Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Oyun Kırıcı Değil Oyun Kurucu Olmak

Geleceğimizin emperyalizme ipotek edilmesi karşısında barışı ve halkların kardeşliğini savunmak, anti emperyalist, anti kapitalist, anti faşist bir mukavemet hattı inşa etmek bugünün olduğu kadar geleceğimizin de kurtuluşu için zorunludur

Saray/ AKP/ MHP iktidarı toplumsal yaşamımızı her alanda kuşatıp, yok etmeye yönelik politikalarını dayatırken var olan ekonomik krizin buhrana dönüşmesiyle insanların muhalefete yöneleceğine yönelik bekleyiş yıkımın ve acıların da büyümesine yol açıyor.

Muhalif parti, yapı ve bireyler olarak ortak bir savunma hattı kuramayışımızın sonucu olarak iktidar “bu kadar da olmaz” dediğimiz her adımı atmakta sakınca görmüyor. Çünkü muhalefet olanların örgütlü ve ortak bir karşı çıkış geliştirmediğini görüyor.

HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun tutuklanmasıyla sonuçlanan süreç, HDP’ye kapatma davasının açılması (Anayasa Mahkemesi’nin dosyayı geri göndermesi ayrı tartışma konusu), geçtiğimiz hafta 11 HDP’li vekil hakkında fezleke hazırlanması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekinilmesi, kod:29’la işten çıkarmalar ve ücretsiz izinlere karşı direnen işçilere yönelik polis şiddeti, Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı başlayan ve özgür, laik, bilimsel eğitim talebini de içeren eylemler ve iktidarın devlet kurumlarını kullanarak terörize etmesi gibi çok sayıda olay aynı zaman dilimi içinde yaşandı, yaşanıyor.

Olağan koşullarda bu kadar olayın aynı anda yaşanması karşısında bir iktidarın hareket alanının daralması, hatta toplumun belli kesimleriyle uzlaşma araması gerekir, beklenir. Tüm göstergeler Saray/ AKP/ MHP iktidarın güç kaybettiğini, az sayıdaki yandaş grupla birlikte yalnızca ideolojik taraftarlarının yanında durduğunu gösterirken muhalifler olarak ortak bir mücadele hattı kuramayışımız nedeniyle hala “güçsüz”, “zayıf”, “etkisiz” bir durumdayız. Kuşkusuz bunun bir nedeni de 1 Şubat 2021 tarihli ‘İktidarı Beklemek’ başlıklı yazımızda belirttiğimiz durumdur. “Halkın Saray/AKP/MHP iktidarına karşı tepkisinin kendiliğinden muhalefete yöneleceği beklentisi üzerine kurulu bu anlayış CHP’nin ve bileşenlerinin de iktidara karşı fiili muhalefetinin önünü kesmeye devam ediyor. Gelinen noktada laiklik ilkesi bile savunulamıyor…”

Bu beklenti nedeniyle işyerlerinde, okullarda, sokaklarda hoşnutsuz milyonlarca insanın sesi, soluğu olacak, kendini var edebilecek alanlar yaratılamıyor. Seçime endeksli, iktidarın her durumda güç kaybedip gideceğini varsayan bu durağanlık yıkıcı etkilerin de sebebi oluyor.

KOD:29 VE İŞÇİ İNTİHARLARI

Özellikle 2020 Mart ayında korona salgınıyla getirilen işten çıkarma yasakları sonrası duymaya başladığımız kod:29 uygulamasının sermayenin ve iktidarın ortak bir saldırısı olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Çünkü kod:29 uygulaması işten atılan işçilerin kazanılmış tüm haklarını yok ediyor. İşverenler ödemeleri gereken kıdem tazminatı, ihbar öneli gibi ödemeleri yapmaktan ‘kurtulurken’, devlet de ödemesi gereken işsizlik ödeneğinden ‘kurtuluyor’.

Bağımsız sendikalarla birlikte az sayıdaki sendikanın “az” sayıda ancak direngen işçilerle gerçekleştirdikleri onlarca eylem sonrası iktidar kod:29’da düzenlemeye gittiğini belirtti. Fakat yapılan düzenleme kod:29 içindeki her davranış ve durum için ayrı kod numarası vermekten öte bir anlam ifade etmedi. Ancak şunu görmüş olduk; kitlesel olmamakla birlikte ısrarla ve inatla sürdürülen işçi mücadelesi karşısında iktidar adım atma gereği duydu. Atılan adımın yetersiz olmasından önce işçi direnişlerinin iktidar üzerinde etkisi olduğunu görmek önemlidir. O halde bu direnişlere destek vermek, direnişlerin büyümesine katkı sunmak, olanaklar ölçüsünde direnişlerin parçası olmak ve bu direnişlerin birleşik mücadelesini yaratmak için sorumluluk duymak gerekiyor. Yalnızca işçilerin değil tüm muhalif parti, kurum ve bireylerin bu sorumlulukla taraf olması ve yer alması görev olarak ortada duruyor.

