“Pandemi nasıl olur da Emperyalizmin yeni döneminin adı olan Endüstri 4.0’ın sorunlarını çözer?” sorusunun yanıtlarını aramaya devam ediyoruz.
Bunca fabrika kapalıyken ya da kapasitesini düşürmek zorunda kalmışken “patron sınıfı” zarar görüyor olmalı, Devletler vergi kaybına uğrayıp, Burjuvazi’ye tahsis ettiği kamu kaynaklarının bir kısmını kamuya döndürmek zorunda kalmalı, bu da Pandemi’nin kapitalizmi hırpaladığı sonucuna çıkar diyebilirdik. Eğer bankalar 2020’de son yılların en yüksek karını yapmamış olsaydı, eğer 2019’da dünyanın en büyük şirketleri listesindekilerin 2020’de büyüme hızları düşmüş olsaydı.
“İnsan mağaradan çıktı bir kere” diye bir deyim var. Mağaradan çıktık ve tekrar dönmeyiz çünkü mağara dışında yaşamayı becerdik ve standartlarımızı yükselttik. Kimse mağara koşullarına dönmeyecektir. Aynı deyimi emekçiler için de kullanabilmemiz gerekir. “ Emekçiler kıdem tazminatı hakkını aldı bir kere” , “Emekçiler asgari ücretin altında çalışmama hakkını aldı bir kere”, “Emekçiler haftalık maksimum X saat çalışma hakkını aldı bir kere”, aynı durum maaşlar, yıllık izinler içinde geçerli. Kimsenin kazandığı sosyal ve ekonomik haklardan daha geriye düşülmesini kabul etmeyeceği, bu hakların az ya da çok hep daha da iyileşeceği varsayımında olmamız gerekir. Hakikaten 80’ler, 90’lar Neoliberal saldırının yoğun olduğu coğrafyalarda dahi iş kanunları, işçi hakları eskiye nispeten gelişmiştir diyebiliriz. Göstermelik de olsa yönelim budur.
Peki, pandemide ne oldu? İşten çıkarılanlar, ücretsiz izne çıkarılanlar, asgari ücretin çok altında maaşa mecbur bırakılanlar, fabrikalara kapatılıp haftanın 7 günü, günde 16 saat çalıştırılanlar, evden çalışma sistemine geçip işini koruyabilen ama yıllık zamları iptal edilen, elektrik, su, ısınma masrafları arttığı için ay sonunu getiremez hale gelenler, evden çalışma sistemine geçirildiği için yıllık izninde de çalıştırılanlar ve tümden bir “birikimlerini tüketmek zorunda kalanlar”, tüketici kredileriyle önümüzdeki 5-10 yıl maaşının ciddi kısmını bankalara borçlanmış, işsizlik korkusuna teslim edilenler… Devlet okullarının Pandemi dönemi eğitim koşullarına yeterli hale getirilememesi yüzünden çocuklarını özel okullara geçirenler, Pandemi öncesi sağlık hizmetlerini Devlet hastanelerinden sağlayabilen ama Pandemiyle beraber virüs kapmak korkusuyla Özel’e gitmeye başlayanlar… Artık emekçi kesimlerinin 2019’da asla dönmeyeceği varsayılan mağara standartları normalimizdir. Pandemi bitti dense bile onlarca yıllık emek mücadelesi kazanımları kaybedilmiştir. İnsanlar Pandemi’den birikimlerini tüketmiş, Devletlere ve Özel’e kat kat daha borçlanmış halde çıkacaklardır. Patronlar ise vergi borçları silinmiş, teşvikler, hibeler, faizsiz kredilerle daha da güçlü çıkacaklardır.
Endüstri 4.0 de daha önceki sanayi devrimleri gibi sermaye birikim süreçlerinde değişiklikler yapacak. Uyumlu hale gelmeyi başaran ülkeler taşeron üretici olarak kırıntıları kapacak. Çevre Koruma kanunlarını işlevsizleştiren, işçi maliyetlerini düşüren, sosyal ve ekonomik hakları kırpıp emperyalist işveren için uygun hale gelenler Batı’daki şirketlerin “bacası” olacaklar. Ucuz işgücü olmaya ikna edilmiş vasıflı emekçi sorununu, nakliye sorunlarını, enerji sorunlarını, internet sorunlarını çözenler Endüstri 4.0 döneminde “çorbasını pişirebilecek” diğerleri kendi aralarındaki savaşlar, iç savaşlar ile ya da demagog tiranlar altında “Roma’nın Dışındaki Barbar Topraklar” haline gelecek.
