Oldum olası önemli gün ve haftalardan hazzetmem. Tevellüt tutuyorsa hatırlarsınız, eskiden ilkokullarda “Yerli Malı Haftası” kutlanırdı. Öğrenciler okula “yerli malı” yiyecekler getirir birlikte yerlerdi. Bu tür günlere alerjim ilkokul ikinci sınıfta başlamıştı; 1968 yılıydı, “Yerli Malı” günü için hepimiz yiyecekler getirmiştik. Sınıfımızda oldukça fakir bir aileden gelen Hamdi adında bir arkadaşımız vardı, herkesin çantasından meyveler, kuru incir, fındık vb. yiyecekler çıkarken o bir mendile sarılan 1 dilim ekmek ile 1 tane zeytini çıkarıp yemişti. 50 yıldan fazla zaman geçmiş, Hamdi’nin o kuru ekmekle 1 zeytini yemesi hala tüm canlılığı ile aklımdadır. Artık “Yerli Malı” kutlama etkinliği yapılmıyormuş; normal, yerli malı olarak hangi yiyeceği getirecek çocuklar?
Bilirsiniz, “insanın sevmediği ot burnunda biter” diye bir deyişimiz var. Kamuda çalıştığım yıllar içinde sürgünde olmadığım sürelerde sağlık yöneticiliği yaptım. Sağlıkla ilgili özel gün haftalardan kaçabilmek ne mümkün; biri bitip biri başlıyor: Verem Haftası, Cüzzam Günü, Kanser Günü, Glakom Günü, Böbrek Günü, Parkinson Hastalığı Günü, Kalp Sağlığı Haftası, Hemofili Günü, Sıtma Günü, Astım Günü, Talasemi Günü… Hepsini yazıp bitirdim sanmayın, bu günlerin hepsini yazmaya, size de okutmaya gönlüm razı gelmedi.
Diğer önemli gün haftaları bilmem ama sağlıkla ilgili olanlar için söyleyebilirim: Nerede halkın başına tebelleş olmuş, tedavisi için önemli bir kaynak ayrılması gereken, toplum sağlığı açısından ciddi mücadele gerektiren hastalık varsa onun için bir gün üretilmiş. Yakında “Covid Günü” veya “Pandemi Günü”müz de oluverir, geç bile kaldı! Aynı Napolyon fıkrası gibi: Savaşı kaybeden Prusyalı General Napolyon’un karşısına çıkarılır. General kılıcını teslim ederken Napolyon’a hitaben şunu söyler:
-Majeste, biz onurumuz için savaşıyoruz, siz ise para için!
Napolyon cevap verir:
-Haklısınız, herkes kendisinde ne eksikse onun için savaşır.
Aynı biz, çözemediğimiz her sağlık sorununun bir mücadele veya farkındalık günü var…
Bu özel gün ve haftalardan biri var ki Hipokrat düşman başına vermesin: Halk Sağlığı Haftası, 3-9 Eylül arası. Merak etmeyin, ülkemizdeki halk sağlığının anlam ve önemi üzerine nutuk çekmeye niyetim yok. Yaşamını bir tek omurilik soğanıyla sürdürenleri saymazsam, hemen herkes “halkın sağlığının” içinde bulunduğu vahamet konusunda fikir sahibidir. Tahmin edebileceğiniz gibi halk sağlığı disiplini toplumbilim, tıp, biyoloji, epidemiyoloji, istatistik, mikrobiyoloji, viroloji, antropoloji ve hatta tarih ve coğrafya gibi pek çok bilim dalından beslenir. Bilimin musluklarını kapatırsanız halk sağlığı da halkın sağlığı da yalan olur.
1988 yılında Türk Tabipler Birliği ve Antalya Tabip Odası tarafından düzenlenen Halk Sağlığı Kongresi Antalya’da yapılmıştı. O kongrenin hem organizasyon komitesinde yer almış hem de “Kentlerde Sağlık Hizmetlerinin Yönetimi” panelinde konuşmacılardan biri olmuştum. Kongrenin onur konuğu, dönemin Türk Tabipler Birliği Başkanı, Halk Sağlığı Profesörü Nusret Fişek’ti. Konuşmacı olduğum panelden sonra verilen arada Nusret hocam beni yakalayıp “Sana bir hikâye anlatacağım” dedi. Size o hikâyeyi aklımda kaldığı ve kendi dilime uyarladığım şekliyle yeniden yazdım:
Seyir halindeki yolcu uçağının iki pilotu, bilinmeyen bir sebeple telsizi sabote ederek paraşütle atlarlar. Pilotlar atlamadan önce uçağı otomatik pilota bağlamıştır. Hostesler durumu yolculara açıklar ve içlerinde uçak kullanabilen biri olup olmadığını sorar. Uçağın içi karışır, ağlayanlar, çığlık atanlar, “ölmek istemiyorum” bağırışları birbirine karışır. Uçağı kullanabilecek hiç kimse yoktur. Yolculardan biri ayağa kalkar ve insanları sakinleştirmeye çalışır:
– Hemen paniğe kapılmayın, ben uçak kullanmayı bilmem ama uçağın salimen inip inemeyeceğini hesaplayabilirim. Hesaplarımı yapmak için biraz sessizliğe ve zamana ihtiyacım var.