Mart 2020’den 15 Şubat 2021’e kadar 190.000 işçi kod:29’la işten çıkarılmış; son 8 yılda 502 işçi işyeri ve işle ilgili sorunlar nedeniyle intihar etmiş. İntiharlar konusunda İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi’nin yaptığı çalışmada görüyoruz ki ülkemizde gelecek kaygısı, güvencesizlik, işsizlik, geçim sıkıntısı arttıkça intihar olayları da artıyor. (Bakınız: Video) Saray/ AKP/ MHP iktidarının özellikle ekonomi politikalarıyla yarattığı yıkım işçilerin canına mal oluyor. İş cinayetleri ve işçi intiharları birlikte düşünüldüğünde sınıf hareketleri, sendikalar ve muhalefetin talepleri arasında yaşam hakkını yok eden çalışma ilişkileri ve üretim, bölüşüm ilişkilerinin düzeltilmesi de yer almak zorundadır.

2020 yılında Türkiye’deki dolar milyarderlerine 3 kişi daha eklenmiş ve sayıları 26 olmuş. Emekçilere, çiftçilere, yoksullara bulunamayan kaynak yandaşa bulunmuş. Çalışanların yarısı asgari ücretli olan ülkemizde asgari ücret zammında kuruş kuruş hesap yapan ve açlık sınırı altında ücreti reva gören iktidar milyonlarca işçiden hakları olanı esirgerken 26 dolar milyarderinden hiçbir kaynağı esirgemiyor.

Korona salgını süresince Türk Tabipler Birliği başta olmak üzere bilim insanlarının uyarı ve önerilerini dikkate almayan, sermayenin (genel olarak ekonominin) istek ve gereklilikleri doğrultusunda kararlar alan iktidar, tüm toplumun sağlığını tehdit altına soktu. Toplam vaka ve ölüm oranları açısından dünyada ilk sıralara ‘yükselen’ Türkiye’de sağlık politikaları yaşam hakkımızla birlikte sağlık hakkımızın da ortadan kaldırıldığını gösterdi.

3 haftalık bir tam kapanma ve izolasyonun 30 milyar TL tutarındaki maliyetinden kaçınan iktidarın bu kararı sonucu binlerce yurttaş virüs nedeniyle yaşamını yitirdi. Yukarıda da değindiğimiz gibi dolar milyarderleri daha çok kazansın diye alınmayan önlem ve kapanma kararları nedeniyle ölüyoruz; ekonomi çarkları dönerken yaşamlar duruyor.

Kapitalist düzen ve neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarını yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada görüyoruz. Koruyucu ve önleyici sağlık politikaları yerine tedavi odaklı ve hastayı müşteri olarak gören sistem ölümlerin artmasının temel nedenlerinden biridir. Korona salgınında üçüncü dalganın konuşulduğu bu günlerde muhalefet olarak bir görevimiz de iktidar kaynaklı siyasi polemiklerden, popüler tartışmalardan uzak durarak sosyal politikaları ve önermeleri gündemde tutmaktır.

Bu noktada sorunları saptamanın ötesine geçip nasıl bir ülke, nasıl bir toplum yapısı, nasıl bir ekonomik düzen, nasıl bir kültür, nasıl bir sanat gibi soruların da yanıtlarını yaratmak ve bunun üzerinden ortak bir dil üretip sokağa dönmek zorundayız.

NEO OSMANLI’DAN NEO BATICILIĞA

Saray/ AKP/ MHP iktidarı özellikle 2010 yılından bu yana izlediği Osmanlı bakiyesi olarak gördüğü Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’yı kontrol etme, alt emperyal ülke olma siyasetinde duvara çarpınca yeniden batıya dönmeye çalışıyor. Bunun bir nedeni de ülke içi ekonomiyi bile sürdürmekte zorlanması. Ekonomik krizin, buhrana dönmeye başlaması ve aranan para kaynağının, ağırlıklı ekonomik ilişkilerin batı ülkelerinde olması bunu zorluyor.

ABD’de Biden’in seçilmesiyle kendini gösteren batıya dönme isteğinin geçmiştekinden farkı “batı değerleri” ve AB “normları” olmadan bir iktidar sürme, kendini onaylatma isteğidir. 10 yıllık zaman içinde Rusya ile kurulan ilişkiler, Ortadoğu’da yer yer batıyla çelişen politikalar bu dönüşü zorluyor. Fakat NATO, AB kurumlarından gelen tepkilere bakılırsa Saray rejiminin kabul edildiği görünüyor. Hatta ekonomik kaynak/ para karşılığı batının istekleri yönünde adımlar atılacağını da görüyorlar. Ankara’daki AB temsilcileriyle yapılan görüşme öncesi ve sonrası yansıyan haberler de bu yönde. Suriyeli mülteci ve sığınmacıların Türkiye’de tutulması karşılığında fonların artırılacağı sözü de bunu gösteriyor.

AİHM kararlarının uygulanmaması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekinilmesi gibi kararlar karşısında AB’nin yalnızca ‘üzüntülerini’ belirtmesi de Saray rejiminin siyasi çıkarlar noktasında batıyla uyumlu olmasının fakat güven vermesinin yeterli görüldüğünü gösteriyor.

25 Ocak 2021 tarihli ‘Para Para Para’ başlıklı yazımızda “Artık var olan politikaların sürdürülemeyeceğini Saray da görüyor, ABD denetimindeki uluslararası kurum ve ülkeler de görüyor. Taraflardan biri ihtiyaçtan  ‘Para, para, para’ derken diğeri hizaya getirmek için diyor. Dolar, dolar, dolar…” demiştik.

ABD, Nato aracılığıyla Türkiye’nin önemini vurgularken, uluslararası alanda sorumluluk verirken Biden ise S-400’ler ve Rusya ile girilen ilişkilerden duyduğu rahatsızlığı göstermek için ilişki kurmuyor; ‘telefonla bile aramıyor’… Bu iletişim kurmama kararı hizaya getirmek, deyim yerindeyse gününü göstermek olarak okunabilir. Öyle ki Saray batıyla yeni bir ilişki kurmak için bu denli gönüllüyken iletişim kuramaması ne yapacağını da bilememesine yol açıyor.

Belki de Boğazlar Sözleşmesi (Montrö) etrafında gelişen tartışmalar da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Suriye’deki çatışmalarda, Kafkaslar’da Rusya ile yakın çalışma içinde bulunan Saray rejiminin bugüne kadar olduğundan daha fazla ve yoğun içimde Ukrayna ve Kırım meselelerine müdahil olması, “Suriye’de çıkarlarımız ABD ile ortaktır” yönündeki açıklamalar batıya ne kadar yakın olduğunu göstermeye dönük adımlardır.

Fakat uluslararası ilişkilerde “al ver” biçiminde tanımlanan ortak çıkarlar üzerinden yürüyen bir ilişki biçiminden söz etmek olanaksızdır. Saray varlığının şu anki haliyle tanınması ve ekonomik kaynak/ para karşılığı hep vermeye hazır bir görüntü sergiliyor. Buradaki ölçütü ABD belirleyeceği için ne kadar alınca, neleri alınca yeterli göreceğidir.

Ülke içi sorunların ağırlığı ve dağınıklığımız nedeniyle dış politikadaki bu savrulmalar ve kaynaklarımızla birlikte geleceğimizin de emperyalizme ipotek edilmesi karşısında barışı ve halkların kardeşliğini savunmak, anti emperyalist, anti kapitalist, anti faşist bir mukavemet hattı inşa etmek bugünün olduğu kadar geleceğimizin de kurtuluşu için zorunludur.

Karadeniz’de zayıf da olsa savaş, çatışma senaryolarının gündemde olduğu bugünlerde savaş bir yana gerginliklerin bile halklar arasında düşmanlık ve nefretin büyümesine yol açacağını görmek zorundayız.

1 Yorum

  1. Tespitleriniz genel ve özel olarak çok doğru. Yani “halkların kardeşliği, anti emperyalist, anti kapitalist ve anti faşist mukavemet hattı inşa etmek günün ve geleceğin kurtuluşu için zorunluluktur.” diyorsunuz.
    Kimlerin ve nasıl yapacağı hakkında ise dolaylı olarak bir tespit pek açık değil. Örneğin bugünün muhalefet odakları yapabilir mi-yapsaydı bunca krize rağmen çoktan yaparlardı-ve başka alternatifler?!
    Tartışılabilir mi en azından?

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi