Bu haftaki yazımda, kadının tarih yolculuğundaki okuma/öğrenme eylemini gerçekleştirirken yaşadığı büyük engellere resimler eşliğinde bakmak istedim. Kadınlar bildiğiniz gibi varoluşundan bu yana engeller, zorbalıklar ve dayatmalarla karşılaşmış; ataerkil toplumların ve patriyarkal düzenin baskısı altında büyük mücadelelerle varlıklarını sürdürmeye çabalamışlar. Bilimden sanata, söz haklarından eğitime, günlük yaşamdan politikaya değin bastırılıp yok sayılmışlar, düzen içinde kendilerine ayrılan bölümlere hapsedilmişler. Bunların başında da tüm bu baskılara başkaldırmalarını sağlayacak olan okuma ve öğrenmekten çeşitli ‘’gerekçelerle’’ men edilmişler. Okuyan kadının özgürleşmesinden, özgüvenli ve sorgulayan bireyler olmasından korkan ataerkil ve patriyarkal düzen, kadını daima kendi belirledikleri çerçeveler içine hapsetmiş. Aslında kadının bu konumlandırılmasına yazılarımda sıkça yer verdiğimi fark etmiş olabilirsiniz. Bu bağlamda, Hypatia’dan düzene başkaldıran ressam Artemisia’ya, RemediosVaro’dan Shakespeare’in patriyarkanın kurbanı Ophelia’sına ve İngiliz şair Tennyson’un ‘’Viktorya dönemi ahlakının’’ kalıplarına sıkıştırılmış Shalottlu Hanımefendi’ sine kadar farklı dönem karakterlerini işledim. Bana göre kadınların zincirlerini kırabilmesi için başta gelen eylem, okuma ve öğrenme ile aydınlığa baş uzatmaları, kendilerine biçilen rolleri ve kalıpları bu ışığın rehberliğinde reddetmeleridir. Bu sayede hayatın tüm damarlarına akış çok daha kolay olacak, kendi benliklerini anlamaları ve yönlenmeleri de böylece gerçekleşebilecektir.
Günümüzde eğitime erişim, kişinin sınıfına, uyruğuna ve hatta dini geçmişine bağlı olarak ölçülemez derecede değişmekte. Tarih boyunca kadınlar için -ve bugün dahi ne yazık ki hala milyonlarca kadın için- eğitim yoluyla edebiyata erişim genellikle reddedildi. Kızlarını eğitmeye gücü yeten varlıklı aileler için bu, onlara kendi mesleki seçimlerini yapma özgürlüğü sağlamaktan ziyade, genellikle evlilik için gerekli bir beceri olarak görülüyordu. Bazıları kadınların eğitimini zaman kaybı, hatta ahlak dışı olarak görüyordu. Okumanın bir kadına radikal olarak yeni ve potansiyel biçimde tehlikeli fikirler sunarak zihnine zarar verebileceğine veya onu bozabileceğine inanılıyordu. Daha da ileriye gidersek, bir kadının çok fazla bilgiye sahip olmasının kısırlığına katkıda bulunabileceğine dahi inanılıyordu. Belki de ataerkil ve patriyarkal toplumlar, eğer beceri ve okuryazarlık verilirse, kadınların anlatabileceği hikâyelerden korkuyordu. Çünkü bilgi güç demekti. Güç ise, bu düzenlerde sadece belli kesimlerde toplanmasına izin verilen bir haksız faydalanım aracı olarak kullanılıyordu.
Okumak sadece bir fantezi ve hayal dünyasının değil, aynı zamanda bağımsız düşünmenin, çevremiz ve kendimiz hakkında yeni anlayışların kilidini açar; bunların tümü ise tartışmasız bir şekilde bireysel ve toplumsal olarak ilerlememize yardımcı olur. Bir -faydalanım aracı olarak- güç olgusunu bu bağlamda okuyunca, taşlar da elbet yerine oturuyor.
