geçtiğimiz günlerde Akkuyu Nükleer Güç Santrali inşaatında çalışan işçilere GPS (takip) cihazı takıldığı haberleri yer aldı medyada ve siyasi gündemlerin arasında kaynadı gitti (şimdilik). takılan bu cihazla işçilerin her adımı, şantiyenin neresinde olduğu izleniyor… cihazı çıkarmak yasak ve çıkarmaları durumunda o günkü ücretleri kesiliyor; aslında cihazın bozulması da yasak, çünkü bozulursa cihazın ücreti de işçiden kesiliyor…
sermaye sözcülerine ve ikna ettikleri kişilere bakılırsa bir ‘kaza’ anında işçilerin yerinin saptanması için kullanılıyor bu cihazlar. benzer uygulamaların bazı maden işletmelerinde de aynı gerekçelerle olduğunu anımsatmak isterim… hatta korona günlerinde uzaktan çalışma uygulamasına geçilen işyerlerinde patronlar tarafından çalışanlara 24 saat online olma zorunluluğu dayatarak evlerdeki bilgisayarların da takip cihazı gibi kullanıldığını da anımsayalım. çünkü bunları anımsamazsak sermayenin, sözcülerinin, ikna ettikleri insanların propagandası karşısında anlamlı bir karşı çıkış oluşturamayız…
inşaat ve maden patronları diyorlar ki inşaatlarda, madenlerde büyük kazalar, göçükler, patlamalar olabiliyor ve biz çalışanların yerlerini hızlıca saptayıp kurtarma çalışmalarında zaman yitirmemiş oluyoruz. ilk bakışta o kadar doğru, haklı ve iyi niyetli ki… oysa ilk soru bizim ülkemizdeki inşaat ve madenlerde neden bu kadar çok ‘kaza’ ve ölüm yaşanıyor olmalıdır. şu gerçeği ısrarla vurgulamak zorundayız; bize kaza diye sunulanların %99’dan fazlası önlenebilir sebeplerden dolayı yaşanıyor. yani ya inşaatın iskelesi doğru kurulmuyor, ya işçiye emniyet kemeri verilmiyor, ya denetimler hakkınca yapılmıyor vb… madenlerdeki işçi sağlığı iş güvenliği mevzuatını, gaz ölçüm ve izleme sistemlerini biliyorum; doğru kullanılması durumunda hiçbir madenin patlaması mümkün değil; yeterli tahkimat yapıldığında da göçük olma olasılığı sıfıra yakındır… dolayısıyla işçilere takılan ve çıkarmaları yasak olan takip cihazlarına gerek bırakmayacak bir çalışma ortamı kurmak gerekiyor…
sermaye emekçilerin çalışma günü içerisindeki tüm zamanını izlemek ve emekçileri üretimde tutmak istiyor. rastlamışsınızdır; bazı işyerlerinde emekçilerin gün içinde kaç kere, ne kadar sürelerle tuvalete gideceğini bile denetleyen işyerleri var bu ülkede ve dünyada… ücret en alt düzeyde tutulurken (hatta alım gücü açısından aşağıya çekilirken) günlük çalışma süresinde en yüksek üretim için emekçilerin canı okunuyor, bazen canı alınıyor. (çalışma sürelerinin ve düzeninin de 200 yıl öncesi koşullara döndüğünü hep birlikte görüyoruz) yoksa yılda 2.000’den fazla insanın ölümünü açıklamak olası mı? patronlar bir parça, bir kilo, bir metre fazla üretim, bir kişiye daha fazla ulaşım için her yıl 2000 dolayında işçinin canını alıyor ve aynı patronların bir kısmı kaza anında işçilere hızlı ulaşmak ve onları kurtarmak gibi çok yüce amaçlarla işçilere takip cihazı takıyorlar. nedense aklıma boyunlarına çan takılan koyun ve sığır sürüleri geldi (bağışlayın)…
çalışanların onurunu ayaklar altına alan bu uygulama o kadar çağdışı ki… bir tür tutsaklık olan izleme sistemi emekçilerin insan olarak varlığını reddederek birer makine gibi değerlendiriyor. işyerindeki bir noktaya ne kadar sürede gittiği, orada ne kadar kaldığı, diğer günlerde aynı işler için kaç dakika/ saat zaman kullandığı vb. birçok şeyi karşılaştırıp istediği gibi değerlendirebilecek ve adına da performans diyecek…
aynı olaya emekçiler gözünden baktığımızda deyim yerindeyse posası çıkarılıncaya kadar çalışıyor olmasına rağmen işyeri içindeki temposundan, tuvalet ve yemek saatlerine, dinlenme sürelerine kadar her anları izlenecek ve bunu bile bile çalışmaya devam edecek. tekstil sektöründe çalışan bir kadın verdiği röportajda “tuvalete gittiğimizde dakika tutuyorlar” demişti… 301 kişinin katledildiği Soma’da işçiler üretim baskısını yöneticilerin ‘hadi hadi’ sözcükleriyle anlatmışlardı. moto kuryelerin iş yaptığı firmalar (bazen de müşteriler) tarafından saat tutularak hız yapmaya zorlandıklarını okuduk, dinledik… kısacası patronlar için değerli olan zamanın kendisi değil, emekçinin o zaman dilimi içinde ürettiği mal ve hizmettir. yoksa bu kadar ölüm nasıl mümkün olacak? fakat patronlarca mal ve hizmet üretimi için önemli olan aynı zaman dilimi emekçilerin yaşama tutunmak, günlük gereksinimlerini karşılamak için çok değerli ki bu değer ürettiği mal veya hizmetin, karşılığında aldığı ücretin çok çok üzerinde. bu yüzden kapitalist üretim ilişkilerini sömürü ilişkileri olarak tanımlamıyor muyuz?
