İstanbul’daki bombalı saldırı sonrası Saray/AKP/MHP iktidarının Suriye ve Irak’ta Kürtlerin denetimindeki bölgeleri de kapsayacak biçimde başlattığı operasyonların süreceği anlaşılıyor. Seçim sürecine girilmesiyle birlikte iktidarın içerde ve dışarda polisiye, askeri operasyonlar aracılığıyla toplumun güvenlik kaygılarını artırarak, duruma göre milliyetçiliği, duruma göre dini kullanarak seçmen tabanını tahkim ederken, iktidardan kopan seçmenleri de geri döndürmeyi amaçlayacağı muhalefetin tamamı tarafından dile getirilen ortak görüşlerden biriydi.
Bombalı sonrası ortaya çıkan çelişkilere yanıt vermek yerine, saldırının PYD kaynaklı olduğu, PYD’nin de PKK’nin Suriye kolu olduğu iddiası üzerine kurulu iktidar yaklaşımı, aylardır dile getirilen operasyon ve şiddet dalgasının odağını da göstermiş oldu. Muhalefetin sorduğu soruları yanıtlamak, toplumda oluşan kuşkuları gidermek yerine soru soranları, kuşkularını açıklayanları da hedef olarak göstererek gerilimi yükseltme politikaları başlatılmış oldu. Bombalı saldırıyı düzenleyen kadının kardeşlerinin IŞİD militanları olması, bir kardeşinin ÖSO içinde komutan olması, saldırı emrini verenlerin ve düzenlenmesine yardım edenlerin Türkiye’nin ve ÖSO’nun denetimindeki bölgelerden gelmeleri gibi çelişkili durumlar da operasyonla birlikte yeni tartışma ve çatışma noktaları oldu.
Saray/AKP/MHP iktidarı ve iktidarla çıkar birliği içindeki çevreler olağan yollarla girilecek bir seçimi kaybedeceklerini gördükleri için böylesi bir ortamı yarattılar. Fakat bu durumun seçimle sınırlı olmayacağı, bugün seçimleri kazanmak için döşenen taşların seçimlerden sonrası için de sürdürülmek isteneceğini, rejimin genel karakterini oluşturacağını öngörmek gerekiyor. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere siyasi tutukluların AYM ve AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmamaları, iki kez beraatla sonuçlanan Gezi Davası’nın yeniden açılarak sekiz kişiye mahkumiyet kararı verilmesi, TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, son dönemlerde yoğunlaşan festival ve konser yasakları, İç İşleri Bakanı’nın CHP’li büyükşehir belediyelerinde yüzlerce teröristin işe alındığı iddiaları gibi onlarca gösterge iktidarın yönetim anlayışını ve kurmaya çalıştığı rejimin karakterini göstermektedir.
Özellikle Suriye ve Irak’a yönelik operasyonların kara harekatına dönüşüp dönüşmeyeceğinin belirsizliği başta olmak üzere iktidarın uluslararası koşulları kendi lehine kullanma, rahatlıkla birbirine zıt kararlar alıp bunu ülke, millet çıkarı olarak sunabilme pratiği, toplumda güvenlik kaygılarına paralel olarak sürdürülen operasyonların karşılık bulması gibi göstergeler şu anki durumun seçimlere kadar sürdürüleceğini gösteriyor. Her ne kadar ABD ve Rusya şu an kara operasyonuna onay vermiyor olsalar da önümüzdeki günlerde uluslararası ilişkilerde oluşacak yeni durumlar, Rusya Ukrayna savaşının seyri, Suriye’de PYD veya SGD’nin takınacağı tutum gibi çok sayıda değişken belirleyici olacaktır.
Özellikle Altılı Masa içinde konumlanan muhalefet partilerinin operasyonlar konusunda iktidarın arkasına dizilmeleri, başta da belirttiğimiz soruları sormaktan, kuşkuları dile getirmekten uzak durmaları muhalefet seçmenleri arasında da iktidara meşruiyet kazandırıyor. 21.11.2022 tarihli ‘Şiddet, Yoksulluk, Meşruiyet Krizi’ başlıklı yazımızda bu noktaya değinerek; “Bu koşullarda iktidara aday olan Millet İttifakı’nın yapabildiği tek şey yoksulluk boyutuyla iktidarı eleştirirken HDP, güvenlik, operasyonlar noktasında iktidarla aynı yerde durarak, aynı dili kullanarak iktidarın kurmaya çalıştığı meşruiyet zemini üzerinde siyaset yapmanın ötesine geçemiyor.” yazmıştık.
Özellikle CHP’nin muhalefet alanı olarak sokağı kullanmama çağrısıyla ortaya çıkan durum; toplumsal muhalefetin her zamankinden daha fazla sosyalistlerin, devrimcilerin üzerine yıkılmış olmasıdır. Sistem içi muhalefet durum tespiti yaparak, iktidarın özellikle ekonomi politikaları nedeniyle güç kaybetmesini bekleyerek seçimlere kadar top çevirmeye devam edecek gibi görünüyor. Bu koşullar ve siyasal güç dengeleri açısından sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşamdan ve emekten yana olan güçlerin ortak eylemler kadar ortak muhalefet noktalarını belirleyerek birlikte hareket etmeleri dışında bir seçenek bulunmamaktadır. Saray/AKP/MHP iktidarının ve tüm bileşenlerinin devlet dahil her türlü araç ve kurumu kullanarak kurumsallaştırmaya çalıştığı faşist, gerici rejime karşı ancak ortak bir mücadeleyle yanıt verilip geri adım attırılabilir.
Geçtiğimiz hafta birçok kentte 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında kadınların yaptıkları eylemlerde, özellikle İstanbul ve Ankara’da polisin uyguladığı şiddet ve gözaltı, Kadıköy Kaymakamlığı’nın yasaklama kararı, çok sayıda kadının gözaltına alınması iktidarın faşist, gerici ideolojisinin sonucu olduğu açıktır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadınlara yönelik şiddet ve ayrımcılığı körükleyen siyaset dili, şiddet karşısındaki cezasızlık, 6284 sayılı kanunun bile yeterince uygulanmaması ve tartışmaya açılmasına göz yumulması, LGBT+ bireylere karşı yaratılan nefret dili ve bazı kentlerde yapılan miting ve eylemler yukarıda belirttiğimiz olaylardan bağımsız değildir. İktidar başta HDP’nin kapatılması ve HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılarak Meclis dışına atılması, muhaliflerin her alanda hedef gösterilmesi, işten çıkarılan, hakları için mücadele eden emekçilerin, çevre ve hayvan hakları savunucularının bile güvenlik sorunu olarak algılatılması iktidarın ideolojik, siyasi tercihidir. Son olarak Konya’da en iyisi olarak propagandası yapılan hayvan barınağında bir köpeğin kürekle vura vura öldürülmesine tepki gösterenlerin Terörle Mücadele tarafından gözaltına alınması, barınağa giden yolun keyfi olarak kapatılması sözünü ettiğimiz ideolojik, siyasi tercihin yansımasıdır.
YOKSULLUKLA DEĞİL YOKSULLA MÜCADELE
11.7.2022 tarihli ‘Dünyadaki Açlığı Faydaları’ başlıklı yazımızda; “Türkiye gibi ülkelerde yoksulluk iktidarda kalmanın ve sömürünün sürdürülmesinin bir aracı olarak görülmektedir. Bir yandan sosyal yardımlar aracılığıyla iktidarın sömürüdeki payı ve katkısı gözden kaçırılırken, diğer yandan insanların yoksulluktan kaynaklı gelecek kaygıları, korkuları üzerinden sömürüye rıza üretilmektedir.” yazmıştık. Saray/AKP/MHP iktidarı halkın büyük kesimini yoksulluk sınırının altında gelire tutsak ederken, önümüzdeki aylarda enflasyonun düşmeye başlayacağı propagandasıyla algı yaratma çalışmalarına bugünden başlamış bulunmaktadır. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz baz etkisiyle enflasyonun düşecek olmasını iktidar başarısı olarak gösterip, propagandasını yapacakları açıktır. “Faizleri tek haneye düşürdük, sıra enflasyonda” açıklaması da bunun yansımasıdır.
GSMH’dan ücretlilerin ve çiftçilerin aldığı pay her geçen yıl düşerken sermayenin aldığı pay yükselmektedir. Bu durumun tek sebebinin enflasyon olmadığı, daha doğrusu enflasyonun da sebebi olan iktidar politikaları olduğu açıktır. Gerek devletten sosyal yardım alan aile ve kişi sayısının sürekli olarak artması, gerek icra dairelerindeki dosya sayısının ve hacizlerin artması yoksulluğun geniş bir tabana yayılarak toplumsal nitelik kazandığını göstermekle birlikte sömürünün de boyutunu göstermektedir. Bu nedenle iktidarın sözünü ettiği enflasyondaki düşüş baz etkisi nedeniyle gerçekleşeceğinden yoksulluğun azalmasına yönelik bir etkisi olmayacak, tüketim mallarına ve hizmetlere yapılan zamların sıklığı azalacak, yoksulluk kronikleşecektir.
Önümüzdeki ay başlayacak olan asgari ücret tartışmalarına, sendikalı işyerlerindeki toplu iş sözleşmesi görüşmelerine, ücretlilerin yüksek vergi dilimlerine yönelik tartışmalarda çalışanların büyük çoğunluğunun yoksulluk sınırı altında, asgari ücret düzeylerinde ücret almaları üzerinden bakmak gerekmektedir. Sendikal, toplumsal muhalefetin yoksulluk üzerinden geliştirilmesi önemli olmakla birlikte, yoksulluğun sebeplerinin görünür kılınarak emekten yana politik önermelerin görünür kılınması çok daha önemlidir. İktidarın yoksulluğu yönetilebilir düzeyde tutma, sermayeye kaynak aktarma ve yoksullarla mücadele üzerine kurduğu politikalara karşı ortak bir siyasal mukavemet yaratırken, sosyalist, devrimci çözüm ve politikaları da örgütlemek mücadelenin kalıcılığını da sağlayacaktır.
U DÖNÜŞÜ DEĞİL, ÇIKARLAR GEREĞİ
Tayyip Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Sisi ile görüşmesini, Suriye ile de görüşülebileceğini açıklamasını U dönüşü olarak niteleyenler oldu. Saray/AKP/MHP iktidarı iktidarın devamı için buna benzer hamleleri defalarca yaptı. En fazla da Türkiye halklarına karşı uyguladı buna benzer taban tabana zıt politikaları. Bu yüzden iktidara muhalefet edemeyen ve muhalif gibi görünenler ‘AKP’nin fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor’ diyerek geçmişe atıf yapıyorlar. Oysa şu an ‘U dönüşü’ olarak tanımlanan durum gerici, faşist karaktere sahip parti ve iktidarların iktidara gelmek ve iktidarlarını kalıcı kılmak için her yolu, her aracı, her söylemi kullanabileceğinin en somut örneğidir.
Tayyip Erdoğan’ın Sisi ile görüşmesi sürpriz veya U dönüşü değil, yönetenlerin değişen koşullar doğrultusunda, bugünkü çıkarlarının bir sonucudur. Suudi Arabistan yönetimini Cemal Kaşıkçı sonrası ‘katil’, BAE’ni 15 Temmuz darbe girişi sonrası ‘darbe finansörü’, İsrail’i ‘terörist devlet’ olarak tanımlayarak ilişkileri koparan iktidar bu politikalarını da iç politika için kullanarak sonuç aldı. Şu anda da tersini yaparak sonuç ve para almaya yöneldi ve Suudi Arabistan’dan 5 milyar dolar, Katar’da 10 milyar dolar geleceği açıklandı. Daha öncesinde BAE ile de ekonomik işbirliği anlaşması yapıldığı dikkate alınırsa iktidar dün ilişkileri kopardığı ülkelerle bugün ilişkileri düzeltirken dış ekonomik kaynak da bulmaktadır. Alınan borcun, yapılacağı açıklanan yatırımların ne gibi tavizlerle sağlandığını şu an bilmiyor olsak da dışa bağımlılığı artırdığı açıktır.
Mısır’la ilişkilerin düzeltilmeye çalıştığını ve adımlar atıldığını 03.5.2022 tarihli ‘Sömürüye, Baskıya, Savaşa Karşı’ yazımızda, “Suudi Arabistan’dan sonra Mısır ile de ilişkilerin düzeltilmesinin tartışıldığı bir dönemde iktidarın Müslüman Kardeşleri terk etmesi işaret fişeği olarak görülebilir. Tayyip Erdoğan’ın “İsrail’le bile görüşüyoruz, Mısır neden olmasın” sözü de bunu gösteriyor.” demiştik. 22.8.2022 tarihli ‘Halka Nas, Sermayeye Rant’ başlıklı yazımızda ise “Mısır’la alt düzeyde ilişki kurma girişimi öncesinde Müslüman Kardeşler’in Türkiye’deki faaliyetlerinin sınırlandırılmasını bu nedenle anımsatma gereği duyduk. Benzer bir durum Filistin’de Hamas’ın terk edilerek Filistin Yönetimine yaklaşılması biçiminde yaşanmıştı.” yazmıştık. Bu nedenle iktidarın dış politikadaki bu dönüşlerini ihtiyaçlar üzerinden değerlendirmek gerekmektedir.
Suriye’de PYD ve SGD güçlerinin etkili olduğu bölgelere yönelik operasyonlar sırasında Suriye askerlerinin de ölmesi, eş zamanlı olarak Esad’la da görüşülebileceğinin açıklanması şaşırtıcı değildir. Suriye/Rusya denetimindeki hava sahasının kullanılması da bu operasyonun karşılıklı çıkarları zorlamaya yönelik olduğunu gösteriyor. Aynı anda Türkiye’de ve Suriye’de IŞİD’e yönelik operasyonlar yapılarak, çok sayıda militanın gözaltına alınması, tutuklanması Suriye yönetimine olduğu kadar ABD’ye de IŞİD’le mücadele edildiği görüntüsü verilmeye çalışılmasının bir sonucudur. Suriye’nin toprak bütünlüğü, ABD’yle işbirliği nedeniyle Suriye ve Rusya’nın rahatsız olduğu SGD’nin ortak hedef/düşman olarak sunulma çabasıyla birlikte Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin denetiminde bir tampon bölge yaratma girişimleri birlikte değerlendirildiğinde Esad’la ilişkilerin düzeltilmesi yalnızca iktidarın değil, Esad’ın da çıkarınadır. Tek sorun Suriye’deki gerici örgütlerin ne olacağıdır. Bunu da zaman gösterecektir. Fakat Esad elinin şimdilik Tayyip Erdoğan kadar kötü olmaması, seçimlere yönelik bir manevra olduğunu düşünmesi gibi nedenlerle görüşme talebini “üçüncü bir ülkede olabilir” diyerek geri çevirmiş olabilir.
Gerek Suriye ve Irak’a yönelik operasyonlar, gerek HDP üzerinden Kürt siyasetçilere karşı geliştirilmeye çalışılan terörist algısı, gerek toplumsal muhalefete karşı yaratılmaya çalışılan baskı ve terörle ilişkilendirme çabaları, gerek CHP’li belediyelere yönelik algı operasyonları bir bütünün parçalarıdır. Bu nedenle iktidarın bölücü, ayrıştırıcı, gerginlik üzerinden siyaset kurmaya ve toplumu dizayn etmeye, rejimi bunun üzerine inşa etmeye yönelik girişimlerine karşı en geniş muhalefet birlikteliğini yaratmamız zorunludur. İktidar politikalarının sonuçları üzerinden kurulan muhalefet etme pratiğinin yanına nedenlerini ve çözümlerini de içeren önermeleri geliştirmek ve hiç olmazsa temel sorunlarda ortak bir programla, ortak bir söylemi de yaratmak zorundayız. Saray/AKP/MHP iktidarının gündem belirleme ve yaratma üstünlüğünü kırmanın, halkın temel sorunlarının operasyonların gölgesinden kurtarılmasının ilk adımı ortak program ve eylem birliğini yaratmaktan geçmektedir.