korona salgınıyla birlikte tüm dünyada 2 milyondan fazla insan öldü, (ne yazık ki daha da ölecek/ öleceğiz).
genel olarak orta yaş ve üzeri insanların ölümüne sebep olan korona virüsü tüm dünyada yüzbinlerce çocuğun, gencin aile büyüklerinden en az birini, (sayısı az gibi görünse de bazılarının tüm aile büyüklerini) yitirmesi gibi bir sonuç doğurdu.
İspanyol ressam Luan Lucena bu acıyı “onlarsız ne yapacağız” adlı bir tabloyla yansıtmaya çalışmış… bütün ölümler acıdır, bütün ölümler erken; fakat virüs salgını nedeniyle kitleler halinde ölümün söz konusu olduğu, bunun bilindiği, hatta sevdikleri virüse yakalanan ve “ölümü bekleyen” insanların çaresizliği…
insan unutulunca
zamanla ve sorguladıkça gördük ki bugüne dek “gelişmiş”, “büyük”, “özgür” gibi sıfatlarla insanlara ve toplumlara biçim vermeye, gelecek güzel günler satmaya çalışan ülkeler ve iktidarların tüm söylemleri imaj çalışmasıymış. birkaç ülke dışında tüm ülkeler ve iktidar sahipleri ekonominin ‘yürümesi’ni (sermayenin kazanmasını) insanların ölmesine (sevdiklerimizi yitirmemize) tercih ettiler… bu yüzden korona salgını süresince varsıllığını katlayan sermaye sahiplerinin kazançları ve ekonomiyi önceleyenlerin iktidarları daha bir kanlı…
ülkemiz dahil çok sayıda ülkenin sağlık alt yapısının olmadığını (yetmediğini), insanların yıllarca ödedikleri vergilerin ve sigorta primlerinin önleyici sağlık hizmeti yerine tedavi edici sağlık hizmetine (ticarethanelere) harcandığını gördük… öyle ki çoğu ülkede yoğun bakımların yetmediği, bunun öngörülmesine rağmen gerekli geçici/ seyyar hastanelerin kurulmadığını, virüse karşı tam kapanma yerine sürü bağışıklığının uygulandığını gördük.
ülkemizde ise getirilen tüm kısıtlamalar ekonomi ve ideolojik öncelikli oldu. yaş sınırlamaları çalışanlar için hariç tutuldu, mekan kısıtlamaları kahvehaneler, tekel bayileri (alkol), sinema, tiyatro vb. alanları “hedefledi”. işçilerin, memurların toplu olarak çalışmasında sakınca görmeyen iktidar aynı işçi ve memurların basın açıklamalarını “virüs salgını”nı gerekçe gösterip dağıtmakta, dağıtırken sosyal mesafe kuralını hiçe saymakta sakınca görmedi… özellikle üretim ve hizmet sektöründe sürü bağışıklığı uygulayan iktidar protestolar karşısında insanlara sürüye davranır gibi davranmakta da sakınca görmüyor… ozanın söylediği gibi; “uyur idik uyardılar/ diriye saydılar bizi/ koyun olduk, ses anladık/ sürüye saydılar bizi/…”*
meslek hastalığı değilse cinayet
korona virüsün meslek hastalığı sayılması talebi ısrarla reddediliyor. başta sağlıkçılar olmak üzere çalışmak zorunda olan/ bırakılan insanlara virüs bulaşma riskinin yüksek olduğunu, özellikle sağlıkçıların her gün binlerce hastayla temas etmesinin bulaş riskini artırdığını anlamak için uzmanlık mı gerekiyor? hayır… ya da belli yaş grubu insanları eve kapatıp riski azaltacağını düşünenler çalışmak zorunda olan/ bırakılan insanların risk altında olduğunu bilmiyorlar mı? biliyorlar…
binlerce insanı yitirdik. bunların önemli bir kısmı işyerlerinde veya işe geliş gidiş sırasında virüse yakalandı. korona virüs meslek hastalığı sayılmadığı için ölen çalışanların yakınlarına “normal” ölüm olmuş gibi uygulama yapılıyor; bu ise mağduriyetlere ve hak yitimine yol açıyor… eğer korona virüs meslek hastalığı değilse emekçilerin çalışmaya zorlandığı, gereğince kapanma ve önlem almaya dönük politikalar uygulanmadığı dikkate alınınca tek şey söylenebilir: cinayet, iş cinayeti…
bugünler geçecek elbet… fakat düşünen, sorgulayan, tanık olan herkesi çileden çıkaran ve “ölümleri beklemek” zorunda bırakanlara, virüs günlerini fırsata çeviren sermayeye öfkemiz geçmeyecek.
birbirimize ‘yaramızı gösterir gibi’ yiten canlarımızı ‘onlarsız ne yapacağız’ diyerek anarken; iktidarlarını ve servetlerini insanların canı pahasına sürdürüp, büyütenlere de başka türlü soracağız; onlarsız ne yapacağız…?
*pir sultan abdal