yoksulluk yaygınlaşıyor, acılar yaygınlaşıyor, hüzünler yaygınlaşıyor, ağıtlar yaygınlaşıyor… egemen anlayışa ve inanışa, bunları kullanan iktidar ve güç odaklarına bakarsak bir sınavdan, sınamadan geçiyoruz. yani yerde, gökte, içimizde, dışımızda var olan kutsal güç/ler işlerini- güçlerini bırakıp bizi açlık, ölüm, yarın kaygısı, çocuklarımızın geleceği gibi konularda sınıyorlar, sınava tabi tutuyorlar (öyle mi?)… bir kutsal güç kendisine karşı hiçbir etkisi olmayan insanı (kulu) neden sınama, sınava çekme gereği duyar? ve bu sınav ve sınama yoksullar (alt tabaka) için dünyada açlık, yoksulluk, ölüm şeklindeyken, varsıllar için zevk, sefa, harcayamayacakları bir kazanç, doğal olmayan bir rahatlık şeklindedir? ve bu sınavı, sınamayı bize anımsatan kişiler ve kurumların başındakiler neden hep refah içinde yüzmektedir ve bizim bu dünyada tabi olduğumuz sınav ve sınamadan muaftır? bu sınav ve sınama neden eşit koşullarda değildir…?
bu söylem ve yaklaşımlar bizim yaşamımızın, bizim ömrümüzün, bizim düşlerimizin, bizim çocuklarımızın geleceğinin harcanabilir olduğunu düşündürmüyor mu size…? Hazine ve Maliye Bakanı bir konuşmasında ücretlilere yönelik olarak ‘en fazla işini kaybedersin’ demişti. tek geçim kaynağı ücreti olan bir kişinin işini kaybetmesini bu kadar önemsiz gören bir anlayışın sahiplerinin bize sınavda ve sınamada olduğumuzu söylemesi karşısında işimizin bizim tek geçim kaynağımız olduğunu, yaşamak için o ücrete tutsak olduğumuzu yüzlerine vuramadığımız için bu kadar rahatlar… ve onların gözlerindeki ışıltı arttıkça bizim gözlerimizin feri sönüyor… ve bu dünyada çektiklerimiz yetmezmiş gibi bizi cehennemle korkutuyorlar… bizi işe, bizi yokluğa, bizi ölümlere koştukları yetmezmiş gibi bir cehennemden diğerine sürüyorlar adeta…
İngiltere Dış İşleri Bakanı Liz Truss, ‘karın kirli bir kelimeye dönüştüğü bir gerçek. Kar etmek pis ve şeytani bir şey değil’ demişti ağustos başında yaptığı bir konuşmasında. aklı, düşüncesi ve ruhu sermayeden yana olanlar bu dünyanın pisliğini, sömürüyü bile dini sembollerle savunuyorlar. yeryüzünde 2 milyara yakın insanın açlık ve sefalet içinde yaşadığı, sosyal- kültürel- ekonomik- demokratik açılardan kendini gerçekleştiremediği/ birey olamadığı gerçeğini yok saymakla kalmıyor; bu gerçeğin ardındaki üretim ve bölüşüm ilişkilerini dini söylemlerle, kutsal amaçlarla, bizim ömrümüzün yetmeyeceği ileriki zamanlara ertelenmiş vaatlerle perdeliyorlar…
aynı şeyi bizim iktidar da yapıyor. son elektrik ve doğalgaz zamlarında bir kez daha gördük. konutlardaki zam oranını %20’de tutan iktidar halkı düşündüğünü söylüyor. peki faturaya yansıtılmayan ve bütçeden karşılanan kısmının parasını halk ödemiyor mu…? bütçe dediğimiz şey halkın vergilerinin toplamı değil mi? hele ki bizde verginin büyük kısmını ücretlilerin (doğrudan ve dolaylı olarak) ödediği dikkate alınırsa, iktidar bizim paramızla yaptığı sübvansiyonu kendi cebinden vermiş gibi bize hava atıyor, bizden oy, bizden minnet, bizden vefa bekliyor… onların nasıl yaşadıklarını da görmezden gelmemizi, sineye çekmemizi istiyorlar…
