen ardından savcının itirazıyla yeniden tutuklanan ÇHD’li avukatlar mesleki faaliyetleri nedeniyle görüştükleri kişiler, katıldıkları toplantılar, şu an firari durumdaki emniyet ve yargı yetkililerinin hazırladıkları dosyalarla yargılandılar ve ceza aldılar.

Avukatların, kamuoyunun tüm uyarı ve çağrılarına rağmen adaletin sağlanmasından çok rejimin hassasiyetlerine dikkat eden yargı kurumu bir kez daha kendini gösterdi. On yıla yakın bir zamandır süren davada tahliye kararı veren hâkim de dâhil onlarca hakim ve savcının baktığı dava Saray/AKP/MHP iktidarının kurduğu rejimin hukuk anlayışını gösteren örneklerden biri olarak kayıtlara geçti.

Anımsanacağı gibi Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere ulusal ve uluslararası yargı kararlarına rağmen tutuklu bulunurken, Gezi Davası’nda da daha önceki iki beraat kararına rağmen yeniden yargılama yapılmış ve aralarında Mücella Yapıcı, Can Atalay, Tayfun Kahraman’ın da bulunduğu sekiz kişiye ceza verilmişti. Bu duruma çeşitli yazılarımızla değinmiş, 27.6.2022 tarihli ‘Kriz Değil Tercih’ başlıklı yazımızda “… Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın, Gezi Davası’ndaki tutuklamaların iktidarın karakterini belirleyen önemli göstergeler olduğunu düşünüyoruz. Son zamanlarda giderek artan konser, festival yasakları, kadın bedeni ve giyimi üzerinden yükseltilmeye çalışan tartışmalar, emekçi eylemlerine karşı Anayasa’nın açık hükümlerine ve Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen geliştirilen baskı, şiddet ve yasaklama sıradan iktidar pratiği olarak karşımıza çıkmaktadır.” demiştik. Görünen o ki ÇHD davasıyla, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun davasına bakan hâkimin ‘siyasi yasak alacak şekilde ceza vermemi istediler’ sözüyle, kimyasal silah tartışmalarında ‘araştırılsın’ diyenler için ‘yargı gereğini yapacak’ vb. ifadelerle iktidar asgari düzeyde bile var olan hukuk normlarına ve olağan yargı işleyişine izin vermemektedir. Rejimin ve tüm temsili demokrasilerin sarıldığı kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmıştır.

Her ne kadar arka planında uluslararası siyasi dengeler, hesaplar olsa da Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi üyelikten çıkarma veya üyeliğini askıya alma tartışmaları da Saray/AKP/MHP iktidarının bu hukuksuzlukları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamaması gibi nedenler gösteriliyor. AİHM istatistiklerine göre 1959’dan 2021 yılına kadar Türkiye ile ilgili verilen 3820 kararın 3385’inde hak ihlali kararı verildi. Bu oranla Türkiye hak ihlalleri konusunda ilk sırada yer alıyor. Daha önceki değerlendirmelerimizde özellikle Suriye’den batıya yönelik göç, uluslararası dengelere göre hareket etme ve konumunu pazarlama gibi tutumların iktidarın var olan durumunu kabul ettirmeyi de içerdiğini belirtmiştik. Rusya- Ukrayna savaşı, ortaya çıkan enerji ve gıda krizi, tedarik zincirlerinin kopması, ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı geliştirmeye çalıştığı kuşata ilişkileri gibi çok sayıda unsur iktidarın mevcut hukuksuzluğunu kabul ettirmeyi de kapsıyor.

Seçim sürecinin de başlamasıyla hukuksuzlukların daha da artmasını beklemek gerekiyor. Daha doğrusu Saray/AKP/MHP iktidarı ekonomiden enerjiye, sosyal yaşamdan siyasete kendisini zora sokacak her duruma kolluk gücüyle birlikte yargı aracılığıyla da müdahale edecektir. Dolayısıyla emek alanından çevreye, sanattan sosyal yaşama, eşitlikten barışa talepleri ortak olan, mücadele eden herkesin ortak bir muhalefeti zorunlu ve kaçınılmazdır. İktidar ideolojik, politik, siyasi öncelikleri doğrultusunda tekçi bir düzeni inşa ederken, kendisine engel olarak gördüğü alanlara da müdahale etmeyi sürdürüyor. Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın kimyasal silah kullanımı iddialarının araştırılma çağrısı sonrası tutuklanması ardından TTB ile ilgili yasal düzenleme hazırlıkları, Cemevleri ve Alevilere ait ibadethanelerin Kültür Bakanlığı’na bağlanmasını içeren düzenleme ve buna karşı çıkan Alevi dernek ve kurumlarının Ankara’da yaptığı eyleme polis müdahalesi gibi gelişmeler iktidarın hiçbir alanda muhalefete izin vermeyeceğini gösteriyor. Bu nedenle sıramızı beklemek veya çözümü seçime havale etmek yerine iktidarın hedef aldığı tüm kesimlerin birlikte mücadele etmenin yol ve araçlarını yaratmamız gerekmektedir.

Sermayenin kölesi olmayacağız diyen işçilerle devletin Alevisi olmayacağız diyen Alevilerin, yaşamın her alanında ve devlet karşısında eşitlik mücadelesi veren Kürtlerle, ataerkil düzene ve cinsiyetçi politikalara karşı mücadele eden LGBT+ ve kadınların, doğanın ve çevrenin talanına karşı mücadele edenlerle ‘biat etmiyoruz’ diyerek üniversiteleri savunanların mücadeleleri özünde birbiriyle bağlantılıdır. Devrimcilerin, sosyalistlerin, emek ve yaşam savunucularının bu bağlantıyı kurarak hareket etmeleri, bugünden ortak mücadeleyi örmeye başlamaları kaçınılmazdır.

ANAYASA KİMLER İÇİN

Türban tartışmalarında CHP’nin yasa önerisine iktidarın Anayasa maddesini değiştirme hamlesi sonrası Adalet Bakanının Meclis’te grubu bulunan partileri ziyaret etme kapsamında HDP ile de görüşmesi Millet İttifakı içinde bulunan partilerin, özellikle de İYİ Parti’nin açıklamaları geleneksel devlet politikasıyla birlikte Saray/AKP/MHP iktidarıyla aynı çizgide olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Adalet Bakanının HDP ziyaretine kadar muhalefeti HDP ile dolayısıyla terör örgütüyle görüşmekle suçlayan iktidar bileşenlerinin görüşmenin ardından ‘legal’, ‘Mecliste grubu olan’ parti diyerek yaptıkları açıklama üzerinden iktidarı normalleşmeye zorlamak yerine, iktidarın görüşme öncesi diliyle iktidarı suçlamaları, HDP’yi iktidar diliyle terör örgütü olarak tanımlamaları daha önceki yazılarımızda değindiğimiz restorasyonu bile gerçekleştirmekten uzak duracaklarını göstermektedir. Görünen o ki Altılı Masa içinde yer alan muhalefet partileri Kürt Sorunu başta olmak üzere temel devlet politikalarında iktidarla aynı noktadadır.

Başta da belirttiğimiz hukuksuzluk ve asgari düzeyde hukuk normları emekçi hakları, Kürtler, Aleviler, LGBT+ bireyler, doğanın talanı söz konusu olduğunda askıya alınmış durumdadır. İYİ Parti ve Demokrat Parti’nin HDP’ye yönelik ifadeleri, Saadet Partisi’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve LGBT+ bireylerle ilgili olarak yapılması düşünülen düzenlemelerde iktidarı desteklemesi, Şebnem Korur Fincancı’nın çağrısı sonrası bazı CHP’li milletvekillerinin ‘TSK sorgulanamaz’ biçimindeki çıkışı gibi gelişmeler Anayasa’nın egemenlerin anayasası biçiminde uygulandığını ve yorumlandığını göstermektedir. 12.9.2022 tarihli ‘Süründüren Büyüme’ başlıklı yazımızda “MHP’den ayrılanların kurduğu İYİ Parti’nin açıklaması doğası gereği olarak düşünülebilir. Ancak CHP’nin geçmişte kendi hazırladığı raporların bile gerisine düşmesi Millet İttifakı ve Altılı Masa olarak tanımlanan muhalefetin iktidarla aynı noktada durduğunu gösteriyor.” diyerek bu duruma vurgu yapmıştık.

28.12.2020 tarihinde yaptığımız değerlendirmede “OHAL Rejimi Sürüyor… Açık ki iktidar, muhalefeti tepeden tırnağa hareket edemez, örgütlenemez hale getirmenin açık planlarını yapıyor, adım adım bu hedefe doğru hukuki düzenlemeler yaparak ilerliyor” saptamasını yapmıştık. Bu saptamaya iktidarın muhalefeti dönüştürdüğünü, geleneksel devlet politikaları açısından ‘milli muhalefeti’ yarattığını söylemek mümkündür. Bu nedenle devrimci, sosyalist ve yaşam savunucularının mücadelesi aynı zamanda tüm ezilenleri, dışlananları kapsayacak bir hukuk düzeni mücadelesidir.

Dün İstanbul’da yaşanan ölümlere ve çok sayıda insanın yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırıyla ilgili ayrıntılar kesin olarak bilinmemekle birlikte ister istemez 2015 Haziran seçimleri sonrası süreci anımsatıyor. İktidarın ekonomik ve siyasi olarak gücünü kaybettiği ve tüm hamlelerine rağmen beklediği çıkışı yapamadığı dikkate alındığında toplumun ekonomik talebinin güvenlik talebine dönüştürülmesi ve seçimlere bu ortamda gitmek bir kez daha etkili olur mu bilinmez. Fakat patlamanın hemen ardından internet üzerinde bant daraltma ve yayın yasağı yoluyla sosyal medyayı çalışmaz, medyayı haber yapamaz hale dönüştürebilen iktidarın olanaklarını da göstermesi açısından önemlidir.

