ABD seçim sonuçları ve AB ile uluslararası alanda yaşanan gerilimlerin ekonomik krizi daha da derinleştirmesinin önüne geçmek isteyen AKP/Saray-MHP rejimi, birkaç koldan birden ekonomi ve hukuk alanlarında reformlar yapılacağından söz etmeye başlamıştı. Ancak Bülent Arınç’ın yaptığı çıkış sonrasında başına gelenler ve Çakıcı’nın Kılıçdaroğlu’nu tehdit etmesi iktidarın ne menem bir ‘reform’dan söz ettiğinin anlaşılması açısından öğretici oldu.
Hatırlanacağı üzere, AKP’nin önemli isimlerinden olan Bülent Arınç’ın başta Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmaları, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulması gerektiği yönündeki açıklamalarına Devlet Bahçeli’nin aşağılayıcı, suçlayıcı bir dille karşı çıkmıştı. Bunun üzerine istifa eden Arınç’a Tayyip Erdoğan’ın sahip çık(a)maması gelecek açısından önemli bir gösterge sayılmalı.
Aynı çerçevede ‘parlamenter sisteme dönülmesi’ gerektiğini söyleyen İhsan Aslan’ın disipline verilmesi, kadına karşı şiddet konusunda “ayıp oluyor beyler” diyen İçişleri Bakanı Soylu’nun sözleri iktidarın ekonomi ve hukuk reformunun da sınır ve mahiyetini göstermektedir.
Ne Hukuk Ne Kanun
Siyasi bir figür durumuna getirilmiş mafya lideri, kanun ve hukuk yerine ‘ahlak’ vurgusu yapan bir İçişleri Bakanı…
AKP’nin reform söyleminin daha mürekkebi kurumadan, koalisyon ortağı Bahçeli’nin önce Çakıcı’ya sahip çıkması ardından da Arınç’a yönelik sert eleştirilerde bulunması, kulislerde Erdoğan’ın gerçekleştirmek istediği reformların koalisyon ortağı tarafından engellendiği yorumları yapılmasına yol açtı. Daha önce de ülkedeki birçok sorunun Pelikancılar diye tarif edilen Erdoğan’ın çevresindeki bir grup nedeniyle ortaya çıktığının dile getirilmesini andıran bu yorumların, Erdoğan’ın siyasal sorumluluğunun üzerini örtmeye yaramaktan başka bir açıklayıcılığa sahip olmadığını söylemek gerekir.
Ancak, bugün söylem düzeyinde dile getirilen ve Saray/AKP-MHP rejiminin hayata geçiremediği bir dizi “reform”un, 2021 yılı içerisinde batı ile ekonomik ilişkilerin yeniden tesisi adına tekrar gündeme gelmesi kimse için şaşırtıcı olmamalı. Bugün Erdoğan’ın ön almak için yapabileceği kimi hamleleri yapamıyor oluşu, Saray/AKP-MHP rejiminin özellikle Ocak ayında resmi olmayan yeni ABD Başkanı Biden’ın yemin ederek göreve başlamasıyla birlikte ciddi bir sıkışık alana sokacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Haraç Mezat Ve Katar
Öte yandan Erdoğan’ın 11 Kasım 2020 tarihinde, AKP TBMM Grup Toplantısı’nda “Türkiye, yerli ve uluslararası yatırımcılar nezdinde riski az, güveni yüksek, kazancı tatminkâr bir cazibe merkezi haline getirilecek” açıklamasına “ABD Seçiminin Ardından Türkiye” başlıklı siyasal değerlendirme yazımızda “Bütün komşuları ile sorun yaşayan, AB ile ve neredeyse tek tek bütün Avrupa ülkeleri ile önemli sorunlar yaşayan Erdoğan’ın ne tür bir uluslararası yatırımcı çekmeyi murat ettiği belli değil” diyerek şüpheyle yaklaşmıştık ki, geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın kastettiği “uluslararası yatırımcıların” Katarlılar olduğu anlaşıldı. Erdoğan, o konuşmasıyla Katarlılara başta İstanbul Borsası’nın yüzde 10’u olmak üzere bir dizi sektörde satış yapmasının yolunu yapıyormuş.
