Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Sanat Bizi Neden Mutlu Eder?

Sanat veya mutluluğun ne olduğunun kişilerin bakışına göre derin kavramlar olduğunu düşünürsek. Ancak içinizdeki sanatçıyı kucaklamayı öğrenmek, sizi otomatik olarak yalnız, işkence görmüş bir dahi yapmaz. Aksine, sanata yönelik bir takdir geliştirmek, sizi sadece daha kendini düşünen, ifade edici bir versiyonunuzu keşfetmeye yönlendirebilir

Bu haftanın yazısında daha önceleri benim de merak ettiğim bir soruyu sormak ve bu çerçevede ilerlemek istedim. Soru şu; ‘Sanat neden bizi mutlu eder?

Aslında soru iki taraflı kitleyi ilgilendiriyor. Hem sanat yapmayı seçen kitleyi  -profesyonel ya da amatör olsun- hem de sanat eserleriyle ilgilenmekten, onlara bakıp keşfe çıkmayı, anlam aramayı seven yahut da sadece onlara bakmaktan hoşlanan sanatsever kitleyi. Soruyu hem felsefi bazda, hem de bilim çerçevesinde inceleyebiliriz. Sanat duygularımıza nasıl etki ediyor ve bunu yaparken vücudumuzda oluşturduğu kimyasal aktiviteler neler? Kimyasal aktiviteler deyince aklımıza tabii ki beynimizdeki etkileri geliyor. Sanat içimizde bir şeyleri harekete geçiriyor ve bu da bize çeşitli duygular olarak geri dönüyor. Mesela kendimden örnek verecek olursam; amatörce ama çok severek yaptığım resim yahut sanatsal çalışmalar bana büyük mutluluk veriyor. O an sanki tüm dünya o çalışmanın etrafında dönüyor ve zaman duruyor adeta. Zamanın nasıl geçtiğini bazen ocaktaki yemeği yaktığımda ya da yapmam gereken bir işi unuttuğumda anlıyorum ? Aslında bu duyguyu sevdiğiniz her ne ise onunla ilgilenirken hepiniz yaşamışsınızdır muhakkak. Ama yazımızın konusu sanat ve biz buradan devam edelim.

Araştırmalar gösteriyor ki, ister kendi sanatınızı yaratıyor olun, ister başka birininkinden keyif alıyor olun, sanat sizi mutlu edebilir. Bu nedenle, sanatı “gereksiz” veya “önemsiz” olarak görmezden gelmeden önce, bakış açınızı, duygularınızı ve hatta beyninizi daha iyi yapabileceğine dair görüş ve araştırmalara göz atmalısınız. En azından bu yazıda anlattıklarım belki fikrinizde değişikliğe yol açabilir ve sanata bakış açınız değişebilir, kim bilir? Sanatseverlere zaten sözüm yok; onlara da sanatın üzerimizdeki etkilerinden bahsetmiş olacağım.

Nese Uretenler min
Carolus Duran / Neşe Üretenler, 1870

‘’Bunalmış, stresli veya endişeli hissettiğinizde geri adım atıp bir sanat eserine bakmayı deneyin. Evinizde, bir kitapta veya hatta telefonunuzda yahut bilgisayarınızda tuttuğunuz bir parça olabilir. Beş dakikanızı ayırın ve renklere, perspektife, ortama, konuya ve fark ettiğiniz diğer her şeye bakın ve düşünün. Muhtemelen, beş dakikanızın sonunda, öncekinden daha iyi hissedeceksiniz.‘’

Üstteki alıntı bana şunu hatırlattı… Resimler benim için anlam ve duygu barındırmanın dışında birer hayal kurma sahnesi oluyor. Kiminin içindeki kırlara uzanıyorum, kiminin kızgın güneşinin altındaki parıldayan denizine giriyorum ya da serin bir ağaç gölgesinin altına oturup kitabımı okuyorum. Bu durum o an zihnimde farklı yerlere götürüyor beni ve mutlu hissettiriyor. Bunu psikolojik anlamda şöyle bağlamak istiyorum aslında… Terapi yöntemlerinin gevşeme teknikleri arasında strese karşı görselleştirme meditasyonu diye bir uygulama var. Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği’nin sayfasından o kısmı aynen aktarmak istiyorum:

‘’Görselleştirme ya da yönlendirilmiş imgelem geleneksel meditasyonun bir varyantıdır, sadece görsel duyumlarınızı değil, aynı zamanda tat, dokunma, koku ve ses duyumlarınızı da çalıştırmanız gerekir. Bir gevşeme tekniği olarak kullanıldığında, görselleştirme; huzurlu hissettiğiniz, tüm kaygı ve gerginliklerinizden uzak olduğunuz bir görüntüyü hayal etmenize dayanır.

Sizi rahatlatan herhangi bir ortamı seçin, tropikal bir kumsal, en sevdiğiniz çocukluk anısı veya sessiz ormanlık bir vadi olabilir. Bu görselleştirme egzersizini kendi kendinize sessizlik içinde rahatlatıcı bir müzik dinleyerek ya da bir terapist eşliğinde (veya terapistin ses kaydı) yapabilirsiniz. İşitsel duyumlarınızı çalıştırmanıza yardımcı olmak için ses makinesi veya seçtiğiniz mekânın sesi- mesela sahil seçmişseniz okyanus dalgaları gibi- kullanabilirsiniz. ‘’

Uygulama kısmında ise nasıl yapılabileceğine dair şöyle bir örnek veriyor dernek:

‘’Mesela sakin bir gölün kıyısında bir rıhtım hayal ediyorsanız:

  • Rıhtım etrafında yavaşça yürüyün ve etrafınızdaki renkleri ve yapıları fark edin.
  • Duyumlarınızın her birini keşfetmeye çalışın.
  • Suyun üzerinde batan güneşi görün.
  • Cıvıldayan kuşları dinleyin.
  • Çam ağaçlarının kokusunu hissedin.
  • Çıplak ayaklarınızı örten serin suyu hissedin.
  • Temiz, taze havanın tadını alın. ‘’

İşte gelmek istediğim nokta bu. Tüm bunları bir resme bakarken de hayal edebilirsiniz mesela. Yani ben de bir nevi görselleştirme yaparak; o resmin içindeki -varsa- karakterlerin mutluluğunu ve neşesini hissederek, güzel sesleri duyarak, kokuları hissederek, daha doğrusu tüm bunları yapmaya çalışarak zihnimde güzel bir zaman geçirebiliyorum. O anda gerginsem gerginliğimi de alıyor. Yahut tam tersi de olabiliyor tabii. Sanat eserindeki hüznü, acıyı, melankoliyi empati yaparak anlayabiliyor ve geçmişte yaşananların daha iyi farkına varabiliyorum. Bazen sadece kelimeler değil, görsel sanatlar da çok şey ifade edebilir. Geçmişte yaşanan bir salgını, bugün içinde bulunduğumuz durumla kıyaslayıp o dönemin acılarını, yokluklarını daha iyi anlayabiliriz. Ya da savaş acısının en bilinen tablolarından biri olan Picasso’nun Guernica’sının karşısına geçip onu kendi gözümüzden anlamlandırabiliriz. Görsel sanatlar, tarihin sessiz ama gözle görülebilen tanıklarıdır bana göre.

Hos Yalnizlik min
Frank Bemley / Hoş Yalnızlık

SANATIN MUTLULUĞUMUZA KATKISINDAKİ KİMYASAL ROLLERİ

Aşk, Aşk, Aşk

Londra Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma,  güzel gördüğümüz bir sanat eserine baktığımızda, aşk hisleriyle bağlantılı bir kimyasal olan dopaminin anında beynimizde salındığını gösterdi. Sanatla ilgilenmek için iyi bir sebep, ne dersiniz?

Ve Beyni Çalıştıralım

Yeni bir sanat eserine baktığımızda, beynimiz bizi parçaya daha bağlı hissettirmek için desenler, şekiller ve aşina olduğumuz her şeyi aramaya başlar. Onu “anlamasak” bile, beynimiz baktığımız şeyde anlam bulmaya çalışarak çalışmaya devam edecektir. -Bu da sanatla bağlantı kurmak adına gayet iyi bir sebep.

Tabii görsel sanatların haricinde bizi mutlu eden pek çok şey var. Mesela sizi içine çeken bir roman okuduğunuzda nasıl hissediyorsunuz… Bir şarkı söylediğinizde… Bir şeyler boyadığınızda… Veya bir müzik aleti çaldığınızda? Rahat? Mutlu? Peki ya dans ederken? İyi bir konsere, tiyatroya, sinemaya veya sergiye gitmek sizi mutlu ediyor mu? Evet, tüm bunların kesinlikle mutlulukla bir bağlantısı var! Sanat herhangi bir biçimde, yaratırken veya gözlemlerken, kortizol adı verilen stres hormonunu azaltıyor. Aynı zamanda stres ve ağrı ile mücadele etmemize yardımcı olan endorfin adı verilen ve bizi iyi hissettiren hormonları da salgılıyor; tatmin duygusunun tadını çıkarmamıza izin vererek bizi daha pozitif, çok yönlü bir insana dönüştürüyor. İçimizde olumlu hislere yol açan dopamini arttırıyor. Bellek, kendi kendini denetleme ve iç gözlem arasındaki bağlantıyı geliştiriyor. Odaklanma gücümüzü en üst düzeye çıkarıyor ve problem çözme yeteneklerimizi geliştiriyor. Zihnimizin ve vücudumuzun sağlığını iyileştirerek yaşlanmayı da geciktiriyor. Genel olarak ruh sağlığı uzmanları, yaratıcı ifade ile pozitiflik arasında bir bağlantı olduğu konusunda hemfikir. Dr. Shelley Carson, “Pozitif ruh halindeki bu artışlar dikkati genişletir ve yaratıcı sorunlara daha olası çözümler görmemizi sağlar” diyor.

Gorme Duyusu min
Annie Louisa Swynnerton / Görme Duyusu, 1895

Sanat, yaratıcı olan herkes tarafından yaratılabilir. Bunu söylerken, bu dünyada yaratıcı olmayan kimse olmadığını söyleyebiliriz. Şimdiye kadar herhangi bir sanat türü yaratmadıysanız, bu sadece yapmayı denemediğiniz anlamına gelir. Bu bizi tek bir soruyla karşı karşıya bırakıyor -eğer biri sanat yaratabilecekse, neden herkes sanatçı olamaz? Sanatçılar resim yapma veya yazma becerisinin tadını çıkarabilecek kadar şanslı değiller. Aslında şansla ilgili değil; bu çok çalışmakla ilgilidir- sanatlarına harcadıkları saat sayısı örneğin. Sadece yaratıcı değiller; yaratıcılık için donanımları vardır. Kendilerini yaptıkları sanata bilemişlerdir. Siz de yapabilirsiniz; sadece denemelisiniz. Yetenekli olmaya, çok yetenekli olanlarla kendinizi kıyaslamanıza ise hiç gerek yok. Sadece kendi iç dünyanızda size vaat ettiği o mutluluğu yakalayın yeter. Ve eğer bunu hissediyorsanız, devam etmelisiniz. İçinizden geldiği anlarda yapabileceğiniz sanat yaratma veya izleme, sıklıkla ve zorla iyi hissetmek için yapmanız gereken bir durum da değil üstelik. Sanatın her ne türünü seviyorsanız, size hangisi iyi geliyorsa… Sanat yaratmak kesinlikle ödüllendirici bir duygu. Kendi içinizden bir şeye hayat veriyorsunuz… Dünyayla paylaşabileceğiniz orijinal bir şey… Saf bir iç değeri olan bir şeye.

Su Degirmeni min
Frits Thaulow / Su Değirmeni, 1892 (Bu resme bakıp saatlerce orada oturduğumu, nehrin sesini dinleyip akışını izlediğimi hayal ederim)

‘Sanat’ kelimesi birçok yanlış anlamayla ilişkilendirilir. Gerçek bir sanatçı olarak görülmek için heykeller ve resimler yaratmanız gerektiğini düşünebilecekler olabilir. Ve bir de sanatın bir yetenek olduğunu düşünenler var; yani ‘’onunla doğarsın ya da doğmazsın’’ gibi. Bazıları sanatta iyi olmadıkları için ondan yararlanamayacaklarını düşünür. Sadece bir sanat terapistinin sanatın terapötik faydalarından yararlanmanıza yardım edebileceğini düşünenler dahi olabilir. Üreteceğiniz sanat herhangi bir şey olabilir… Yemek pişirme… Yazma… Fotoğrafçılık… Bahçıvanlık… Komedi… Sanat, ondan ne çıkarırsanız onu oluşturur. Hiçbir kısıtlaması yoktur. Tanım tamamen açıktır. Hangi sanat biçimini takip edeceğiniz konusunda endişelenmenize gerek yok. Size doğal olarak gelen her şey… Kişiliğinizle titreşen… Sizin için doğrudur. Bu saatleri yaratıcılığınızla baş başa geçirirken, yaratıcı görevinizle uğraşırken, zihninizi ve düşüncelerinizi kaygı, olumsuzluk ve stresten uzak, tam bir özgürlük durumunda bulacaksınız. Kelimelerle ifade edilemeyen bir akış yaşarsınız. Bir kez içine girdiğinizde, devam eder. Yaratın ya da sadece izleyin; sanat asla tamamlanmaz. Sizi iç dünyanızın derinliklerine götürür. İlgilendikçe ve sevdikçe, daha da içine çekilmek isteyebilirsiniz.

Kendinizi sanata derinden dâhil ettiğinizde, zihniniz yeni fikirleri, düşünceleri ve görüntüleri olumlu bir şekilde karıştırmaya başlar. Sanatın size yapabileceğini hiçbir vitamin veya zihinsel destek yapamaz. Kendi sanatınızı yaratmak, hayatta yaşayabileceğiniz en büyük zihinsel destek olabilir. Profesyonel bir müzisyen bir keresinde “Sanat psikolojik sağlığıma bu kadar katkıda bulunuyorsa, neden hayatım bu kadar berbat?” diye merak etmiş. Sonra, bu düşüncesine göre hayatından müziği çıkarmış. Bunu yaptığında, müzik olmasaydı hayatının daha da berbat olacağını anlamış. Hayatına bu kadar çok mutluluk getiren sanatını özlemiş. Sanatın getirdiği mutluluğun, herkesin hayatındaki en büyük mutluluk olması gerekmez. Ancak, birçok insan için sanatın muazzam bir mutluluk kaynağı olduğu gerçeği de göz ardı edilemez. Sanatınızla sürdürdüğünüz yaratıcı ifade, hayatınıza inanılmaz bir anlam katar. İç olumsuzluğunuzu yenmenize yardımcı olur, benlik saygınızı güçlendirir ve kişisel gelişiminize katkıda bulunur.

Yaratıcılığın delilikle bağlantılı olduğu yaygın bir inanış. Vincent Van Gogh, Ludwig Van Beethoven ve David Foster Wallace gibi pek çok sanatçı, onları zihinsel ve duygusal istikrarsızlığa götüren birçok sorun yaşadı. Bilimciler hala yaratıcılık ve delilik arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışıyorlar.

“Kara kara düşünen sanatçı” arketipine düşündüğümüzde, pek çok ünlü yaratıcı figürün ciddi akıl hastalıklarıyla savaştığı doğrudur. Norveçli Ekspresyonist Edvard Munch’ın açıkladığı gibi, “Kaygı ve hastalık olmadan, dümensiz bir gemiyim… Istıraplarım benliğimin ve sanatımın bir parçası.” Belki de yaratıcılık ile mutsuzluk arasındaki ters yönlü ilişki, sanatçının güvensizlikleri, korkuları, öfkesi ve umutsuzluğuyla yüzleşmeye istekli olmasından kaynaklanıyor olabilir. Sanatı önceden var olan bir durum için alternatif bir terapi biçimi olarak kullanabilirler. Birden fazla psikolojik rahatsızlığı olduğu düşünülen ve ölümü yaygın şekilde intihar olarak kabul edilen Van Gogh, “İşime kalbimi ve ruhumu koydum ve bu süreçte aklımı kaybettim” demişti.

Melankoli min
Edvard Munch / Melankoli, 1894

Akıl hastalığının sanata katkısı olsun ya da olmasın, sanat kesinlikle ruh sağlığına katkı sağlıyor. Hepimizin içimizde kendimizi ifade etmek için doğuştan gelen bir arzusu var. Sanat, hayal gücünün ötesinde çok çeşitli etkinlikler sunarak, bize bunu ifade etmek için bir ortam sağlıyor. Bu tür bir ifade sadece zihinsel ve fiziksel sağlığımıza fayda sağlamakla kalmıyor, bizi bireyler olarak daha mutlu ve sağlıklı kılıyor. Kendimizi somut yollarla ifade ederek, dünyayla bir şeyler paylaşma fırsatı elde ediyoruz. Tek bir fare tıklamasıyla sanatımızı sadece binlerce değil milyonlarca insanla paylaşabiliriz. Böyle bir ifadenin fiziksel ve zihinsel faydaları ise sayısız. Yine de, zamanımızın çoğunu televizyon izleyerek ve kendimizi sosyal medyayla meşgul ederek geçiriyoruz. Tüm gün, bilgiyi tüketmek ve hayatımızı bombardımana tutan tüm bu girdilere yanıt vermekle geçiyor. Tüm bunlardan bir kurtuluş bulmamız sanat yoluyla olabilir. Bu yüzden biraz ara vermek ve gelen sinyalleri dikkate almamak iyi bir seçenek. Sonrasında ise kendi giden sinyalinizi oluştumayı,  bir şeyler üreterek kendinizi ifade etmenin bir yolunu bulmayı deneyebilirsiniz. Sadece tüketmeyerek, üreterek hem kendinize hem diğerlerine katkıda bulunabilirsiniz.

Sanatınızdan para kazanmak zorunda değilsiniz. Bunun yerine kendinizi ifade etmeye odaklanın ve yeni fikirleri keşfedin. Bir görevi tamamlamanın farklı yollarını bulun. Uyulması gereken hiçbir kural yok; kendi tarzınızı yaratabilirsiniz. Tüm bunlar renkleri, dokuları veya çizgileri seçmekle ilgili değil; duygularınızı başkalarına dokunacak şekilde ifade etmekle ilgilidir. Yaratılışın kendisinden çok, yaratma süreciyle ilgilidir. Sanat yaratma süreci ne olursa olsun -resim yapmak, yazmak, şarkı söylemek veya dans etmek -kesinlikle size iyi gelecektir.

Van Gogh’un ‘İrisler’  adlı resmi ona iyi gelen çalışmalarından biri imiş. Tabloyu ölümünden bir yıl önce 1889’da Saint Remy Hastanesi’nde kaldığı sırada rahatsızlığının ilk atağından önce yapmış. Resim yapmak, akıl sağlığının bozulmaması için Van Gogh’a iyi gelen bir yolmuş. Kardeşi Theo, resimdeki kaliteyi hızla fark etmiş ve resmi 1889 Eylül’ünde Salon des Indépendants’a vermiş. Sergideyken Vincent’a şöyle yazmış: “Uzaktan göze çarpan, hava ve yaşam dolu güzel bir çalışma.”

Irisler min
Vincent Van Gogh / İrisler, 1889

Ve bir sanatçının gözünden…

Yazar ve sanatçı Juliet Davey resmin kendisi için ne anlama geldiğini şu sözlerle anlatıyor…

‘’Burası benim konferans salonum değildi, bu benim hocam değildi. 20 yıl önceydi ve etrafımda oturan tuhaf öğrenciler veya o küflü, kalabalık odanın yeri hakkında pek bir şey hatırlayamıyorum. Ama canlı bir şekilde bir şeyi hatırlıyorum – ekrana yansıtılan resmi. ‘’

Resim, Frida Kahlo’nun 1932’de yaptığı “Benim Doğumum” adlı tablosuydu. Yetişkin kafası olan ve Kahlo’nun tek kaşını taşıyan kanlı bir çocuğu dünyaya getiren, bedeninin üst kısmı ve kafası çarşafla örtülmüş bir kadını tasvir ediyordu. Frida bunu birkaç düşük yaptıktan ve annesinin ölümünden sonra çizdi. Bu tablo, Kahlo’nun hayatı gibi, ıstırapla dolu. Sanatçı, ‘Benim Doğumum’u resmettiğinde çoktan çocuk felci geçirmişti ve neredeyse hayatını alan bir sokak araba kazasının ardından kronik ağrılarla yaşamıştı. Frida, acı ve duygusal sıkıntısıyla iletişim kurmaya ve bunlarla başa çıkmaya çabaladı -hatta mutluluğunu buna bağladı: “Hasta değilim. Yaralıyım. Ama resim yapabildiğim sürece mutluyum ”- Frida Kahlo

‘’Frida’nın hikâyesinden etkileniyorum ve sanatından ilham alıyorum. Frida’nın aksine, sağlıklı olduğum için içtenlikle minnettarım. Frida gibi, resmin beni daha mutlu kıldığından eminim.‘’ diyor Juliet Davey.

Yukarıda da bahsettiğim gibi, sanat üretmek dikkatinizi diğer endişelerden uzaklaştırır – bir resmin akışında iken sorunların üzerinde durmak zordur. Sizi tam anlamıyla meşgul etme, sizi şimdiki ana getirme gücüne sahiptir. Kahlo’nun özelinde bakacak olursak; sevdiğiniz bir şeyi yapmak aynı zamanda endorfin salgılar demiştim ki endorfin stresle mücadele eden ve ağrıyı azaltan, iyi hissettiren bir kimyasaldır. Özgüveni geliştirir. Burada tekrar Davey’e dönelim:

‘’Her projeye başlarken kendime güvenmekten daha başka bir şey hissediyorum. Resim yapmak bir meydan okuma sağlıyor ve boyadığım her saat becerilerimi geliştiriyorum. Bu, somut sonucu olan bir faaliyet ve kendimi ne kadar çok adarsam, yavaş ama emin adımlarla, gelişmeyi o kadar çok görebilir ve bir başarı duygusu hissedebilirim.‘’

”Yaratmak Sağlıklı Bir Zihin Oluşturur” adlı bir 2014 çalışmasında* sanat eserleri üreten katılımcılar şunu göstermiş: ‘Psikolojik dayanıklılıkta önemli bir gelişme’ olarak beynin iç gözlem, denetleme ve hafızadan sorumlu bölümlerinde artmış “işlevsel bağlantı” seviyeleri. 62 ile 70 yaşları arasındaki katılımcıları içeren çalışma, ayrıca sanat eseri yaratmanın yaşlanmayı geciktirebileceği sonucuna varmış.

Golde Ayisigi min
John Atkinson Grimshaw / Gölde Ayışığı

FELSEFİ BAKIŞLA SANATIN MUTLULUĞA KATKISI

Bu bölümde, Guardian Culture’da yer alan ve yazar Alain de Botton ile Alastiar Sooke’nin yaptığı bir söyleşiye yer vermek istiyorum. Sooke yazısının girişine şu sözlerle başlıyor:

‘’Yazar Alain de Botton, çok fazla düşünerek ve çok az hissederek, sanatın gerçek zevkini kaçırdığımızı söylüyor. Çevrimiçi bir arama motoruna “İlkbahar (Çiçek Açan Meyve Ağaçları)” kelimelerini yazın ve bir saniyeden daha kısa bir süre içinde,  tıpkı patlayan bir havai fişek gibi, fışkıran soluk çiçeklerin ışıltılı ağaçlarının manzarasına bakıyor olacaksınız. İfade, Fransız usta Claude Monet’nin New York Metropolitan Sanat Müzesi’ne ait empresyonist yağlı boya tablosunun başlığında geçiyor.‘’

Ilkbahar min 1

de Botton ise Sooke’ye “Empresyonist bir resim hayal edin,” diyor. “Kuzey Fransa’da güzel bir bahar günü, çiçekler açmış ve gökyüzü mavi. Pek çok insan bunu görecek ve şöyle söyleyecektir; ‘Ooh, bu bir Manet mi yoksa Monet mi? Bilmiyorum, gözüm korktu. ‘ İzleyicilere kendilerini bir sanat eserine daha fazla katma cesareti vermek ve onlara şunu sormak istiyorum: nihayetinde ne düşünüyorsunuz? Bu keyifli bir resim mi? Öyleyse, bu duygudan utanmayalım. “

Metropolitan Müzesi resim hakkında şu gibi büyük sorular soruyor: Bu size nasıl hissettiriyor? Bu soruya, resme bakıp içinizden geçtiği, size hissettirdiği gibi kendi cevabınızı verebilirsiniz. O kısmı size bırakıyorum…

The Burghers of Calais min
Auguste Rodin, The Burghers of Calais, 1894–85, Philadelphia Sanat Müzesi

Sanat tarihçilerinin sık sık her şeyi yanlış anladıklarını düşünüyor de Botton. “Sanat-tarihsel önyargı, ne kadar çok bilirseniz, o kadar çok anlayabilir ve hissedebilirsiniz. Ancak, biraz bilgi sahibi olmanız gerekse de, ödüllerin hızla azaldığını iddia ediyorum. Doktora yapmak [sanat tarihinde] size katlanarak daha fazla zevk veya ilgi getirmeyecektir. Bunun yerine sanat, geniş anlamda yaşama ve ölmeye yardımcı olarak anlaşılması gereken bir terapi biçimi olmalıdır. ”

Yazının son bölümünü önemli bir araştırmanın sonuçlarına odaklanarak bitirmek istiyorum…

Nörobiyolog ve University College London profesörü Semir Zeki tarafından yapılan bu araştırma, bir sanat eserine bakmanın aslında romantik aşkın coşkulu deneyimiyle aynı psikolojik etkiye sahip olabileceğini bulmuş.

Bulguların özeti şöyle:

Sonuçlar, katılımcıların çalışma alanlarında sanattan etkilendikleri beş ana yol olduğuna inandıklarını göstermiş: Sanat sosyal etkileşimleri teşvik ediyor, duygusal tepkiler ortaya çıkarıyor, kişisel bağlantı kurmayı kolaylaştırıyor, genellikle çalışma ortamını geliştiriyor ve öğrenmeyi teşvik ediyor.

Profesör Zeki, beyinlerinin tepkilerini tararken, 30 küsur deneğe özenli bir sanat eseri seçkisi gösteriyor. Zeki, Botticelli’nin ‘Venüs’ün Doğuşu’ gibi klasik ‘güzel’ resimlerden Leonardo da Vinci ve Hieronymus Bosch’un fantastik trigliflerinin tefekkür eserlerine kadar, öznenin uygun gördüğü bir şeye bakmanın görsel uyarılmasının dopamin düzeylerinin artmasıyla sonuçlandığını (“bir nörotransmitter beynin ödül ve zevk merkezlerini kontrol etmeye yardımcı olur ”) ve beynin frontal korteksindeki artan faaliyeti keşfediyor. Başka bir deyişle, sanata bakmak, beynin zevk merkezinde âşık olma deneyimiyle ve hatta eğlence amaçlı uyuşturucu kullanımıyla aynı türden aktiviteyi tetikliyor.

Daha sonraki bir deneyde Zeki, genellikle “rahatsız edici” veya “çirkin” (örneğin Bosch’un eserleri) olarak algılanan sanat eserlerinin, Botticelli’nin parlayan Roma aşk tanrıçası (Venüs’ün Doğuşu) tasvirinden çok daha az beyin aktivitesini tetiklediğini bulmuş. Zeki şöyle söylüyor:  “Tepki hemen geldi. Bulduğumuz şey, kan akışındaki artış, resmin ne kadar beğenildiğiyle orantılıydı.”

Venusun Dogusu min 1
Sandro Botticelli / Venüs’ün Doğuşu, 1843-1485

Tüm bunların ışığında, ‘’sanat bizi gerçekten daha mutlu edebilir mi? ‘’ sorusunu sorduğumuzda; ‘’Olabilir, ancak tabii ki garanti edilebilecek birşey değil’’ diyebiliriz. Sanat veya mutluluğun ne olduğunun kişilerin bakışına göre derin kavramlar olduğunu düşünürsek. Ancak içinizdeki sanatçıyı kucaklamayı öğrenmek, sizi otomatik olarak yalnız, işkence görmüş bir dahi yapmaz. Aksine, sanata yönelik bir takdir geliştirmek, sizi sadece daha kendini düşünen, ifade edici bir versiyonunuzu keşfetmeye yönlendirebilir.

Yazar Tom Robbins’in sanata dair çok güzel bir sözü, bu yazının sonuna gelebilecek derecede anlamlı ve hoş. Sanat ve getirdiği güzelliklerle kalın.

“Hayatın perili evinde sanat gıcırdamayan tek merdiven” Tom Robbins

Kaynaklar:

Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği (bilisseldavranisci.com)

Why painting and art can make you happy | Psychologies

Alain de Botton: How art can make us happier – BBC Culture

Can Art Really Make You Happier? (theculturetrip.com)

Artworks at work: the impacts of workplace art | Emerald Insight

Art Makes You Happier & Healthier (oilpixel.com)

5 Reasons Why Looking at Art Makes Your Brain Happy? (strathmoreartist.com)

Bir Cevap Yazın

spot_img