oysa özellikle gençler olmak üzere büyük kısmımız bu iktidardan ve yarattığı sistemden umudu kesmiş durumdayız. yalnızca yurtdışına giden/ gitmeye çalışan insanların sayısındaki artış bile iktidardan ve bu düzenden umudun kesildiğini gösteriyor… iktidarın ve gemisini bu düzende yüzdürenlerin ne dediğinin bir önemi yok; çoğumuz yoksul, mutsuz ve gelecek için umutsuzuz…
bu gerçeklerin üzeri açıklamalarla, inkarla örtülemiyor; çünkü yoksulluk yaygınlaşıyor, acılar yaygınlaşıyor, hüzünler yaygınlaşıyor, ağıtlar yaygınlaşıyor; toplumun büyük kısmı bunları yaşıyor ve her geçen gün bunları yaşayanların sayısı artıyor (artacak)… bu gerçekliğe rağmen Cumhurbaşkanı “Ne işsizliği ya? Yeter ki iş istesin vatandaş. İş çok” dedi. Cumhurbaşkanlığı 2022 temmuz ayında en kolay iş bulan 10 mesleği açıkladı internet sitesinde… işte o 10 meslek; tıp, eczacılık, odyoloji, fizyoterapi, hemşirelik, pilotaj, psikolojik danışmanlık, öğretmenlik, inşaat mühendisliği ve sağlık hizmetleri. peki diğer meslek gruplarındaki insanlar ne yapacak? ve temel soru; bu 10 meslek arasında neden üretimle doğrudan ilgili meslek/ler yok? yalnızca hizmet sektörü üzerinden sürekli, dengeli bir istihdam, büyüme, kalkınma mümkün olabilir mi…? bu meslek grupları dahil çalışanların kölelik ücreti aldıklarını, doktorlar başta olmak üzere sağlık emekçilerinin yoğun olarak yurtdışına ‘kaçmaya’ başladığını da düşününce…
tüm bunlardan sonra söyleyeceğim şey; kar kirlidir ve şeytanidir… yoksulluğu ve sömürüyü ortaya çıkaran ve sürdüren bu sistem kirlidir ve şeytanidir… yoksulluğun sınav/ sınama olduğunu söyleyerek sömürüyü, açlığı, kederi, gelecek kaygılarını olağan gösterenlerin düşünceleri ve eylemleri kirlidir ve şeytanidir… isteyen istediği gibi inanabilir, fakat madem ki söz konusu olan açlık, madem ki derdimiz çocuklarımızın geleceği, madem ki telaşımız yaşama telaşı o zaman sınav da, sınama da bu dünyada olacaktır… bugün güçsüz, bugün dağınık, bugün ayrımında olmasak da üreten ve yaratan eller er geç uzun çöpten hakkını alarak sınavsız ve sınamasız bir dünyayı kuracaktır…
gündelik yaşamımda ve yazılarımda dini kavram ve sözcükleri kullanmamak için gösterdiğim özenimi bu yazı için kısmen esnettim. aslolan insanların inançlarını, birbirlerine dayatmadan, inançlarını toplum/ devlet düzeni haline getirip baskı aracına dönüştürmeyecekleri bir laiklik anlayışıdır. işyerinde, sokakta, okulda, kışlada, mahkemede, ‘huzurda’, (hatta mahşerde) laiklik…
perakende ölümler sunuluyor bize
perakende ölümler sunuluyor bize
taksit taksit ölebiliriz afrika’da
caydırıcı füzelerle parçalanabiliriz ortadoğu’da
vergimiz kurşun olarak dönebilir sokaklarda
perakende ölümler sunuluyor bize
ekmek paramız canımıza durabilir
farklılığımız kesebilir soluğumuzu
haklılığımız idam fermanımız olabilir
seçme hakkı veriyorlar bize / ve seçilme
sürünmelerden sürünme / ölümlerden ölüm
ister taksitle ister peşin / ister seç ister seçme
perakende ölümler sunuluyor bize
salim çalık