Önümüzdeki süreçte, Erdoğan’ın bu satış planına Katarlıların yeni yüksek meblağlı Swap anlaşmaları ya da başka tür destekler yoluyla karşılık verip vermeyeceklerini bilmiyoruz ancak, göründüğü kadarıyla bu satış bile “piyasalar” tarafından coşkuyla karşılanmadı.
Pandemi devam ettiği sürece, ülkede demokratik hak ve özgürlükler askıya alındığı sürece Saray/AKP rejiminin ekonomik sıkıntılarının artacağı da açık.
Peki, Saray/AKP-MHP rejimi söz konusu krizden nasıl çıkmayı planlıyor?
Emekçileri pandemiye rağmen ölümüne çalıştırarak, genelde sermayeyi özelde ise (belirli bir) sermaye kesimini koruyup kollayarak.
Sermaye ve AKP’nin sözünü ettiği ekonomi ve hukuk reformu, sermayeyi tedirgin eden ve AKP’yi de eritmeye başlayan ekonomik krizin sermaye ve iktidar lehine en az hasarla atlatılması, bunun için de emekçilerin tüm yol ve araçları kullanarak baskı altına alınması, haklarının budanmasından başka bir şey değildir. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank’ın esnek ve kısmi çalışma düzenlemesinin torba yasadan çıkartılmasına yönelik olarak sermayeyi ‘seslerinin çıkmaması’ ile eleştirmesi iktidar ile sermaye arasındaki ilişki biçimini de gözler önüne seriyor.
Ancak ekonomik sıkışmanın büyüklüğü karşısında iktidar yandaş sermaye dışında TÜSİAD ile de mesaisini arttırma eğilimleri gösteriyor. İslamcı/ milliyetçi iktidarın ekonomi başta olmak üzere Türkiye’yi tek başına yönetemediği, tekrar eski güç odaklarıyla işbirliğine gitmek zorunda kalabileceği, hatta ekonomide de pastanın bölüşümünde yeni arayışlara girebileceği anlamına gelmektedir. Bu durum aynı zamanda iktidarın göstermelik de olsa uluslararası alanda batı ile yakınlaşmak için de TÜSİAD’ın işbirliğine ihtiyacı bulunduğunun en açık kanıtlarından bir tanesidir.
Ve Emekçiler
Birçok kentte emekçiler direnmeye devam ediyor.
İşten atılan, maaş ve tazminat vd. hakları ödenmeyen emekçilerin bu direnişleri sosyalistler açısından da kazanım olarak görülmeli. Gebze’de ve Ermenek’te kolluk güçlerinin tüm şiddet ve baskılarına, gözaltına alma ve tehditlerine rağmen geri adım atmayan işçiler eylemlerini direnişe dönüştürdüler.
Tüm olumsuzluklara, muhalefetin zayıflığına, eylem ve örgüt seçiciliğine rağmen, umut etmek yerine eylemleriyle umudu yaratan ve büyüten emekçiler bir mukavemet hattının nasıl olması gerektiği konusunda da yeni deneyimler yaratmaya devam ediyorlar.
AKP/Saray/ MHP/Mafya/TÜSİAD işbirliği ile şekilleneceği görülebilen gelecek dönemde emekçilere, yoksullara, temel sosyal, siyasal hakları için mukavemet edenlere karşı şiddetin daha da yoğunlaşacağı çok açık. İktidarın tüm bileşenleriyle ekonomik krizle birlikte meşruiyet krizi ve iç hesaplaşmalar yaşadığı, yeni ittifak arayışlarına yöneldiği bu dönemde sosyalistlerin/devrimcilerin dağınıklığı, dağınık durmalarındaki ‘kararlılıkları’ en temel sorun olmaya devam ediyor.
Çözüm:
Saray/AKP-MHP rejimi karşısında ezilenlerin, işçilerin, yoksulların, dışlananların sesi ve eylemi olabilecek sosyalist bir siyaset merkezi!