Rivayet olunur ki, Napolyon’a ‘bir savaşı kazanmak için ne gerekir?’ diye sorduklarında verdiği yanıt “para, para, para” olmuştur.
Saray/AKP/MHP iktidarı da bu denli açık yanıt verememekle birlikte, son dönemdeki söylemleri, politika değiştirme çabaları “para, para, para”ya (iktidarın sürdürülme inadına) denk düşüyor.
ABD’de yeni başkan Biden’ın daha yemin etmeden verdiği sinyaller bile hem Türkiye, hem de Ortadoğu’da belirgin değişikliklerin başlamasına neden olmuştu. Biden göreve başladıktan sonra kendisine gönderilen kutlama mesajları arasında Tayyip Erdoğan’ınkine yanıt vermemiş olması Türkiye’ye yönelik sert politikaların habercisi olabileceği gibi ilk günden uyarı olarak da okunabilir.
Rusya/ S-400’ler, Suriye/İdlip, Libya konuları ABD’nin ilk öncelik verdiği sorunlar arasında yer alırken özellikle Halkbank davası, Suriye ve Libya’da batının terör listesinde olan cihatçı örgütlerle girilen ilişkilerin Saray/ AKP/ MHP/ Avrasyacı ittifakını zorlayacağı açık.
Fakat iktidarı asıl zorlayacak olan korona salgınıyla birleşen ekonomik krizin buhrana dönüşme riskidir. Saray bu sıkışma içinde düne kadar hakaret ettiği Fransa Cumhurbaşkanı’na ‘samimi’ mektup yazarak, AB ülkelerine Türkiye’nin AB hedefinin sürdüğü mesajı vererek, Yunanistan’la 2016’da kesilen istikşafi görüşmeleri yeniden başlatarak yabancı sermayeye ve uluslararası kurumlara ekonomi, hukuk, demokrasi reformları yapılacağını söyleyerek yatırım/ para çekmeyi amaçlıyor. Ancak Tayyip Erdoğan’ın şahsında bugüne kadar yürütülmüş olan dış politikadaki tutarsızlıklar ve ‘batı karşıtlığı’ görüntüsü (Rusya ile geliştirilen ilişkiler, Ortadoğu’da cihadist örgütlerin desteklenmesi vb.) Saray’ın hamlelerine temkinle yaklaşılmasına yol açıyor.
Artık var olan politikaların sürdürülemeyeceğini Saray da görüyor, ABD denetimindeki uluslararası kurum ve ülkeler de görüyor. Taraflardan biri ihtiyaçtan ‘Para, para, para’ derken diğeri hizaya getirmek için diyor.
Dolar, dolar, dolar…
DIŞARIDA GÜVERCİN İÇERİDE ŞAHİN
18.01.2021 tarihinde “Her Şey İktidar İçin” başlıklı değerlendirmemizde; “… Saray/AKP/MHP bloğu ekonomik ve siyasi krizlere çözüm üretememenin, yarattığı toplumsal hoşnutsuzluğu gizlemek ve gündemi değiştirmek için dini ve milliyetçiliği kullanmaya devam ediyor; devam edecek.” demiştik.
Geçtiğimiz hafta HDP’nin İstanbul’daki 15 ilçe örgütü basılarak basın açıklaması yapmalarına dahi izin verilmedi. Görünen o ki Saray/AKP/MHP koalisyonu başta HDP ve bileşenleri olmak üzere tüm muhalefeti her yerde, her alanda kıpırdayamaz hale getirmek için kendi hukukunu da yok saymaya devam edecek.
Gezi Davası’nda Osman Kavala dahil dokuz kişi hakkında verilen beraat kararları bir üst mahkeme tarafından “yeniden incelenerek hüküm kurulmak üzere” ilk derece mahkemesine iade edildi. Saray’ın Gezi üzerinden kendi kitlesini tahkim etme çabasının yanında, yargıyı da araç olarak kullanıp Osman Kavala’yı serbest bırakmama, çevre hareketleri dahil her türlü hak talebini “terör”, “darbe” suçlamasına dahil edeceği görülüyor. İktidarın hukuk reformu konusunda adım atılacağı vaatlerinde bulunduğu bir dönemde, hukuksuzluğun giderek bir hukuk haline dönüştürülmesi süreci belli ki devam edecek. Kavala, Demirtaş gibi siyasal iktidarın özel olarak yakından ilgilendiği davaların kamuoyunca yeterince ilgi görmemesi, iktidarın elini kuvvetlendiren en önemli faktörlerin başında geliyor. Kavala ve Demirtaş’ın hukukun ayaklar altına alınarak tutukluluklarının sürdürülmesi iktidarın siyasal akıl tutulmasının en açık örneklerinin başında geliyor. İktidar, hukuksuzluğu gizlemek için yeni hukuksuzluklara başvurdukça, daha fazla dar boğaza giriyor. İktidarın Biden sonrası ve AB ilişkilerinin geldiği aşama itibariyle önemli bir sorun alanını hala tahkim etmeye çalışması kendi hareket kabiliyetini de daraltan bir aşamaya doğru hızla ilerliyor.
Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektör atamasına yönelik başlayan ve özgür, demokratik, bilimsel üniversite talebini de içine alarak süren eylemlere karşı baskı ve üniversitede polisin varlığı sürdürülüyor. Buradaki en önemli gelişme kuşkusuz akademisyenlerin kayyum rektörün oluşturmaya çalıştığı yönetim kadrosuna dahil olmayıp görevi kabul etmemeleri oldu. Gezi Direnişi sonrası iktidarı en fazla ürküten eylem (mukavemete dönüşen) Boğaziçi’nde başlayıp diğer üniversite ve toplum kesimlerini de parça parça içeren özgürlük, demokrasi ve liyakat temelli talepler Saray/AKP/MHP koalisyonunun sorgulanmasını hızlandırdı.
AÇLIK VE SALGIN
Ekonomik kriz derinleştikçe kısa çalışma ve ücretsiz izin uygulamaları, Kod 29’la (İşverenin işçiyi ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışları yüzünden işten çıkarmasına olanak veren SGK çıkış kodu) işten çıkarmalar ve işsizlik de giderek artmaya başladı. TÜİK verileriyle düşük gösterilmeye çalışılsa da, sosyal medya başta olmak üzere bağımsız haber kaynaklarına düşen görüntüler, yapılan röportajlar açlığın TÜİK verilerine sığmadığını gösteriyor. Neredeyse tüm televizyon ve gazeteleri denetleyen iktidar, yoksulluğun, açlığın görünür olmasını ve biriken öfkeyi gizleyemiyor.
Korona salgınını baştan bu yana algı operasyonuna dönüştüren iktidar, 11 Aralık’ta başlayacağını açıkladığı aşılamayı bir ay geciktirmesinin üzerini örtmeye çalışırken 3 milyon doz aşı olduğunu, yeni siparişlerin ‘nasipse’ yakında geleceğini açıkladı. Bu arada haberlere risk grubunda olmayan, tek sıfatları “iktidara yakınlık” olan kişilerin aşı görüntüleri düştü. Devletle ilgili her işte gördüğümüz ‘torpil’ uygulaması sağlık alanında ve salgınla mücadelede de göründü.
Muhalefetin tüm unsurları açlık ve sağlık (aşı) gibi toplumun tamamını kapsayan meşruluğu tartışılamayacak bu iki konuda dahi yeterli tepkiyi veremeyişi, sokaktaki tepkiyi örgütlemeye yönelik sürekliliği olan adımlar atamayışı önümüzdeki en ciddi sorun olmaya devam ediyor.
KAZAN KALDIRILAMAZSA KAYNATILIR
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Adalet Bakanı Abdülhamit Gül arasındaki sosyal medya düellosu, AKP yönetiminden gelen; “Bir telefon ötede olan kişilere buradan meramını anlatmaya kalkıyorsan niyetin sorgulanır. Parti disiplini dava disiplinidir. Biz böyle gördük, böyle öğrendik” açıklamasıyla şimdilik durulmuş gibi görünüyor.
Refah Partisi, Saadet Partisi, Has Parti geçmişi olan Abdülhamit Gül, AKP içinde Milli Görüş çizgisi tedrisatından geçmiş siyasetçilerden biri. Önümüzdeki dönem iktidarın içinde bulunduğu durumdan çıkabilmek için neo liberal politikalara ve düzenlemelere dönmesi durumunda Süleyman Soylu karşısında önemli bir güç odağı olacak gibi görünüyor.
Saray/ AKP/ MHP ittifakını oluşturan odakların kendi çıkar ve iktidarları için bir arada durdukları unutulmamalıdır. Daha önceki iç tartışmalarında Bülent Arınç’ın feda edildiği, Berat Albayrak’ın sahiplenilmediği vb. dikkate alındığında Abdülhamit Gül’ün parti/ iktidar içinde ikinci adamlığa veya Süleyman Soylu ve MHP’nin etkisinin zayıflatılmasında gedik açmaya yöneldiği söylenebilir.
Bu tartışma bir şeyi daha gösterdi; Tayyip Erdoğan tüm gücüne rağmen her geçen gün partiyi ve iktidarı denetleme gücünü yitiriyor.
Ancak ufukta hala iktidar alternatifi etkili bir muhalefet görünmüyor!