Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Sandıkta, Sokakta Sınıftan Yana Mücadele

Baskının ve hukuksuzluğun yaygınlaştığı koşullarda seçimler ve sonrası için tüm ezilenlerin ortak mücadelesini yaratmak zorunludur. Bunların ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız mücadele alanları olmadığı açıktır

Ülkenin tam anlamıyla seçimlere odaklandığı ve büyük toplum kesimlerine seçimlerin kurtuluş olarak sunulduğu koşullarda seçim sonrasını konuşmak şimdilik ötelenmiş olsa da birçok kez vurguladığımız gibi emekçilerin, yoksulların, Kürtlerin, kadınların, çevrecilerin, çocukların, hak savunucularının taleplerinin seçimler sonrasını da içeren bir mücadeleyi gerektirdiği açıktır. Her şeyden önce Saray/AKP/MHP iktidarının arattığı siyasal, ekonomik, kültürel yıkım ve kutuplaştırma seçimlerle bir anda ortadan kalkmayacaktır. İktidar bloğundan ve yarattığı toplumsal yıkımdan kurtulmanın birincil amaç olarak kurgulandığı Erdoğan ve iktidar karşıtı bloğun seçimlerden sonrasına ilişkin durumunu 02.5.2023 tarihli değerlendirmemizde; “Ve ne yazık ki, bu blok bugün için Erdoğan sonrası bir ülke yönetimi için gerekli donanıma sahip olmadığı gibi, olası kaotik bir süreçte krizi yönetebilecek enstrüman ve olanaklardan da yoksun görünüyor.” diyerek belirtmiştik.

Fakat iktidar bloğunun izlediği politikalar, toplumun muhalif kesimleri üzerinde kurduğu baskı, cinsiyet ayrımcılığı, çevre düşmanı programları ve üç yıla yakın zamandır artarak yoğunlaşan ve yaygınlaşan yoksulluk, gerici ve faşist uygulamalar karşısında Saray/AKP/MHP iktidarına son vermek önemlidir. En geniş halk kesimleri için iktidarın gönderilmesi gerektiği konusunda çok sayıda haklı gerekçe olmakla birlikte sermayenin bir kısmının da bu iktidardan kurtulmak istediğini unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla beklendiği gibi bir iktidar değişikliği sonrasında bu iktidar döneminde geri plana itilmiş, ekonomik ve politik gücü zayıflamış sermaye gruplarının da iktidar değişikliği sonrası yandaş sermaye gruplarının yerini alacağı açıktır. Benzer bir durum uluslararası ilişkiler için de geçerlidir. Bu yüzden muhalefetin kazanması durumunda seçimler sonrası kurulacak yeni düzende nispi bir rahatlama olmakla birlikte emekçiler, yoksullar açısından sömürü devam edecektir. Israrla seçimlerden sonrasını da içeren ortak bir sosyalist, devrimci mukavemet hattı önerimizin temel nedeni de budur.

Saray/AKP/MHP iktidarı döneminde ülke tam anlamıyla bir yoksullar Cumhuriyetine dönmüştür. Orta gelir grubunun neredeyse tümüyle yok edildiği, ücretlilerin milli gelirden aldığı payın %25’lere düştüğü, bu politikaların iktidar tarafından bilinçli olarak uygulandığı koşullarda tam anlamıyla bıçak kemiğe dayanmıştır. TÜİK’e göre 2012 yılında maaş ve ücret gelirleri %21,5 artarken, sermayenin gelirleri %61,8 artmıştır. İktidarın dini, milli, etnik tüm değerleri, yandaş medya ve devlet kurumları dâhil tüm araçları kullanmasına rağmen iktidar karşıtı seçmen kitlesinin büyümesinin temelinde bu yoksullaşma yatmaktadır. Bu düzenin sürdürülebilmesi için yasaların, Anayasanın, uluslararası sözleşmelerin çiğnenmesi ve hak ihlallerinin giderek artması uygulanan politikaların kaçınılmaz sonucudur. Bu yüzden toplumun yoksulluğa karşı isyanıyla adalet ve eşitlik talebi de birleşmiş durumdadır.

BASKI ve YAĞMA

Saray/AKP/MHP iktidarı ve seçim bloğu halkın iktidar karşıtı yönelimini engelleyebilmek ve kendi seçmen kitlesini tutabilmek için muhalefetin, özellikle de Kürtlerin, sosyalist, devrimci örgüt ve bireylerin üzerindeki baskılarını giderek artırıyor. Birçok kentte Yeşil Sol Parti adaylarının seçim çalışmaları engellenirken, çok sayıda gözaltı ve hukuksuz tutuklamalar ile fiziki saldırılar iktidarın seçim sonrası kuracağı, sürdüreceği düzenin de göstergesidir. TİP adayı Can Atalay’a tutuklu olduğu gerekçesiyle TRT’de konuşma hakkı verilmemesi, iktidar bileşenlerinin ve Tayyip Erdoğan’ın muhalefetin Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi ve blok olarak seçime gitmesini darbe olarak nitelemesi, LGBT+ bireylere karşı nefret söyleminin artırılması basit seçim söylemlerinin ötesindedir.

Özellikle Tayyip Erdoğan’ın muhalefetin Türkiye’yi Suriyelileştirmeye çalışmakla suçlaması iktidarın kutuplaştırmayı giderek artıracağını gösteriyor. Bu söylem birçok insanın anladığı gibi ülkeye Suriyeli sığınmacıların/mültecilerin gelmesi, getirilmesi değildir. Suriye’nin yönetim biçimi, Esad’ın mezhepsel kimliği ve 10 yılı aşkın süredir devam eden iç savaşa bir vurgu olma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Seçim sürecine girildiğinden bugün her gün dozu artırılarak muhalefetin terör örgütleriyle işbirliği yaptığı gibi açıklamaların seçimler sonrası için de söylendiğini düşünmek mümkündür. Özellikle darbe söylemiyle birlikte.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidara yönelik olarak Cambridge Analytica ve Deep Web uygulamaları üzerinden seçimi etkilemeye yönelik çalışmalar yapıldığını belirtmesi, Süleyman Soylu’nun bakanlık için de YSK’ya paralel bir seçim grubu kurduğu iddiaları iktidarın seçimleri kazanmak için her yolu deneyeceğini gösteriyor. Kürtlere, devrimcilere, sosyalistlere doğrudan fiziki baskı ve şiddet, Altılı Masa bileşenlerine karşı da tehdit ve teknolojinin kullanıldığı seçmeni etkilemeye dönük girişimler.

Pazar günü Ekrem İmamoğlu’nun Erzurum mitingine yönelik AKP ve MHP’lilerin fiili saldırısı ve İmamoğlu’na miting yaptırmamaları, katılanlara taş ve sopalarla saldırılması karşısında vali dâhil emniyet birimlerinin müdahale etmemesi, Mersin’in Tarsus ilçesinde YSP’ye karşı girişilen saldırı ve beş kişinin yaralanması gibi gelişmeler seçimlerin hangi ortamda ve koşullarda geçeceğini, Saray/AKP/MHP bloğunun kazanması durumunda nasıl bir düzen kurulacağının da göstergesidir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması durumunda iktidar bloğunun devlet kurumlarını da kullanarak çok daha kapsamlı biçimde saldırılara girişmesi beklenmelidir. Özellikle Saray AKP için seçimler varlık yokluk meselesidir ve iktidar için her yolu deneyebilecekleri gözden uzak tutulmalı, iktidar karşısındaki tüm güçlerin de buna uygun önlemler alması gerekmektedir.

Geçtiğimiz hafta iktidar deprem bölgesi için aldığı bir kararla doğrudan yağma uygulamasına başladı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı hazırladığı ihale ve teknik şartnameleri ilgili valilik ve kaymakamlıklara gönderdi. Buna göre artık devlet enkaz kaldırma ihalesini alan şirketlere para ödemeyecek, ağır hasarlı yapıların yıkımı ve enkazın kaldırılması karşılığı bu binaların içindeki demir, krom, PVC pencere vd. değerli malzemeler ihaleyi alan şirketin olacak. Üstelik devlet bu yolla para da kazanmış olacak. BirGün Gazetesi’nde yer alan habere göre bina sahipleri kendilerine ait sağlam malzemelerin almak istediklerinde ihaleyi alan şirketler burası bizim diyerek engel olacak kadar ileri gidiyorlar.

Deprem sonrası ilan edilen OHAL ile kentlerin taşınması, demografik yapının değiştirilmesi, kamulaştırma, kentsel dönüşüm gibi çok sayıda hukuksuz uygulamaya daha önceki yazılarımızda değinmiştik. 17.04.2023 tarihli ‘Gelecek Mücadelesi’ başlıklı yazımızda; “Deprem sonrası yaşananları hep birlikte gördük ve yaşadık. İktidar depremi fırsata çevirmek için her yolu ve aracı kullanmaya devam ediyor. Deprem sonrası ilan edilen OHAL ve Antakya başta olmak üzere bazı yerler için kentsel dönüşüm kararı alınması iktidarın buraları operasyon alanına dönüştürmek istediğini gösteriyor.” demiştik. Göründüğü kadarıyla iktidar halen daha depremzedelerin birçok ihtiyacını karşılamak için yavaş davranırken, inşaat firmalarının ve müteahhitlerin rantını büyütmek için hızlı davranmaktadır. Üstelik bunları bina sahiplerine sormadan, mülkiyet hakkının yok sayılması pahasına yapmaktadır. Yağma kısmında Kızılay’ın depremin ilk günlerinde çadır sattığını, genel olarak bağışçılardan aldığı kanları hastalara sattığını, iktidara yakın gerici dernek ve vakıflara ihaleler ve bağış yoluyla kaynak aktardığını unutmamak gerekiyor.

27.2.2023 tarihli ‘Dayanışmayla Birlikte Ortak Mücadele’ başlıklı yazımızda; “İktidarın olağan koşullardaki inşaata dayalı rant pratikleri ve yaklaşan seçim de dikkate alındığında OHAL’in sağlayacağı güçle çok daha acımasız biçimde bu kentleri kontrole yöneleceği, dönüştürmeye çalışacağı kesindir.” demiştik. Dolayısıyla devrimcilerin, sosyalistlerin, hak ve yaşam savunucularının iktidarın deprem bölgesindeki bu yağma ve rant politikalarına karşı bir araya gelmeleri gerekmektedir. Barınma hakkıyla birlikte mülkiyet hakkının da savunulması, iktidara karşı bu noktada direnilirken seçim sonrası için de bugünden program oluşturulup, müdahale edilmesi zorunludur. Bu kadarı da yetmez geriye dönük olarak ölümlerde, yıkımlarda sorumluluğu olanlardan hesap sorulması gerekmektedir.

İktidarın kurulduğu günden itibaren denetimi altındaki yandaş şirketlere ve bireylere kaynak aktardığı biliniyor. Geçtiğimiz hafta yıllarca iktidar içinde ve Tayyip Erdoğan’ın en yakınında yer almış Ali Yeşildağ’ın itiraflarının yer aldığı videolarda devletin nasıl yağmalandığı ve bu yağmadan kimlerin nasıl pay aldığı anlatılıyor. Doğrudan suçun parçası olan Ali Yeşildağ’ın anlattıkları iktidarın kendi zenginlerini, sermayesini yaratırken alınan paylarla birlikte gerçekte bizim nasıl yoksullaştığımızı göstermektedir. Şu ana kadar savcıların harekete geçmemesi iktidarın kurduğu devlet düzenini de göstermektedir. Dolayısıyla gelecek için verilecek olan mücadele geçmişin hesabını da sormayı gerektirmektedir. Bunu da ancak sosyalistler ve devrimciler yapabilir.

DENİZLER’İN İZİNDE

6 Mayıs Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilişlerinin 51. yıldönümüydü. Bu idamlara karar verenlerin tarih sahnesinden çekildiği, adlarının nefretle anıldığı ve Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in düşünceleriyle, eylemleriyle yaşadığı, yaşatıldığı gerçeği bugün ne yapmamız gerektiğini de göstermektedir. İdamları durdurabilmek için örgüt, parti ayrımı yapmaksızın harekete geçen sosyalist ve devrimcilerin o günlerdeki dayanışma ve mücadele pratiğini bugüne uyarlamak hepimizin görevidir.

Tüm yaşam alanlarımızın gerici ve faşist yapılar tarafından kuşatıldığı, sömürünün günden güne arttığı, sosyalistlere, devrimcilere, Kürtlere, çevre ve hak savunucularına, kadınlara, LGBT+ bireylere, emek örgütlerine karşı baskının ve hukuksuzluğun yaygınlaştığı koşullarda seçimler ve sonrası için tüm ezilenlerin ortak mücadelesini yaratmak zorunludur. Bunların ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız mücadele alanları olmadığı açıktır. Dolayısıyla Denizler’in izinde yarınları birlikte kurmanın yöntemlerini bulmak, araçlarını yaratmak ortak ve öncelikli sorumluluğumuzdur. Onları anarken, anlamak ve mücadelelerini bugünden yarına taşımak, sandıkta, sokakta, işyerinde, tüm yaşam alanlarında sınıftan yana ortak bir mücadeleyi örmek hepimizin sorumluluğudur.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi