başlığı göre aklınızdan neler geçti…? sizin de başkalarının sevdiklerini düşündüğünüz oluyor mu…? üstelik öyle bir düşünme ki bilmiyorsunuz çoğunu, yüzlerini bile görmediğiniz, adlarını bile bilmediğiniz insanları düşündüğünüz oluyor mu…? örneğin şu an, tam da bu satırları okurken Suriye’de, Libya’da, Yemen’de, Afganistan’da, Ukrayna’da savaş ve çatışma koşuları altında yaşamak zorunda kalanlar düşüyor mu aklınıza…? ya da bir inşaatta, bir madende, bir hastalıktan veya kaza sonucu topluca öldükleri için tv’den, sosyal medyadan, anlatılardan belleğimize dolan, deyim yerindeyse belleğimize gömülen insanlar geliyor mu aklınıza…? hepsinin bir öyküsü, hepsinin adları olmasına rağmen ölü deyip geçiyoruz…
dikkat ettiniz mi her gün ama her gün önlenebilir, insan yapımı ölümlerle, acılarla, yokluklarla karşılaşıyoruz; kimilerimiz doğrudan yaşıyor veya tanık oluyoruz… apansız aklıma geliyorlar… savaş, yoksulluk, baskı veya başka zorlayıcı nedenlerle göç yollarına düşen insanlar. doğduğu, büyüdüğü, yaşamını sürdürmek istediği, geleceğini tasarladığı toprakları terk etmek zorunda kalan insanlar… bazen dili başka, dini başka, rengi başka, güneşe ve aya bakışı başka insanların arasında yaşamak zorunda kalan milyonlarca insan… hepsinin bir öyküsü, hepsinin adları olmasına rağmen mülteci deyip geçiyoruz…
yeryüzünün her noktasında ayrımsız biçimde en büyük acıları kadınlar ve çocuklar çekiyor kuşkusuz… en çok da kadınlar; çünkü kadınlar çocuklarının yaşadıklarına da tanık oluyorlar… savaşta, göç yolunda, işyerinde, kazada çocuğunu yitiren bir anne için başka bir acıya gerek var mı? hiçbir aşamasında etkisi, payı olmadığı halde en gericisinden en ‘modern’ savaş ve çatışmalarda topraktan önce veya toprakla birlikte bedenleri yağmalanan kadınların ömür boyu yaşadıklarını anlatabilecek bir söz, hafifletebilecek bir eylem veya nesne biliyor musunuz…? hepsinin bir öyküsü, hepsinin adları olmasına rağmen savaş kurbanları deyip geçiyoruz…
“Güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır. Ve işin kötüsü; iyi anları nadiren, kötü anları sıklıkla hatırlatır.”* yıllar önce okuduğum bu söz ne kadar beni anlatıyor diye düşünmüştüm. sonra yalnızca beni değil, çok sayıda insanı anlattığını anladım… çok fazla ölüm yaşanmış, ölüme tanıklık edilmiş bir kurumda çalışınca, böyle bir kentte yaşayınca ölüm günlük yaşam dili gibi oluyor… herkese değil tabi ki. olur olmaz zamanda, belki bir anıdan, belki bilinçaltı bir takıntıdan ansızın çıkıp gelen bir yüz, yüzler… sonra başka kaç kişiye benzer şeyler oluyordur diye düşünüyorum…
acılar üzerinden sizi huzursuz etmek istemiyorum… fakat acıların sebepleri ve nedenleri üzerinden huzursuz olun istiyorum; huzursuz olalım. başta da belirttiğim gibi bunlar insan yapımı ölüm ve acılar ve önlenebilir… bu ölüm ve acıların daha az olduğu, bu kadar keskin ve acımasız, insafsız yaşanmadığı ülkelerin/ toplumların varlığı önlenebilir, ortadan kaldırılabilir olduklarını göstermiyor mu…? elbette en büyük acılar ve ölümler savaşlarda yaşanıyor ve diğerleri kadar kolay değil ortadan kaldırılması. fakat imkansız da değil… barış kavramını yaratan insanlık bugün savaşa heves ettiği kadar barışa heves etmese de, bunun için sokaklara, yollara düşmese de barışı kuracak birikim ve deneyime sahibiz… tek tek değil, yığınsal kalabalıklarla değil, yaşamı ve yaşama ilişkin güzellikleri, en çok da bölüşmeyi ve dayanışmayı bir amentü gibi içselleştiren kitlelerle barışı kurabiliriz…
sanırım biz bölüşmek, üleşmek, paylaşmak eylemlerinin hakkını veremiyoruz veya içini dolduramıyoruz… ya da neyi, ne kadar, kimlerle, niçin, nerede, ne zaman paylaşıyoruz…? örneğin alışılmış davranışların dışına çıkabiliyor muyuz…? ölümün geride kalanlar için olduğunu düşündüğümü daha önce de yazmıştım. ölenlerin bugün ve yarın için bu dünyadan gelip geçmiş olmaları dışında sorumlulukları yok… fakat bizim ölenlerle birlikte, kendimize ve kendimizden sonrakilere karşı sorumluluğumuz sürüyor. yeni insan yapımı ölümler, insan yapımı acılar yaşanmasın diyedir bu sorumluluğumuz… paylaşmayı, üleşmeyi, bölüşmeyi ve dayanışmayı bu sorumluluğumuz üzerinden yeniden tanımlayamaz mıyız…? ‘acın acımdır’ sözümüze, ‘hesabın hesabımdır, birlikte soracağız’, ‘öfken öfkemdir, birlikte dövüşeceğiz” diyemez miyiz…?
evet örgütlenmekten söz ediyorum… ortak isteklerimiz kadar ortak acılarımız, ortak ölüm nedenlerimiz ve ölenlerimiz için de örgütlenmek… kendi yaşamımız için olduğu kadar gelecek kuşakların yaşamları, ölüp gitmiş olanların hakları için örgütlenmek… her ne kadar öyküsü bu yazıya denk düşmese de “Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler”** dizesinden esinlenerek;
bir düşünün dostlar, yaşam örgütlenmektir
yaşamdan alacaklı göçenlerin mirasçısıyız
acı dediğimiz dilsizdir
ölüm dediğimiz sözsüzdür
iş dediğimiz güvencesiz
düş dediğimiz kırıktır
yüzlerin gül açtığı kentler de kurulur
bir düşünün dostlar,
sevdikleriniz gelsin aklınıza ve sevdiklerimiz
yaşam örgütlenmektir
* Orhan Kemal
** Ece Ayhan
(sağlık emekçilerinin tıp bayramını kutluyor, demokratik ve ekonomik hakları için GöREV’de olanları, ‘gitmiyoruz’ diyerek işine ve sağlık hakkımıza sahip çıkan sağlık emekçilerini selamlıyorum)