Bu yazımın içeriği sosyal medyanın gündeminden düştü ama ülkemizin en tepesindeki sorunlardan biri olma özelliğini yitirmedi.
GİRİŞ
Tıp eğitimi dahil 43 yıldır tıbbi terminoloji ile iç içe yaşıyorum; yazar ve hekim olarak sosyal medyada “omurilik soğanı” üzerine süren tartışmalar üzerine iki çift söz söyleme sorumluluğu hissediyorum. Başlayalım.
“KİM MİLYONER OLMAK İSTER”
Konuyu biliyorsunuz; televizyonda bir yarışma programına katılan kişi, sorulan soru için telefon jokeri hakkını kullanmış. Sonradan öğrendiğime göre soru omurilik soğanı ile ilgiliymiş ve yarışmacının bağlandığı kişi bir tıp doktoruymuş. Aile hekimi olan meslektaşım omurilik sarımsağı cevabı vermiş ve yarışmacı elenmiş. Olayın buraya kadar olan kısmını sosyal medya paylaşımlarında görünce hafifçe gülümsemiş ve üzerinde durmaya değer bulmamıştım. Nedir, “omurilik soğanı” ve “hekimin bilgisizliği” konusunun sosyal medya gündeminin ilk sıralarına kadar yükseldiğini ve yanlış cevap veren hekimin toplumun hemen her kesiminden kişiler tarafından ağır biçimde alay konusu edildiğini, hakarete varan yorumlar yapıldığını, adı geçen hekimin meslekten atılması gerektiği mesajlarını şaşkınlıkla okudum. Bazı “ağır abi” akademisyenlerin bu olay üzerinden tıp eğitimini ve neredeyse her ilde açılan tıp fakültelerini sorgulamasına, bazılarının da üstenci bir dil ile hekimi aşağılamasına tanık oldum. Bu kakofoniye düşüncelerine değer verdiğim arkadaşlarımın da katılması karşısında “e yeter ama…” diyerek bu yazıyı kaleme aldım.
MEDULLA OBLONGATA
Yarışmada sorulan omurilik soğanı cevabını biliyor muydum? Evet! Nerede mi öğrendim? İlkokul ve ortaokul eğitimi sırasında! “Omurilik soğanı” denilen iki kelimeyi bir tıp dergisinde ya da bir tıp kitabında görmedim. Anatomi eğitiminin en temel kaynaklarından biri olan Sobotta Atlas’ta da omurilik soğanı yer almıyor. Çünkü tıp eğitiminde onun Latince adı kullanılıyor: Medulla Oblongata.
Anatomi dersi tıp eğitiminin ilk zorlu durağıdır. Şimdiki uygulama nasıldır bilmiyorum; 1978-1980 yılı arasındaki tıp eğitimimde iki ders yılı devam eden en “baba” derslerden biriydi Anatomi. İkinci yılın sonunda osteoloji, histoloji, embriyoloji vb. alanları da kapsayan teorik ve pratik, çok aşamalı bir sınavdan geçmiştik. Anatomi dersinin en zorlu yanlarından biri ise terminolojisinin hemen tümüyle Latince olmasıdır. Latince dersleri de veren rahmetli Anatomi hocamız İsmail Ulutaş[i]’ı elinde femur kemiği ile arkasından koşarken rüyasında gören tek tıp öğrencisi olduğumu da zannetmiyorum.
TIP EĞİTİMİNİ SORGULAMAK!
Bu yazının, tıp eğitiminin temel yapıtaşlarından birini oluşturan Anatomi eğitim terminolojisinin Latince olmasını sorgulamak gibi bir amacı bulunmuyor. Tıbbi terminolojinin hasta hekim ilişkilerinde sorun yarattığına da çok sık tanık oldum. Örneğin mesleğe başladığım ilk günlerde bir hastamın “yargınımda çımgışma oluyor doktor bey” dediği zamanki şaşkınlığımla, muayeneden sonra “servikal disk hernisi yönünden araştırmakta fayda görüyorum” dediğimde hastanın boş bakışları birbiriyle karşılaştırılabilir. Nedir, konuyu daha fazla dağıtmadan omurilik soğanına dönelim.
Sözü nereye doğru getirdiğimi anladığınızı umuyorum. Televizyondaki eğlence amaçlı bir yarışma programında, yarışmacının bağlandığı “telefon jokeri” olan kişi bizler gibi soruyu ekranda görmüyor, göremiyor. Sosyal medyanın “meslekten atılsın” hükmü verdiği hekimin, telefonda duyduğu ve anladığı kadarıyla soruya “omurilik sarımsağı” cevabı vermesine dayanarak ne tıp eğitimini ne de o kişinin hekimlik yeterliliğini sorgulayamazsınız. Üstelik bu satırların yazarı, ülkemizde hem tıp eğitimi hem de hekimlik uygulamalarında çok ağır sorunlar olduğunu iddia eden, 10 yıl boyunca tıp fakültesinde ve pandemi başlayıncaya kadar da hemşirelik fakültesinde dışarıdan ders veren bir tıp doktorudur. Sosyal medyada hedef tahtası olarak kullanılan meslektaşımın, omurilik soğanını gerçekten bilmediğini bile varsaysam, bu “bilgisizlik” tıp eğitimine değil ilk ve orta eğitime ait olmalıdır.
Malumatfuruşların ilköğretim düzeyindeki Türkçe bilgisini sorgulasak mı?
Bu yazımı ilk ve orta öğretimin yeterliliğini ve Türkçe eğitimini sorgulamaya kadar uzatırsam sonu tehlikeli mecralara varırız. Dahi anlamı taşıyan “de/da” bağlacını ayrı yazmayı bilmeyenleri geçtim; pek çok kelli felli yazar ve akademisyenin “ki” bağlacının yanına virgül konmayacağını bilmediğini söyleyebilirim. Omurilik soğanını bilmediği için “Sonuç olarak söylemeliyim ki, böyle bir cehalet kabul edilemez ve bu doktor anatomi dersini yeniden görüp sınavdan geçinceye kadar diploması askıya alınmalıdır” diye görüş bildiren akademisyenin, Türkçe dersini yeniden görüp sınavdan geçinceye kadar ilköğretim diploması askıya alınmalıdır sonucuna varmamız gerekir.
İTİBARSIZLAŞTIRMANIN ÖRGÜTLENMESİ
Değerli okurlarım; belki bu yazının alt başlıklarından biri “sosyal medya yüksek mahkemesi” olmalıydı, olmalıydı ama sizlerin sabrını daha fazla zorlamak istemiyorum[ii]. Yine de şu kadarını söyleyerek bitirmek isterim: Totaliter rejimler iyi eğitimli ve bilgili insanların varlığını tehdit olarak algılar. Örneğin Adolf Hitler daha iktidara gelmeden önce “En büyük önceliğimiz sağlıklı bedenlere sahip ve az eğitilmiş kişilerdir” demekten çekinmiyordu[iii]. Naziler üzerine pek çok çalışmaya imza atmış olan Alman tarihçi ve gazeteci yazar Joachim Fest[iv]’in “Nasyonal Sosyalizm esas olarak akla karşı duyulan nefretin politik örgütlülüğünü temsil ediyordu” saptaması çok önemlidir.
Totaliter yönetimler iyi eğitimli kişileri sindirmek için bir korku atmosferi yarattıkları gibi medya aygıtlarını kullanarak akıl ve bilginin itibarsızlaştırılmasını çok etkili şekilde kullanmaktadır. Sosyal medya aygıtlarının “ortak akla ve bilgili insanlara duyulan nefretle” kışkırtılarak örgütlenmeye çalışıldığını ve tam da pandeminin orta yerinde her gün hekimlerin üçer beşer öldükleri, fiziksel saldırıya uğradıkları günlerde böyle bir konuyu gündeme taşımanın anlamını sorgulamanızı diliyorum.
Dipnotlar ve kaynaklar
[i] Prof. Dr. İsmail Ulutaş: (d. 19.05.1919- ö. 5.12.2001.) 1955 yılında açılan Ege Üniversitesi’nin kurucu öğretim üyelerindendir. Uzun yıllar E.Ü Morfoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevini yürütmüştür.
[ii] “Sosyal medya yüksek mahkemesi” yazmayı planladığım konulardan biridir.
[iii] Alan D. Beyerchen, Nazi Döneminde Bilim, Alan Yayıncılık, Ekim 1985, Sayfa 19.
[iv] Joachim Fest: (d. 8 Aralık 1926,- ö. 11 Eylül 2006) Nazi Almanyası üzerindeki yazı ve yorumları özellikle Adolf Hitler konulu biyografi çalışması, Hitler’in sığınağındaki son günleri, Albert Speer ve Alman direnişi hakkındaki kitaplarıyla bilinen Alman tarihçi, gazeteci, eleştirmen ve editördü. Alman tarihçiler arasındaki Nazi dönemi tartışmalarının öncü kişisiydi.