Salgın koşullarında düğün, cenaze, toplu bulunulan mekânlara getirilen yasaklara rağmen AKP kongreleri ‘lebalep’ (tıklım tıklım/ ağzına kadar dolu) yapılıyor.
Tayyip Erdoğan, İstanbul il kongresinde yaptığı konuşmada ‘1994 ruhuna geri dönmek’ten söz etti. Dikkat edilirse AKP’nin kurulduğu yıla değil de Refah Partisi’nin İstanbul, Ankara başta olmak üzere yerel seçimlerde başarı kazandığı yılı referans verdi. Ardından da islamcı çevrelerde, özellikle de Saadet Partisi (SP) içinde saygınlığı olan, mal mülk ilişkilerinden uzak durduğu söylenen Osman Nuri Kabaktepe’yi il başkanı yaptı. Bu ‘atama’nın Oğuzhan Asiltürk görüşmesiyle bağlantılı olabileceğini de eklemeliyiz.
İlk bakışta bu hamlenin SP seçmenini kazanmak için yaptığı düşünülebilir, kısmen haklılık payı da vardır. Fakat AKP içinde mal, mülk, makam sevdasından uzak duran, hâlâ daha dinsel önceliklerini koruyan kitle AKP’nin ikbal siyasetinden rahatsızlık duyuyor. Buna 2018 ortalarından başlayan ekonomik sıkıntıların krize dönüşmesini ve her geçen gün derinleştiğini de ekleyince iktidarın oy kaybı görünür hale döndü. Tayyip Erdoğan bu gerçeği gördüğü için SP’nin %2’lik oyundan önce SP’ye gitme olasılığı yüksek olan kendi seçmenini tutmak için İstanbul il başkanlığına bu kitleye seslenebilecek olan Osman Nuri Kabaktepe’yi getirdi. ‘1994 ruhu’ ifadesi elbette Milli Görüş fikriyatına da bir gönderme içeriyor. (Milli Görüş gömleği çıkarıldığı kadar kolay giyilebilecek mi göreceğiz.)
Geçtiğimiz hafta Diyanet İşleri Başkanı’na yaptırılan “yoksulluğun, yokluğun imtihan” olduğu açıklaması AKP’nin ekonomik krizin toplumdaki hoşnutsuzluğun önüne geçmek için dini söylemleri kullanacağını göstermekle birlikte kriz karşısında çaresiz kaldığını, kalacağını da gösteriyor. Bu koşullarda öncelikli hamlesi de Refah Partisi’nden aldığı seçmen kitlesini tutmak, ekonomik krizden kaynaklı hoşnutsuzluğu dini söylemlerle bastırmak olacak.
Necmettin Erbakan’ın ölüm yıldönümü anması için yapılan etkinlikte AKP ve MHP dışındaki partiler en üst düzeyde temsil edildiler. SP’nin düzenlediği anma toplantısına katılan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar yaptıkları konuşmaların içeriği sağcılaşmanın sınırının olmadığını gösterdi. Tayyip Erdoğan’ın AKP tabanını partide tutmak ve motive etmek için referans verdiği ‘1994 Ruhu’nun muhalefet tarafından tersinden formüle edilmesi siyaseten olağan gibi görülse de sağcılaşmanın boyutunu ve laiklik ilkesinin ne denli aşındırıldığını göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Bu noktada sosyalistler/devrimciler olarak laikliğin sınıf mücadelesinin bir parçası ve yoksulluk ve yokluğun kader değil ideolojik bir sonuç olduğunu daha sık biçimde dile getirmemiz gerekiyor.
REFORM MART’A, ANAYASA…
21.12.2020 tarihli ‘Kriz Derinleşiyor’ başlıklı yazımızda; “Erdoğan, ekonomi, hukuk ve demokrasi reformu yapılacak dedikçe her üç alanda da garabet büyüyor. Kesinleşmiş̧ yargı kararlarına rağmen hakları verilmeyen işçiler bir yanda, demokratik haklarını kullanıp haklarını talep eden işçilerin gözaltına alınması diğer yanda…” yazmıştık. Bugün gelinen noktada Saray/AKP/MHP iktidarının kendini kurtarmak için reform bile yapmadığını (belki de yapamadığını) görmemiz gerekiyor. Aynı yazıda söz konusu reform veya düzenlemelerden emekçilerin, yoksulların payına olumlu bir beklentiye girmemek gerektiğini de belirtmiştik.
İlk kez 2020 Kasım ayında dile getirilen ekonomi ve hukuk alanlarında reform sözü ardından yeni Anayasa yapmaya dönüşmüştü. Ardından da yurt içi ve yurt dışında operasyonlarla ne için, kim için reform, nasıl ve kime göre bir Anayasa istediklerini göstermiş oldular. Kaldı ki sözü edilen reform üç ayı aşkın zamandır ortada yok. Yeni Anayasa tartışmaları ise reform yapmamanın bir gerekçesi olmaktan öte anlam taşımıyor. Saray/AKP/MHP iktidarının meclisteki vekil sayısı bir Anayasa değişikliğini referanduma getirmeye bile yetmezken, muhalefetle uzlaşmamak için her yol denenirken şu anki dengelerle anayasa tartıştırmak AKP’nin becerisidir.
Saray/AKP/MHP iktidarı Gare operasyonundan bekledikleri sonucu alamayınca HDP’ye karşı düşük yoğunluklu olarak sürdürdükleri baskıyı artırdı. Meclise getirilecek dokunulmazlık dosyalarının oylamasında özellikle İYİ Parti’nin ve CHP içindeki ulusalcıların evet oyu verecekleri ve HDP’nin Millet İttifakı’na verdiği dolaylı desteği çekeceği umuluyor. Ayrıca HDP milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülüp HDP seçmeninin (hiç olmazsa) bir kısmının sandığa gitmemesi veya başka partilere oy vermesi umuluyor.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasına hayır diyeceği beklenen CHP içindeki ulusalcı vekil ve seçmenlerin de Muharrem İnce veya Mustafa Sarıgül tarafından koparılacağı beklentilerini eklemek gerek.
Dolayısıyla Mart ayında Tayyip Erdoğan tarafından açıklanacağı söylenen reform paketi açıklanabilirse, yalnızca ekonomik bazı düzenlemeleri içerecektir. Yerli ve yabancı sermayeyi ikna etmeyi önceleyecekleri böyle bir düzenleme doğası gereği yoksulları, ücretlileri, çiftçileri, küçük esnafı daha da büyük zorlukların beklediğine işaret olarak okunabilir.
BİZİM GİRİT’İMİZ NERESİ?
ABD ile en büyük sorun S-400’ler olarak görünüyor. Saray, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar aracılığı ile ‘Girit Modeli’ önerisinde bulundu. Yunanistan’ın elindeki S-300’leri Girit Adası’nda tutmasına yapılan bu gönderme kabul edilmemiş görünüyor. ABD Başkanı’nın bu konuda yapabileceği bir şey de yok. ABD Savunma Bakanlığı bütçesi yapılırken “Türkiye’nin S-400’leri topraklarından” çıkarması notu düşülmüş durumda. Bununla ilgili olarak Trump döneminde alınmış ve uygulamaya konulmuş yaptırım kararı var. Bu kadar da değil; ABD Senatosu 54 imzalı bir kararla Biden’a Türkiye’ye yönelik yaptırımların artırılmasını istedi. (Yine de sormak gerek; ABD Girit Modeli önerisini kabul etse, bizim Girit’imiz neresi?)
Saray/AKP/MHP iktidarını dışarıda bekleyen tek sorun S-400’ler değil. Mart ayında görülmesi beklenen Halkbank davası ileri bir tarihe ertelenmiş olsa da çok daha kapsamlı olarak gündeme gelecek gibi görünüyor.
Biden “geri döndük” diyerek başta Ortadoğu olmak üzere Trump dönemine kıyasla çok daha baskıcı bir uluslararası ilişkiler politikası yürüteceğinin işaretini verdi. İlk hamlelerinden birini de İran’ın Suriye’deki milis güçlerini bombalayarak verdi. Irak’taki asker sayısının sekiz kat artırılarak 4.000’e çıkarılacağı, Suriye’de Irak ve Türkiye sınırının kesiştiği PYD/YPG’nin denetimindeki Haseke’ye üs kuracağı ilk açıklanan kararlar.
Bu arada Rusya ve Çin’e yönelik dolaylı hamlelerin de artırılacağı görülüyor. Rusya doğalgazını Avrupa’ya taşımak üzere yapımı sürdürülen Kuzey Akım 2 projesinde yer alan şirketlere yaptırım sinyalinin ardından Fransız, Amerikan şirketleri projeden çekildiklerini, Alman sigorta şirketi ise projeyi sigortalamayacağını açıkladı. Rus gazını Türkiye üzerinden taşımayı amaçlayan Türk Akımı Projesi’nin de benzer bir son yaşama olasılığı yüksek.
ABD ve AB korona salgınıyla giderek derinleşen ekonomik krizin etkilerini kendileri açısından düşürmek için olduğu kadar küresel güç yarışında Rusya ve Çin’i zayıflatmak için de uluslararası ilişkileri zorlayacaklar. Şu an bunun için demokrasi, insan hakları, terörle mücadele gibi kavramları öne çıkarıyorlar. Saray/AKP/ MHP iktidarını da demokrasi, insan hakları konularında liberal adımlar atmaya zorlayabilirler. Tek başına bu yetmeyecektir; Rusya, Çin ve İran’la ekonomik ilişkiler de Saray’ın başını ağrıtacak gibi görünüyor.
GERÇEĞİ ÇAĞIRMAK
Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı direniş gündemdeki yerini koruyor. İktidar tüm polisiye, medya müdahalesine rağmen baş edemediği direnişle ilgili olarak yedi öğrenciyi Kâbe görseli nedeniyle üçer yılla yargılayıp baskıyı düşürmeyeceğini gösterdi. Tek adam rejiminin sorgulanması, akademik özgürlüklerin savunulması açısından diğer üniversitelerin de destek açıklamaları Boğaziçi direnişinin desteklenmesi tüm sosyalistler, devrimciler, demokratlar açısından önemli bir sorumluluktur.
İşçilerin özellikle sendikal örgütlenme içine girenlerin Kod-29’la (İş Kanunu 25/2) işten çıkarmalara, ücretsiz izinlere karşı mücadeleleri sürüyor. Birçok kentte sürdürülen bu eylemler İş Kanunu’nun sorgulanmaya başlamasına da yol açtığı için politikleşme eğilimleri de taşıyor. Korona salgınının da etkisiyle dağınık durumdaki bu eylemleri şu an buluşturma, birleştirme olanağı zor görünüyor. Fakat bu eylemlerin ortak bir taleple birleştirilmesi, aynı talebi savunması için eldeki tüm araçların, tüm ilişkilerin buluşturulması ve bunun ortak bir mukavemet hattı oluşturmayı amaçlaması önümüzde duran en önemli görevdir. Ruh çağıranlardan değil gerçeği çağıran, gerçeği arayan, gerçeğe yönelen olmak zorundayız.