Bugün 11 Eylül Saldırılarının 2 gün sonrasındaki toz duman hali gibiyiz. “Nato Afganistan’ı, Irak’ı işgal için uçaklarına asker doldururken biz Japon kamikazeler Hiroşima’nın intikamını mı aldı, CIA insansız uçaklarla mı vurdu, ABD hiç karizmasını çizdirir mi, kendi ülkesinin bombalanmasına, kendi vatandaşlarının öldürülmesine izin verir mi?” sorularını tartışıyoruz. Covid-19 da Usame Bin Ladin gibi elbet bir gün öldürülüp cesedi okyanusa atılacak. Virüse de aşı, ilaç bulunacak. Ama esas mutasyona uğrayan ekonomik sistemler olacak.
Evet, 11 Eylül’ün geleceğini biliyorlardı. Hazırdılar, Pandemi’nin de geleceğini biliyorlardı hazırdılar. Sigara şirketleri Emperyalist bloğun önemli bir bileşeni idiler, sigorta şirketleri ile hesap kitap tutmadı, radikal kararlar alındı ve tütün sektörünün patronlarının bacaklarına sıktılar. “Burjuvazi” kendi sınıf çıkarının mutlak bilincindedir. Ne gerekiyorsa o yapılır. Kitaplarında duygusallık yoktur. Günü gelince karbon yakıt kaynaklı enerji devlerinin de üstü çizilir. Ama Kasa asla kaybetmez.
Endüstri4.0, Avrupa’daki fabrika bacalarının Avrupa dışına çıkartılıp, nükleer enerji tesislerinin kapatılıp, Göç sorununun “Avrupa Demokrasisi” kriterleri ile değil piyasanın ihtiyaçlarına göre çözüldüğü hukukun üretildiği bir Sanayi Devrimi’nin adı. İstanbul’daki sanayicinin şehrin dışına taşınmaya karşı direnme dinamikleri ile benzer dinamikler İtalya’daki sanayici için de var. Pandemi bu direnç dinamiklerini darma duman etti. Artık yönetim/yazılım/finans kadrolarının “temiz” enerji ile “aydınlatılan” Avrupa’da yaşadığı, yapay zekâ ile çalışan makinelerin tüttürdüğü Bacaların taşeron ülkelerde olduğu sürece giriyoruz. Bu sürece geçişin tüm zorlukları Pandemi ile çözülüyor.
Küresel bazda hammadde tüketimi 2019’da neyse, 2020’de de o. Alüminyum, demir, plastik, boya kimyasalları, iplik, kereste ticareti aylık olmasa da, yıllık bazda azalmamış. Deniz nakliye şirketleri üreticilere konteyner yetiştiremiyor. USD/Euro/Sterlin 2020’de değerlenmeye devam ediyor, Borsalar yükseliyor, kripto paraların değerleri, altın fiyatları artıyor. Batı Burjuvazisi büyük alımlara, finansal işgale hazırlanıyor.
Çin bütün bu süreçte “bağımsız” kalmaya çalışıyor. Kendi patronları ve işçileri, kendi ofisleri ve bacaları, kendi işletim sistemi, kendi teknolojisi, kendi markaları, kendi nakliye şirketleri ve kendi e-ticareti ile. Afrika’da ciddi yatırımlar, uzun süreli maden kiralamaları yapıyor. Abd ile ekonomik savaşta olduğu söyleniyor, ama Çin limanlarından her gün binlerce şilep Abd’ye doğru yola çıkıyor. Aynı şekilde ABD’li maden şirketlerinden grostonlarca hammadde Çin’e doğru yola çıkıyor. Köprüler asla atılmıyor. Ekonomik savaş değil “sert pazarlık” görüntüsü var. Çin e-ticaret ve yazılım konularını kırmızı çizgi olmaktan çıkardığı anda mesele edilecek bir şey kalmıyor. Ancak K.Kore – G.Kore birleşip Doğu’da Çin’e askeri ve ekonomik anlamlarda rakip olabilecek yegâne potansiyel açığa çıkmadıkça Çin kırmızı çizgilerini esnetmek zorunluluğunu hissetmeyecektir.
Evet, “Pandemi Bitti” dendiğinde nasıl bir dünyaya dönüştüğümüz anlaşılacak. Çocuklarımız şimdiden eskinin deyimiyle asosyal, eğitimini, oyununu on-line yapar halde. Evden çalışan insanlar kendilerini şanslı sayıyorlar, ama hala ay sonunda kenara ne kadar koyabildiklerine bakmış değiller, Virüs kapıyı tıklarken lüks sorular bunlar. Lüks sorular sormaya başlarsa aşı çıktığında ulaşıp ulaşamayacağını da sormak zorunda kalabilir. Devletlere ve temsil ettikleri hâkim sınıfa gözü kapalı güvenip aşısını olmak da cesaret ile açıklanamaz.
Türkiye siyasal iktidarının ve temsilcisi olduğu hâkim sınıfın bu gidişatı gördüğünü, ya da iyi dinlediğini ve Endüstri 4.0’ın taşeronluk ihalesine canhıraş koşmakta olduklarını düşünüyorum. Pandemi öncesi başlayan ve sadece Neoliberal politikalarla açıklanamayacak, Hes’ler, Nükleer Santraller, Gaz/Petrol bölgelerine doğru askeri hamleler, sigortasız, yarı köle milyonlarca sığınmacı, asgari ücret altına çalıştırılmaya alıştırılan işçi sınıfı, işsiz mühendisler ordusu, emekçi çocuklarının kaliteli eğitime ulaşımının devlet okullarının tümden kalitesizleştirilmesi ile önünün kesilmesi, adalet sisteminin hukuk normlarına riayet edilmeden işlemesinin topluma döve döve kanıksattırılması, çevreciliğin ve doğa savunuculuğunun itibarsızlaştırılıp ülkenin rant uğruna çöplüğe dönüştürülebilmesinin meşrulaştırılması, hatta gizli anlaşmalarla bizzat Avrupa’nın evsel atıktan nükleer atığına kadar Türkiye’ye boşaltılması, özel sektörün inşaattan yiyeceğe, telekomünikasyondan ulaşıma tümden denetimsiz bırakılması, SGK’nın itibarsızlaştırılarak ve batırılarak özel sigortaların bizzat devlet eliyle desteklenmesi, Devlet hastanelerinin kapatılıp Şehir hastaneleri adıyla sağlık sisteminin komple özele devri, yani Devletin fazla fazla vergi toplamaya devam etmesine rağmen “yol, su ve elektrik” hizmetinden çıkıp salt vergi memuru ve militer kadrolardan oluşan bir organizasyona dönüşmesi.
Pandemi sürecinde bütün bu operasyonların hızlanmasına TL’nin USD/Euro karşısında sert değer kaybı ve emekçilerin sosyal/ekonomik haklarına KHK ve torba yasalarla topu saldırılar da eklenince “Yabancı Yatırımcı” hakikaten neden gelmiyor sorusu ortaya çıkıyor.
Yabancı Yatırımcı, yani bacasını Türkiye’ye taşıyacak olan Avrupalı Sanayi Sermayesi için tüm koşullar hazırlanmış gözükse de rasyonel akılla hareket ettiklerini kabul ettiğimiz için, “Yıkım Ekibi ile Yapım Ekibinin” farklı olması gerektiğini, yıkım ekibinin tüm koşulları hazırlamasına rağmen içerde muazzam bir öfke birikimine de yol açtığını ve yerel toplum gözündeki kredisinin muğlak olduğunu düşündüklerini söyleyebiliriz. Tüm olgunlaşmış koşullarla ülkeyi devralan yeni bir “Uyumlu İktidar”ı bekliyor olabilirler. Ya da 11 Eylül’ü bilen ama hazırlığını o ana değil sonrasına yapan Nato/Abd Emperyalizmi gibi, Pandemi’nin gelmekte olduğu bilen ama önlem almayan, Pandemi sürecinden faydalanma planı yapan Neoliberal Sistem gibi, gelmekte olduğu bilinen İstanbul Depremine değil, depremin sonrasında oluşacak kaosa ve “Kaostan nasıl bir Yeni Türkiye çıkartırım” planına hazırlanan bileşenleri olan rejime güvenmiyor olabilirler.
İstanbul depremi sonrasında devlet hazırlıksız yakalanmış ve istihbaratı yokmuş görüntüsündeyken, komplo teorileri Haarp üzerinde yoğunlaşırken paramiliter çeteler ve tarikatlar mahalle mahalle, ilçe ilçe derebeyliklerini ilan edecekler diye ayak sürüyor olabilirler.