Bir anda azıcık yatışır ortalık. Adam hemen eline kalem kâğıt alır ve hesap yapmaya başlar. Uçağın kokpitine girer ve göstergelerdeki bazı sayıları defterine yazar. Az sonra yolculara yeniden seslenir:
-Sayın yolcular, hiç merak etmeyin, uçak otomatik pilotta, 4 saat 24 dakika sonra yakıtı bitecek ve süzülerek yumuşak bir iniş yapacak.
Adamın kendine güvenerek ve ayrıntılı olarak verdiği bilgiler yolcuları sakinleştirir. Tam güvenemeseler de herkes gözleri saatte beklemeye başlar. Tam 4 saat 24 dakika sonra adamın dediği gibi uçak yumuşak iniş yapar. Birkaç kişinin yara bere ve sıyrıkları dışında uçakta yaralı yoktur. Herkesin gözü hesaplamayı yapan adamdadır. Yolculardan biri saygıyla sorar:
-Size minnettarız efendim. Uçağın ne zaman sağ salim ineceğini kusursuz biçimde hesapladınız. Bunu nasıl yapabildiğinizi, kim olduğunuzu söyler misiniz?
Adam umursamazca cevap verir:
-Uçağın sağ salim ve ne zaman ineceğini elbette bilirim çünkü ben sağlık yöneticisiyim!
Yolcular birbirine bakar, bu cevaptan bir şey anlamamışlardır ama yaşıyor olmanın verdiği mutlulukla uçağın kapısına yönelirler. Uçaktan dışarı çıktıklarında yeniden paniğe kapılırlar. Çünkü gözün alabildiğine her yer kum çölüdür. Gözler az önce kusursuz bir hesaplama yapan “sağlık yöneticisi” adama çevrilir. Adam yeniden elinde kalem kâğıt hesap yapmaya başlar. Güneşe bakar, yazar; gölgelerin boylarını ölçer, yazar. Sonunda başını kaldırıp etrafını saran ve umutla gözlerini ona diken insanlara hitaben:
-Bulunduğumuz yeri hesapladım. Sahra çölü üzerinde şu ve bu enlem boylam dereceleri noktasındayız.
Yolculardan bir başkası hayretle sorar:
-Elinizdeki kısıtlı imkanlarla nerede olduğumuzu bu kadar kesin olarak nasıl bilebilirsiniz?
Adam omuzunu silkeler:
-Elbette nerede olduğumuzu tam olarak bileceğim, çünkü ben sağlık yöneticisiyim!
Yolcular mutlulukla rahatlarlar. Böyle bir adamın aralarında olması büyük bir şanstır. Hiç kuşkusuz onun sayesinde buradan kurtulacaklardır. İçlerinden biri huşu ve saygı içinde sorar:
-Sayın sağlık yöneticimiz, şimdi bize ne yöne gideceğimizi ve nasıl kurtulacağımızı söyler misiniz?
Sağlık yöneticisi başını sallar:
-Mümkün değil, bilmiyorum ve en küçük bir fikrim bile yok!
Yolcular dehşet içindedir, içlerinden biri bağırır:
-Ama uçağın ne zaman ve nereye indiğini kusursuz biçimde hesapladınız. Ne yöne gideceğimizi ne yapacağımızı nasıl olur da bilmezsiniz?
Üzgün ve çaresiz bir sesle cevap verir adam:
-Ne yöne gideceğimizi, ne yapacağımızı elbette bilemem; çünkü ben sağlık yöneticisiyim!
Not: Bu yazının başlığını tarihçi Prof. Dr. Salih Özbaran’ın “Tarih, Tarihçi ve Toplum” isimli kitabından esinlendim. Bu vesile ile yazmış olayım. Eğer tarihe “amatörce” bile ilgi duyuyorsanız bu kitabı mutlaka alıp okuyun.
Simdiki Bilim de Sosyal tinsel fiziksel yok. Tek bilim var o da temelin bilimi: Tabi buna ek olarak var………………………………………………………………………………………………………Bilim Adamı Temel
Bilim Adamı TemelTemel bilim adamı olmak ister ama bir araştırma yapması gereklidir. Düşünür ve aklına bir fikir gelir. Odasındaki masanın üzerine bir beyaz bez serer ve bir pire alır. Elindeki cımbızla pireye zıpla der ve pire zıplar. Pireyi cımbızla alır bacaklarını keser tekrardan bezin üzerine koyar pireye zıpla der pire zıplamaz, tekrar eder ve pire zıplamaz. Ve bilgisayarının başına giderek yazmaya başlar.
Uzun araştırmalarım sonucu anlaşılmıştır ki bacakları kesilen pirenin kulakları duymayi…
DÜŞÜNCE VE EMEĞİNİZE SAĞLIK. KENDİ SAYFAMA GELEN YAZINIZI OKUYUP AYNI YORUMU YAZDIM AMA İSMİMİ YAZMAYI ATLAMIŞIM. ANONİM DİYE GÖRÜNÜYOR.