Türkiye gibi ülkelerde sömürü yalnızca emek üzerinde, yalnızca zaman üzerinde değil, emekçilerin ömürleri/ canları üzerinde de yoğunlaşıyor. biz genellikle olay anında ve yerinde ölenleri gördüğümüz için sakat kalanları, meslek hastalığına yakalanıp yıllarca sürünenleri görmüyoruz… bunları patronlar da ‘görmüyor’, yönetenler ve önlem almakla görevli ve sorumlu olanlar da görmüyor!
ENLASYON, YÜKSEK KAR
IMF (Uluslararası Para Fonu) Avrupa’da enflasyonun büyük ölçüde şirketlerin karları nedeniyle arttığını açıklamış. yapılan araştırmaya göre şirket karları enflasyonun %45’ine neden olduğu, ithalat giderlerinin ise %40’ına neden olduğu belirtilmiş. aynı araştırmada ücretlerin enflasyona etkisinin %15’te kaldığı açıklanıyor… hatta aynı araştırmada korona salgını sonrası bozulan tedarik zincirlerinde iyileşme görülmesine, emtia fiyatları düşmesine rağmen şirketlerin mal ve hizmet fiyatlarını artırmaya devam ettiği belirtiliyor…
sanırım Avrupa ve ABD’de düşürülemeyen enflasyonla birlikte durgunluk yaşanma riski ve sonrasında yaşanabilecek olası toplumsal muhalefet olayları ve siyasi gelişmeler IMF’nu bu gerçekliği açıklamaya itti. bizde de asgari ücretteki artış, bu hafta belirlenmesi beklenen memur ve emekli maaşlarıyla ilgili olarak (muhalifler dahil) bazı liberallerin bu artışların enflasyonu artırıcı etkisi olacağı yönündeki açıklamaları sermayenin uluslararası kalelerinden olan IMF tarafından bile boşa düşürülüyor. Türkiye’de bu yönde bir çalışma var mı bilmiyorum, fakat benzer bir sonucun çıkacağına eminim…
siyasilerin kullanmayı çok sevdiği enflasyon canavarı nitelemesi var ya; işte bu tam olarak sermaye canavarının sömürüsünün gizlenmesinden başka bir anlam taşımıyor. banka karlarının %400’lerin, şirket karlarının %100’lerin üzerine çıktığı, iktidarlar ve devlet kurumlarının gözcülük ve emekçilere karşı korumalık yaptığı koşullarda canavar olan enflasyon değil sermaye ve bu sömürüye gözcülük ve korumalık yapanlardır… adına serbest piyasa, çalışma yaşamının özgürleşmesi denilen bu sömürü düzeninde serbestlik ve özgürlük şirketlere; bağımlılık ve tutsaklık işçilere… yoksa işçilerin grevlerini erteleyen, haklarını alamadığı için eylem yapan işçilerin karşısına kolluğu diken iktidar bilmiyor mu bunları, biliyor… öyleyse…?
işçilere GPS cihazı takan patronlar yıldan yıla emekçilerin tüm haklarını budayıp ölmeyecek kadar bir ücrete tutsak ederlerken kendi karlarını kat kat artırırken emekçilerin zamanını, hakkı olanı, ömürlerini çalmaya devam ediyorlar. o halde sendikal savaşımın da, sınıf savaşımının da başlangıç noktasını buralardan belirlemek gerekiyor…