Seçim sonuçları kadar seçimlerden sonra Tayyip Erdoğan tarafından atanacak bakanlar kurulu da gelecek dönem için önemli göstergelerden biri olacaktı. Geçtiğimiz hafta sonu açıklanan kabine de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy dışındaki tüm bakanların değişmiş olması Saray/AKP/MHP iktidarının önümüzdeki dönem için izleyeceği politikaların da ipuçlarını vermesi açısından önem taşıyor. Bunu söylerken bakanların alanlarında yetkili, belirleyici olduklarını, olacaklarını değil; Tayyip Erdoğan’ın oluşturduğu bu vitrinle içerde ve dışarda vermeye çalıştığı mesajları kastediyoruz.
Kuşkusuz iktidarın önceliğinin ekonominin içine düşürüldüğü kriz durumundan sürdürülebilir bir noktaya getirilmesi olduğu açıktır. 2018 yılından başlayarak ekonominin daralması bir yana, yoksulda zengine kaynak transferine dönüştürülmüş, kısmi sermaye kontrolleriyle seçimlere kadar var olan durum ancak korunabilmişti. Yabancı sermaye girişinin olmadığı, ihracatın yavaşladığı, üretimin ekonomiyi döndürmeye yetmediği, ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ dayatmasının dibe vurduğu koşullarda uluslararası finans ve sermaye çevreleriyle ilişkileri yeniden kurabilecek isim olarak Mehmet Şimşek maliyenin başına getirildi. Tayyip Erdoğan’ın Mehmet Şimşek’i hemen ikna edemediğini, aralarında ekonomi politikalarına ilişkin bazı pazarlıklar yapıldığını yaşanan sürecin uzunluğundan anlıyoruz.
Hazine ve Maliye Bakanı olarak ilk açıklamasını yapan Mehmet Şimşek; “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi, özlenen refaha ulaşmamızda anahtar olacaktır” dedi. Bu açıklamada ekonominin içinde bulunduğu durumun sorumlusunun Tayyip Erdoğan ve ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ ve ‘nas var nas’ anlayışı olduğunu gözden kaçırarak suçu, sorumluluğu kendinden önceki Hazine Bakanı ve kadrosuna attı. Oysa herkes biliyor ki Tayyip Erdoğan’a rağmen ne Hazine Bakanı, ne de Merkez Bankası adım atmadı, atamazdı. Yine yakından takip edenler Tayyip Erdoğan’ın sorunların sorumluluğunu başkalarına yıkarak kendisini ve iktidarını temize çıkarmakta usta olduğunu bilir. Mehmet Şimşek’in sanki iktidar değişmiş gibi yaptığı bu açıklamayla en azından Saray’ı sorumluluğun dışında tutarak ekonomide de benzer bir süreç tekrarlanacak.
İktidarın açıkladığı bakanlar kurulu ile içerde ve dışarda birçok çevreye mesajlar verdiği çok açık görülüyor. Örneğin Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Yusuf Tekin’in bürokratlığı döneminde katıldığı Milli Eğitim Şurası toplantılarında ‘karma eğitimin zorunlu olmasına dair hüküm bulunmadığını’, ‘1930’lar bir daha yaşanmasın’, ‘halk siyasal iktidara egemen olduğu gibi burada da halkın değerleri belirleyici olmaya başladı’ gibi ifadeleri olan bir kişidir. Bu atamanın öncesinde yaşanan, bazı valiliklerin okullara vaiz ve imam atanmasına izin verdiği haberi iktidarın önümüzdeki dönemde eğitim alanında daha fazla laiklik karşıtı politika izleyeceği görülüyor. Yeni atanan bakan bu yanıyla YRP ve Hüda Par başta olmak üzere dinci çevrelere de mesaj niteliği taşıyor. Dolayısıyla Anayasa ve yasalar da zorlanarak eğitim sistemine yönelik saldırılarak giderek artacaktır diyebiliriz. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un Milli Görüş geleneğinden oluşunu da bu kapsamda düşünmek gerekir.
Yeni bakanların özgeçmiş ve çalışma alanlarıyla sembolik değerleri de olduğunu söylemek mümkün. Tek belirleyici ve karar alıcı Tayyip Erdoğan olsa da vitrine çıkarılan isimlerle kararların hangi yönde olacağı da gösterilmiş oluyor. Örneğin kamuoyunda olduğu kadar AKP içinde bir grubun da rahatsızlık duyduğu Süleyman Soylu görevden alınırken yerine bakan olarak atanan Ali Yerlikaya çözüm süreci ve Habur’da bir grup PKK’linin teslim olması sürecinde Şırnak Valisi, Suriye’den mülteci/göçmen akını ve Gar Katliamı yaşandığında Gaziantep Valisi olarak görev yapıyordu. İstanbul Valiliği’ne de Tayyip Erdoğan tarafından atanmıştı. Bu atamanın bir boyutunun da daha seçimi kazanır kazanmaz Tayyip Erdoğan’ın ‘yerel seçimlerde İstanbul’u da geri alacağız’ sözüne uygun olduğunu belirtmek gerekir. Bakanlar Kurulu üyelerinin teknokrat ağırlıklı olmasıyla birlikte önemli bir kısmının İstanbul doğumlu veya İstanbul’da ikamet eden, iş yapan kişilerden oluşunu da vurgulamak gerekir.
Kuşkusuz en önemli atamalardan biri de MİT Başkanı Hakan Fidan’ın Dış İşleri Bakanlığı’na getirilmesidir. Tayyip Erdoğan’ın ‘sır küpüm’ dediği, en uzun görevde kalan bürokratlardan biri olması kadar Suriye politikaları ve 15 Temmuz sonrası ilişkilerin bozulduğu BAE, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır, Suriye gibi ülkelerle yeniden ilişki kurulması, Kafkaslara yönelik politika belirlemelerinde ve tüm görüşmelerde yer alması açısından iktidarın Ortadoğu, Rusya, Kafkaslar ve Türk Cumhuriyetlerine yönelik politikaları önceleyeceği söylenebilir. Hatta başta ABD olmak üzere batıya karşı da bir mesaj olduğunu söylemek mümkündür. Batıdan kopuşu değil bugüne kadar olduğu gibi ABD-AB-NATO ile Rusya-Çin-İran arasındaki gerilimden fırsatlar üretme ve meşruiyet sağlama şeklindeki tutumunu sürdürmek isteyeceğini belirtmek istiyoruz.
Tek tek tüm bakanları yazmak değil amacımız. Ancak iktidarın bu döneminde nelere dikkat edeceğini, neleri önceleyeceğini anlamak açısından her atamanın bir anlamı olduğu açıktır. Nitekim Mehmet Şimşek’in bakan olarak açıklanmasıyla birlikte muhalif fakat neoliberal birçok çevrenin umutlanması önemli bir göstergedir. Hatta 2018’e kadar uygulanan ekonomi politikalarını Mehmet Şimşek belirlememiş, bakanlığı döneminde asgari ücret artışını zararlı, kıdem tazminatını işsizliğin sebeplerinden biri olarak örmemiş, emeklilere verilen bayram ikramiyesinin tartışıldığı ilk günlerde karşı çıkmamış gibi bir hava da estiriliyor. Şu çok açık ki önümüzdeki dönemde emekçiler, ücretliler için, küçük üreticiler için zor bir dönem bizi bekliyor olacak. Çünkü Mehmet Şimşek ve temsil ettiği anlayış kemer sıkma politikalarına ücretlerden, küçük üreticilerden ve onların kazanımlarından başlayacaktır. Dokuz ay sonra yapılacak yerel seçimler kısa vadede adım atmalarını engellese de ekim, kasım aylarına kadar bazı adımları atıp 2024 Mart ayındaki seçimlere kadar ortaya tepkileri engellemeye, etkisini düşürmeye yönelik adımlar atacaklarını beklemek gerekiyor. Fakat yerel seçimlerin hemen ardından tam anlamıyla bir kemer sıkma, kazanılmış hakları tırpanlama operasyonları beklenmelidir.
Meclis’in yeni döneminde Milletvekili seçilen, mazbatası verilen TİP Milletvekili Can Atalay’ın serbest bırakılmamış olmasını özellikle vurgulamak gerekiyor. Geçmiş dönemlerde benzer örnekler yaşanmış ve seçilen tutuklular serbest bırakılmıştı. Bu yanıyla iktidara bağımlı yargının hukuku işletemediği açıkça görülüyor. Can Atalay’ın serbest bırakılmayışı bir şeyi daha gösteriyor; Tayyip Erdoğan’ın yemin töreni sırasında yaptığı ‘bize oy vermeyenlerle de muhabbet diliyle konuştuk’, ‘gelin barışmanın yollarını arayalım’ gibi açıklamalar tamamen propagandadan ibarettir ve her zaman olduğu gibi gerçekliği yoktur. En azından iktidar kendi sorumluluğu olan konularda adım atmayıp muhalif vatandaşların, örgütlerin hizaya geçmesini istemektedir. ‘Eşkıya, sürtük, çürük, haysiyetsiz, ahlaksız, edep fukarası’ onlarca sıfatla hakaret ettiği insanlara, Cumartesi Annelerine/İnsanlarına, Gezi Direnişi sırasında öldürülen gençlerin ailelerine, kurduğu partileri kapatılan, yöneticileri ve üyeleri tutuklanan Kürtlere, yaratılan siyasi ve kültürel zeminle her gün 2’şer, 3’er öldürülen kadınlara, zamanında müdahale etmediği, interneti yavaşlattığı için depremde binlerce insanın ölümüne sebep olan iktidarın en yüksek perdeden yaptığı bu çağrı anlamsızdır.
Daha önceki yazılarımızda değindiğimiz gibi oluşan Meclisin aşırı sağcı yapısı ve bu iktidarın 21 yıllık pratiği birlikte düşünüldüğünde açıklanan kabinenin emekçiler, yoksullar, kadınlar, yaşam ve hak savunucuları açısından olumlu bir sonuç yaratmayacağı, aksine saldırıların yoğunlaşacağı görülüyor. 18 kişilik kabine de bir kadın bakanın bulunması Hüda Par’ın ‘bizim bulunduğumuz katta kadın çalışan olmasın’ talebiyle ve YRP’yle birlikte 6284’ü tartışmaya açmasıyla uyumludur. Bu noktada Brüksel doğumlu ve 2009’da Brüksel Parlamentosuna seçilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na getirilen Mahinur Özdemir Göktaş’ın tanıtım yazılarında ‘Avrupa’nın ilk başörtülü vekili’ nitelemesi de dikkat çekicidir.
Seçim sonuçları üzerinde tartışmalar azalar da olsa halen sürüyor. Bu tartışmalar kişiler, partiler üzerinden sürdürüldüğü sürece anlamlı olmayacaktır. Nesnel koşullar seçimlerin kazanılması için yeterli koşullara sahipken neden kaybedildiği sorusu iktidarın yaptıkları, muhalefetin yapmadıklarıyla birlikte değerlendirilmelidir. Neredeyse bütün muhalif parti ve örgütlerin genel bir yoksulluk vurgusu üzerinden başladığı seçim çalışmaları ve propagandası özellikle ikinci turda kimlik siyasetine evrildi. Yoksulluk vurgusu doğru olmakla birlikte iktidarın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, vakıflar ve dernekler üzerinden kurduğu sosyal yardım, yardım ağlarıyla politik bir örgütlenme, aidiyet yarattığı görülemedi. Özellikle son yıllarda istihdamın tabana yayılarak birçok eve iki maaş girmesinin sağlanmasıyla, feodal bağlarla aile bireyleri arasındaki yardımlaşmanın yoksulluğu görünmez kıldığı, batıdaki büyükşehirlere göre kırsalın aynı oranda yoksulluğu hissetmediği gibi onlarca durum Tayyip Erdoğan’ın yeniden kazanmasında, Meclis çoğunluğunu almasında etkili oldu.
Seçimden seçime kurulan ilişkinin siyasi karşılığının olmadığını, olamayacağını bir kez daha görmüş olduk. Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güçbirliği açısından da bu durumun gerçekliği görülmüş oldu. Bir önceki seçime göre fazla oy almak, daha önce girilmeyen seçimlere girmiş olmak, üye sayısını artırmış olmak önemli olmakla birlikte sosyalist ve devrimcilerin yer aldığı, desteklediği ittifakların toplamda elde ettikleri sonuç olması gereken, olabilecek sonuç değildir. Bu yüzden hepimizin seçimlerdeki yanlışlar, eksiklikler, tavırlar açısından yapacağımız değerlendirmelerle birlikte iktidarın en yoksullar, yoksullar ile kurduğu bağımlılık ilişkisini kıracak araçlar ve yollar da bulmamız gerekiyor. Genel geçer tespitler yerine kent kent, bölge bölge politikalar belirlemek ve buralarda olabildiğince ortak mukavemet hatları kurmanın yollarını bulmak zorundayız. Önümüzdeki dönemde özellikle üretim bölüşüm ilişkilerinde daha da sert saldırıların yaşanacağı, buna bağlı olarak siyasi saldırıların emniyet ve yargı eliyle devam ettirileceği beklenmelidir. Yukarıda Mehmet Şimşek’in geçmiş dönem sözlerinden yaptığımız alıntılardaki ücret artışlarına, kıdem tazminatına yönelik saldırıların emek alanında eylem ve direnişleri beraberinde getireceği açıktır. Ayrıca şu an çok görünür olmamakla birlikte EYT düzenlemesi sonrası 08 Eylül 1999 sonrası için kademeli geçiş talebi önümüzdeki yılların önemli bir mücadele alanı olacak gibi görünüyor.
Deprem bölgesindeki yeni imar faaliyetleri, buralarda yapılmaya başlanan kamulaştırma çalışmaları, yapılacak konutların yarı fiyatına da olsa satılacak olması, başta Antakya olmak üzere iktidarın bazı yerleşimleri taşıma niyeti, İstanbul’un depreme hazırlanması gibi bir söylemle yapılacak kentsel dönüşüm girişimleri yeni muhalefet alanları olacaktır. Tüm bunlar iktidarın güvenlik ve baskı politikalarını, şiddet kullanımını beraberinde getirecektir. Kısacası iktidar kendi sınırlarına dayandığı ve uzlaşma aramayacağı için baskıyı artırmaktan başta seçeneği yoktur. Bu noktada iki kişiden birinin oyunu alamamış bir Cumhurbaşkanı, bir önceki dönemden daha az vekil çıkarmış iktidara karşı mücadelenin kapsayıcılığı önümüzdeki dönemde meşruiyet tartışmalarını da başlatacaktır.
TEBRİKLER
Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kazanmasının kesinleşmesi sonrası ABD ve İngiltere’nin NATO vurgusu yaparak kutlama mesajı yayınlamaları, Fransa’nın ‘üstesinden geleceğimiz büyük sınmalar var’ diyerek kutlaması iktidarın atacağı adımların gözleneceğini gösteriyor. Bu yanıyla ilişkilerin normalleşmesinin de NATO üzerinden, Rusya ve Çin’e karşı politikalarla sınanacağını söylemek mümkün.
Tebrik edenler arasında en ilginç ve dikkat çekici olanlar ise Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva’nın ‘Barış içinde küresel işbirliği, dünyada kalkınma ve yoksullukla mücadelede Brezilya’nın müttefikliğine güvenin’ ifadesiyle Venezüella Devlet Başkanı Maduro’nun da ‘kardeşimiz ve dostumuz zaferini kutluyor’ ifadesidir. Sol, sosyalist nitelikli bu ülke yönetimlerinin yayınladıkları kutlama mesajları uluslararası ilişkiler açısından ülkeler ve iktidarlar arasındaki çıkar ilişkilerinin ideolojik savrulmaları normalleştirdiğini de gösteriyor. Türkiye halklarına, sosyalist ve devrimcilerine yönelik her türlü hukuksuzluğu, şiddeti uygulamış olan, yoksulluğu yönetim aracına dönüştürmüş bir yönetime karşı sosyalist ülke yönetimlerinin olumlu yaklaşımı, övgüleri ayrıca değerlendirilmelidir.
Tayyip Erdoğan’ı tebrik edenler arasında NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de vardı. NATO Genel Sekreteri tebrik etmekle kalmadı yemin törenine de katıldı. Daha sonrasında yaptığı basın toplantısıyla da İsveç’in Türkiye’nin güvenlik kaygılarını giderdiğini, taahhütlerini tamamladığını açıkladı. Kısacası batı ile ilişkilerin kurulmasında ilk göstergelerden birinin Türkiye’nin NATO üyeliğini engellediği İsveç ile ilgili kararı olacağını da göstermiş oldu.
Geçtiğimiz hafta seçimler sonrası yeni kabinenin belirlenmesi, verilen fotoğraflar, yapılan açıklamalar önümüzdeki dönemde Kürtleri, emekçileri, yoksulları, deprem bölgesinde yaşayanları, kadınları zor bir dönemin beklediğini göstermektedir. Bu nedenle sosyalistler, devrimciler, yaşam ve hak savunucusu güçler olarak seçimlerle ilgili kendi iç tartışmaları bir an önce bitirip, çıkarılacak dersler, edinilmiş deneyimler ile birlikte en kısa sürede ve en azami düzeyde, fiili eylem birliğini de içeren ortak mücadele ve mukavemet hattının inşası için neler yapabileceğimizi, nereden ve ne zaman başlayacağımızı tartışmak ve adım atmak zorundayız.