Savaş ve çatışma yoluyla toplumun ekonomik, hukuki, siyasal, kültürel taleplerinden vazgeçip güvenliği öncelemesinin önüne geçmenin tek yolu belirttiğimiz tüm muhalif güçlerin, ezilenlerin ve dışlananların örgütlü mücadelesi ve kararlığı olacaktır. Üstelik güvenliğin iktidar tarafından öne çıkarılması, toplumun talebine dönüştürülmesi en basit, en temel ve asgari hak mücadelelerinin engellenmesiyle sonuçlanacağını, toplumdaki kutuplaştırma politikalarına hizmet edeceğini ve bundan iktidarla birlikte sermayenin yararlanacağını unutmamalıyız.

BORÇLANMA ve PAZARLIK

Hazine ve Maliye Bakanlığı 1,5 milyar dolar cinsi tahvil ihracı gerçekleştirildiğini açıkladı. İçerde ideolojik ve siyasi hesaplarla faize karşı olduğunu söyleyen Saray AKP MHP iktidarı uluslararası finans kurumları Bank of America Merrill Lynch, Goldman Sach ve J.P. Morgan’a borçlanma yetkisi vererek %10 faizle borç buldu. Aynı açıklamada tavilin %33’ünün ABD, %27’sinin Türkiye, %22’sinin Birleşik Krallık, %10’u Avrupa ülkeleri, %7’sinin Ortadoğu ülkeleri, %1’inin diğer ülkeler tarafından sağlandığı belirtildi.

Döviz yükselişini kontrol altında tutmak, vadesi gelen borçları çevirebilmek için bugüne dek swap (takas) yoluyla gelen paraları kullanan iktidarın borçlanmaya başlaması artık swap yoluyla para bulamadığının işareti olarak görülebilir. ABD’de dolar faizinin %4 olduğu koşullarda %10’la borçlanılması da ülke ekonomisinin tefeci faiziyle ayakta tutulduğunu gösteriyor.

Görünürde dış ilişkileri iyi olmayan iktidarın dış borç bulabiliyor olması kamuoyuna yansımayan farklı ilişki ve pazarlıkların olduğunu düşündürüyor. Daha önce değindiğimiz Rusya’nın tahıl anlaşmasından çekilme kararı ve sonrasında Birleşmiş Milletler ve Tayyip Erdoğan’ın görüşmeleriyle vade bitimine kadar tekrar başlaması iktidara alan açıyor gibi görünse de Mısır’ın Libya’daki durumu gerekçe göstererek Türkiye ile ilişkileri başlatmayı ertelemesi, Yunanistan’la enerji ve haberleşme altyapı ortaklıkları kurması iktidarın dışarıda sıkışma alanlarından biridir. Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’ın Yunanistan ile askeri işbirliği görüşmeleri yapması, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gaz arama faaliyetleri nedeniyle Avrupa Birliği Konseyi’nin uyguladığı yaptırımları bir yıl daha uzattığını açıklaması önümüzdeki günlerin yeni tartışma konularını oluşturacaktır.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği için istenen koşullar KKTC’nin adadaki Barış Gücüne izin vermeyebilecekleri şeklindeki açıklamaları, Rusya ile sürdürülen ilişkiler, Suriye ve Libya’da askeri güç gibi unsurlar da Saray/AKP/MHP iktidarının batıya karşı elinde bulunduğu ve kullandığı kozlar olarak görülüyor. İktidar tanınma ve kabul görme için her yolu denerken hem Batı hem de Rusya (ve Çin) bu durumu görerek hareket ediyorlar. İktidar bu tür faydacı yaklaşımlarıyla bugüne kadar durumu idare etmeyi başarmış olsa da önümüzdeki günlerde, özellikle de Rusya (ve Çin) ile ABD (ve Batı) arasında bir tercihe zorlanacaktır.

İktidar kendi varlığı ve devamlılığı için ülkenin kaynaklarını sermayeye ve finans kurumlarına yağmalatırken geleceğini de ipotek altına sokmaktadır. Bu nedenle tek amacı ne pahasına olursa olsun önümüzdeki seçimleri kazanmak olan iktidar kendi de kazansa, muhalefet de kazansa halka bir acı reçete içirecektir. Hali hazırda 20 milyona yakın yurttaşın devletten gıda, yakacak, elektrik, öğrenim vb. yardımı alarak yaşamını sürdürdüğü ve bu sayının son yıllarda sürekli olarak arttığı dikkate alındığında iktidarın içerde ve dışarda kurduğu ekonomik, siyasi ilişkilerin ve yarattığı düzenin yoksullukla birlikte çatışma üretmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla devrimci, sosyalist muhalefeti tüm gerçeklikleri görünür kılacak,  iktidar, sermaye ve uluslararası ilişkiler arasındaki bağı kuracak biçimde işyerlerine, sokaklara, alanlara taşımak zorundayız. Aynı anda antifaşist, antiemperyalist, antikapitalist mücadeleyi yükseltmek gerektiğini, tek başına iktidardan kurtulmanın yetmeyeceğini, tüm kurumlarıyla bu düzenden kurtulmak gerektiğini unutturmamak ve bilince çıkarmak zorundayız.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi