“Modern Batılı aydının, Orta Çağdaki öncülüğünden kopuşu, ideolojinin bir dil olarak bilgiden kopuşuyla eş süreçlidir.” Diyor Özcan Özbilge.[1] Onun da belirttiği gibi, “ideoloji dili”, “bilgi dili”nden farklı: “…bilgi dilinde, çıkarımlarla elde edilen anlamların tutarlılıkları, bu anlamların gerçeklikle yeniden sınanmasıyla sağlanırken, ideoloji dilinde kurgulanmış anlamların verili koşullara göre düzeltilmesi ve yenilenmesi yoluna başvurulur. Bir başka deyişle, ideoloji anlamı yeniden üretirken, gerçekliği de hakikati de kaynak olarak almaz, fakat bunlardan yararlanır.” Çünkü düşünce dilden bağımsız, dil de düşünceden habersiz olamaz.
Ben, medyada polis şiddetini meşrulaştıran, şiddeti görünmez kılan, önemsizleştiren ve en önemlisi de olağan ve rutinleştiren bir ideoloji dili olarak “Polisin sert müdahalesi”! sözünün de böylesi bir işlevi olduğunu düşünüyorum.
Furkan Vakfı adlı bir vakıf geçtiğimiz günlerde (20 Mart) Adana’da bir yürüyüş düzenlemek ve akabinde bir basın açıklaması yapmak ister ve basından örendiğimize göre polis vakfın üyelerini darp eder, yakın mesafeden biber gazı sıkar yani şiddet uygular, vakıf üyelerinin toplantı ve yürüyüş haklarını engeller; özür dilerim düzeltiyorum polis Furkan Vakfı üyelerine karşı “sert müdahalede” bulunur.
“Furkan” teşbihen “Kur’an” manasında. Kelime aslında “frk” kökünden geliyor; bildiğiniz fark işte. Farktan türeyen “Furkan” ise “İyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren delil” manasında. İşte Kur’an’da iyi ile kötü arasındaki farkı gösteren bir delil olduğundan dolayı Furkan olarak anılıyor(muş).
Derneğin, siyasal İslâmcı Gülen darbesi girişimden sonra iktidarla arası kanlı bıçaklı. Sadece onun mu, AKP’nin dümen suyundaki diğer tarikatların da hedefinde Furkancılar. Cübbeli de Furkancıların 2021’de Gaziantep’teki eylemlerinden sonra yaptığı açıklamada “Furkan Vakfı mensuplarının bu provokasyonları PKK çevrelerine ve Chp’ye can simidi olmuştur. Bu insanları Chp sözcüleri ve PKK çevreleri destekliyorsa bunların cami cemaati olmadığını zaten anlamak lazımdır. Akıllıya bir işaret yeter, ahmak olana ise bin sarâhat yetmez.”[2] Açıklaması yapmıştı. Cübbeli’ye göre Furkan Vakfı üyeleri mem PKK’lı, hem FETÖ’cü hem de CHP’lilermiş. Türk sağcısını inandırmak bu kadar kolay demek ki!
Eylem Haktır
Kişisel olarak, Furkan Vakfı’ndan da onun nur yüzlü(!) başkanı Hocaefendi Hazretlerinden (!) de hazzettiğimi söyleyemem; hayata taban tabana zıt baktığımız aşikâr. Ancak aynı şekilde AKP iktidarı ile husumet içinde diye Furkan Vakfı’na sempati beslemeyi de doğru bulmam; düzenlemek istedikleri yürüyüş ve basın açıklamasındaki fikirlerin hiçbirine katılmayacak olsam da onların da toplantı ve yürüyüş haklarının olduğunu ve görüşlerini toplanarak, örgütlenerek ve eylem yaparak gösterebileceklerini savunmakta da geri durmayacağım gibi: Örgütlenme ve eylem haktır; insan hakkıdır, insan olmanın hakkıdır. Furkancıların “bile”
Türbanlı Polisler, Türbanlı Bacılarımızı Döverlerse, Deri Kıyafetli Geziciler Üstlerine İşerlerse
Türkiye eskilerin ifadesiyle “zembereğinden boşandı”, “şirazesinden çıktı” artık kamusal tartışmalarda “aklı” topyekûn bir kenara koyduk, vesselam. “Post-truth” diyerek kendimizi kandırmayalım; içinde bulunduğumuz nokta “gerçeğin-ötesi” değil, toplum “zıvana”sını yitirdi, kör, avara kasnak misali dönmekte. Can Yücel de diyor ya “Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark/ Ve durdu muydu bir gün bu kör, avara kasnak/ Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak.”
Zıvana’nın yerinden çıktığı, dümenin tutmaz olduğu, akılla rabıtamızı kestiğimiz anlardan biri de Adana’daki eyleme “sert müdahalede” (!) bulunan kadın polislerin de dayak yiyenlerin de türbanlı oluşlarıydı. Alpaslan Kuyrul, şıp diye anlamış zaten polislerin bıyıklarından kendilerini dövenlerin ülkücü olduklarını. Hakeza, Bahçeli de “Türk polisi zamanında müdahale etmiştir, alınlarından öpüyorum” diye açıklama yapmıştı. Sayın Devlet büyüğümüze göre polisin Furkancılara yönelik değil sert, aksine zamanında ve eli/alnı öpülesi bir “son dokunuşu” var.
Hazır toplumcak topyekûn aklımızı bavullara kaldırmışken, döven siyasi iktidar da dövülen vakfın üyeleri de şeriatçılar diye, döven kadın da dövülen kadın da türbanlı diye sevinmeli, hep seçimlerin ardından HDP %10 barajını aştıktan sonra açtığımız viskilerimizi bu kez de “şeytan azapta gerek, yesinler birbirlerini” diyerek doldurup, yalımızın bahçesinde bir “chill out party” mi düzenlemeliyiz?
Eylemin, toplantı ve yürüyüşün bir hak olduğunu unutmamak zorundayız. Devlete çöreklenip post kavgasına tutuşan tarikatlar olsa da, döven de dövülen de siyasal İslamcı olsa da, dövülenler hiçbir zaman ama hiçbir zaman aynı dürüstlüğü bize göstermeyecek olsalar da, aynı insanlar Berkin Elvan’ın, Ali İsmail Korkmaz’ın…. arkalarından küfür etseler, onların terörist olduklarını söyleseler de sosyalizmin şeriatçı düşünceden de faşizmden de farkını gösterebilmeliyiz: Biz, hakkını arayanların dayak yemesine gülüp geçemeyiz.
Keyifli Pazarlar
[1] Özcan ÖZBİLGE, (1995). “Dilin iktidarı ve Boyuneğmişliği” Birikim, Ağustos, 1995, Sayı 76.
[2] Haber7, (Haber)https://www.haber7.com/guncel/haber/3096472-cubbeli-ahmetten-furkan-vakfi-aciklamasi-bunlar-hem-feto-ile-hem-pkk-ile-ic-ice 04.05.2021
ilginç… çökmüş bir ideoloji ile Allah’ın koyduğu kanunları karşılaştırmak… sahi ‘şeriat nedir?’ diye oturup hiç düşündünüz mü?
Dilin iktidarı ve boyuneğmişliği – Özcan Özbilge Birikim Dergisi sayı 76