Okuma eylemi, özellikle bir kadın tarafından yapılan okuma, yüzyıllar boyunca kadınların eğitiminin yetersizliğine rağmen, sanat tarihi boyunca çok yaygın bir konu olmuş. Okuyan kadın -kitap, gazete, mektup vs- ile ilgili sanat eserlerine tarih boyunca fazla sayıda rastlarız. Aslında oldukça uysal ve bastırılmış bir sahne olarak kabul edebileceğimiz okuyan kadın eserlerinin altında başka bir şey de yatabilir. Nasıl mı?…
Araştırmacı James Conlon’un ‘’Erkekler Okuyan Kadın Okur: Okuyan Kadınların Görüntülerini Yorumlamak’’ adlı araştırma yazısında okuma eyleminin potansiyel gücü, özgürlüğü ve mahremiyeti nedeniyle özellikle merak uyandırıcı ve hatta erkek ressamlar veya eseri izleyen erkekler için tehdit edici olduğuna vurgu yapıyor. Şöyle diyor Conlon;
“O halde ataerkil kültürde, okuyan kadın -bir metinle gerçekten ilgilenen herhangi bir kadın- yalnızca erkekleri tehdit edebilir. Kitap onu erkek egemenliğinin geleneksel dünyasından çıkarıyor ve onu zevk ve bilgeliğin kelimenin tam anlamıyla kendi ellerinde olduğu bir metin dünyasına yerleştiriyor.’’ Tam da bahsettiğim gibi bir düşünce değil mi?
Conlon’un çalışmasında alıntıladığı bir başka araştırmacı Alberto Manguel ise Okumanın Tarihi ile ilişkili çalışmasında benzer cümleleri sarf ediyor; “Bir okuyucunun bir kitabın sayfaları arasında neler yapabileceğine dair yaygın korku, erkeklerin kadınların vücutlarının gizli yerlerinde neler yapabileceklerine ve cadılarla simyacıların karanlıkta, kilitli kapılar ardında neler yapabileceklerine dair eskimeyen korkuya benzer.” Ve şöyle devam ediyor Conlon…
‘’Okuyan kadın imgesinin Batı sanatında yinelenen bir imge olması ve çoğu figüratif sanatçının bu temayı şu ya da bu biçimde ele almak zorunda hissetmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, özellikle kadınların tarih boyunca okuryazarlığa erişiminin sınırlı olduğu düşünüldüğünde, kitap okuyan kadınların görüntülerinin sayısıdır. Erkek sanatçılar, günlük hayatta ortaya çıkma sıklığıyla orantılı olarak bu görüntüye çekildiler. Neden? Okuyan bir kadın görüntüsü neden hem erkek sanatçılardan hem de yapımlarını etkileyen (çoğunlukla erkek) izleyicilerden bu kadar sürekli ve dikkatli bir ilgi gördü? Bu görüntü erkek ruhuna tam olarak ne yapıyor, ya da başka bir deyişle, erkekler kadınları okurken nasıl okuyor?’’
Corcos’un üstteki çok sevdiğim resmi hakkında iki cümle edeyim… Ressamın en bilinen resimlerinin başında, modeli ve aynı zamanda sevgilisi Elena’nın olduğu ‘Rüyalar’ adlı bu resmi geliyor. O dönem Elena bacak bacak üstüne attığı için resim “uygunsuz ve yakışıksız” bulunmuş. Corcos bu algıyı kırmak için sonrasında daha ‘’usturuplu’’ başka bir resmini yapmış Elena’nın. Düşünsenize; bu kadın bir de kitap okuyor(!) ve kendinden emin bakışlarla izleyiciye bakıyor!
Buradan itibaren, sessiz, huzurlu, hayal dünyasına dalmış okuyan kadınların sahnelerini betimleyen bazı sanat eserlerine yakından bakmak için sanat tarihinde bir gezintiye çıkalım haydi…
Christine de Pizan – Okuyan Kadının Tarihindeki İlklerden
Okuyan kadının tarihini keşfetmek için, yazmayı meslek olarak seçen ilk kadın olarak kabul gören en eski feminist yazarlardan biri olan Christine de Pizan (1364-1430) ile başlamalıyız. Pizan’ın çalışmaları, kadınların ezilmesi, eğitimsizlik ve toplumda tanık olduğu kadın düşmanlığı sorunlarına ışık tuttu. Ta o zamanlarda söylediği şu anlamlı ve güzel sözlerine bakın: “Ah, çocuk ve genç, bilginin tadındaki saadeti, cehaletteki kötülüğü ve çirkinliği bir bilseydiniz, öğrenmenin acı ve zahmetinden şikâyet etmemeniz ne güzel öğütlenirdi.’’
Pizan’ın yetiştirilmesi olağandışıydı; eğitimliydi ve kitaplarla çevrili bir şekilde yetiştirilmiş, kendi hayatını gözlemleme ve kadınlara yapılan zulümlere karşı başkalarını aydınlatma bilgeliği ile ödüllendirilmişti.
Orta Çağ’ın sonlarında, en popüler kitaplardan biri, Guillaume de Lorris tarafından 1237’de yazılmaya başlanan ve birkaç on yıl sonra Jean de Meun tarafından genişletilen Gülün Romantizmi (Roman de la Rose) idi. Uzun ortaçağ şiiri, romantik aşk ve aşk sanatı hakkında bir rüya vizyonunu tanımlayan şiirin merkezinde, uyurken bir aşk bahçesiyle karşılaşan genç bir adam vardır. Oradayken âşık olduğu bir gül görür. Rüya yolculuğu sırasında çeşitli alegorik figürler veya kişileştirmelerle tanışır. Sonunda genç adam gülü alacak ve onu yeniden çiçeklendirecektir. Kitap, hikâyeyi gösteren birçok el yazması ile çok satan bir kitap olmuştu, ancak aynı zamanda saray aşkı, kadınlar ve evlilik hakkındaki açıklamaları için de tartışmalı görülmüştü.
On beşinci yüzyılın başlarında, Gülün Romantizmi kitabı ile birlikte kadınların doğası ve rolü hakkında büyük bir tartışma başlamıştı. Buna querelle de femmes veya “kadın tartışması” deniyordu. Önemli düşünürleri birbirine düşürmüştü. Bu tartışmanın en aktif katılımcılarından biri, ilk profesyonel yazar ve bir kadın olan Christine de Pizan’dı ve o, kadın düşmanı metnin fikirlerine karşı olduğu kadar bu fikirlere meydan da okudu. Kitaptaki kadınlara yönelik olumsuz, kadın düşmanı tutumlara katılmadı ve kadınları savunmak için çok sayıda mektup yazdı. Kavgaya katılımı, Christine’in genellikle ilk feministlerden biri olarak adlandırılmasının bir nedenidir. Şiirlerinde ve nesir metinlerinde kadın haklarını da savunur ve kadınların başarılarını kutlamak için fırsatlar bulurdu.
Hanımlar Şehri Kitabı
Pizan’ın 1404-05 yılları arasında kaleme aldığı The Book of the City of the Ladies (Hanımlar Şehri) adlı en ünlü metni, muhtemelen onun kadınlar hakkındaki görüşlerinin en iyi ifadesidir. Metin, Christine’in çalışma odasında nasıl oturup okuduğunu anlatmasıyla başlar. Muhtemelen aklında, Kraliçe’nin El Yazması’ndaki portresinde gördüğümüze benzer bir alan vardı; üstteki el yazmasının sanatçısı, hatta muhtemelen bir kadın el yazması ressamı, Christine’i çalışma odasında bir masada otururken, yazı gereçleriyle birlikte ve yanında bir el yazması ve bir köpek ile resmetmiş. Christine, Hanımlar Şehri kitabında, kadınlar hakkında tatsız ve şok edici bulduğu bir kitap okuyor. Kitabı okuduktan sonra, kitap kadınlardan ve evlilikten şikâyet ettiği için kendini üzgün ve tükenmiş hissediyor. Bu üzüntü anında Christine, farklı erdemleri temsil eden üç hanımefendi, Doğruluk, Adalet ve Akıl tarafından ziyaret edilir. Christine’e bir hanımlar şehri inşa etmesini ve burayı zekâları, şefkatleri ve güçleri ile tanınmaya değer kadınlarla doldurmasını söylerler.
Kitap, önemli kadınları (tarihsel, İncil ve mitolojik) kataloglamaya devam ediyor ve Judith, Amazonlar, Kastilyalı Blanche, aziz Cecilia ve Sappho gibi kadınları içeriyor. Christine’in metninde çok fazla kadın var ve metin onları, özellikle de eğitimlerini tutkuyla savunuyor.
Kadınların Eğitimi
Hanımlar Şehri’nin bir bölümünde Christine, Lady Rectitude ile kadınların eğitimini tartışıyor, “querelle” argümanlarını genişletip kadınları ve onların eğitim haklarını savunmak için başka bir fırsat sunuyor. Bölüm şöyle:
‘’Christine dedi ki, ‘Leydim, kadınların dünyaya çok fazla iyilik getirdiğini açıkça görebiliyorum. Bazı kötü kadınlar kötü şeyler yapmış olsalar bile, bana öyle geliyor ki, diğer kadınların yaptığı ve yapmaya devam ettiği tüm iyilikler, hala çok daha ağır basıyor. Bu, özellikle daha önce bahsettiğimiz sanatta veya bilimde bilge ve iyi eğitimli olanlar için geçerli. Bu yüzden kızlarının, eşlerinin veya diğer kadın akrabalarının ahlaklarının bozulmasından korktuklarından eğitime tamamen karşı olduklarını söyleyen bazı erkeklerin görüşlerine daha da hayret ediyorum.”
Doğruluk yanıtlar, ‘Bu size, tüm insanların argümanlarının akla dayanmadığını ve özellikle bu adamların yanlış olduğunu kanıtlamalıdır. Aslında erdemi telkin eden ahlaki disiplinlerin bilgisinin ahlaki olarak yozlaştırıcı bir etkisi olacağını varsaymak için kesinlikle hiçbir neden yoktur. Doğrusu bu tür ilimlerin, kusurları düzelttiği ve ahlâkı iyileştirdiği konusunda hiçbir şüphe yoktur.”
Christine’in kadınların eğitimini savunmasında, kendi eğitiminin ve bir yazar olarak çalışmalarının altını çizmişti. Kraliçe’nin El Yazması’ndakiler de dâhil olmak üzere Christine’in diğer boyalı portreleri, Christine’i kadınları ve eğitimlerini desteklemek için görsel argümanlar eşliğinde yazı veya tartışmalarla meşgul olarak tasvir eder.
Bir Hanımlar Şehri inşa etmek
Kraliçe’nin El Yazması’ndan bir başka görüntüde sanatçı, Christine’i çalışma odasında üç alegorik kadın tarafından ziyaret edilirken ve şehri inşa etmeye başlarken tasvir ediyor. Christine bir kez daha mavi elbisesini ve beyaz boynuzlu başlığını giyiyor ve üç ziyaretçisiyle konuşmak için sandalyesinden kalkıyor. Üç taçlı kadının tümü, Christine’in metnin kendisinde tanımladığı gibi, kişileştirdikleri kadınla ilgili niteliklere sahiptir. Akıl bir ayna (bilgeliği simgeleyen), Doğruluk bir hükümdar (yargıyı simgeleyen) ve Adalet altın bir kap (adalet ve kurtuluşu simgeleyen) tutar. Akıl, aynayı Christine’e tutar, böylece kendini, erkeklerin kadınlara olumsuz olarak hitap ettiği şekilde değil, kendi olduğu kişi olarak görebilir. Rectitude’un hükümdarı, Christine’in şehri inşa etmek için gereken malzemeleri ölçmesine ve iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmasına yardımcı olmaktır. Tanrı Adalete altın kabı verir ve kurtuluşa ulaşmak için ahlaki ve adil bir şekilde yaşamayı hatırlatır, çünkü Adalet her insanın nasıl yaşadığına göre “hakkını” verecektir. Resmin sağ tarafında, Christine şehrin inşasında aktif olarak yer alıyor, şehrin dış duvarını inşa etmek için taşları tek tek sıvarken bir mala tutuyor. Akıl, Christine’e bir tuğla taşıyarak ona yardım eder. Tek bir görüntü içerisinde, Christine bir yazar, bir entelektüel, ilahi varlıkla süslenmiş bir birey ve iş başında bir mimar olarak betimlenmiştir.
Piero de Cosimo’nun Okuyan Magdalen‘inde (c.1500–1520), yakından baktıkça daha fazla ayrıntı ortaya çıkar: uzun kıvırcık saçlarının arasından geçen inciler, başının üzerindeki soluk hale ve solundaki kavanoz, Mary Magdalen’in İsa’nın ayaklarına sürmek için kullandığı merheme bir referanstır. Renkli, dökümlü kumaşların asimetrisi, arkasında puslu mavi bir gökyüzü ve bir çiçek tarlası bulunan siyah ve kırmızı boya bloklarıyla çok hoş bir şekilde dengelenmiş. Mukaddes Kitabını sıkı bir şekilde tutuyor ve şefkatle bir sayfayı çeviriyor gibi görünüyor. Di Cosimo, 1462 doğumlu, hem mitolojik hem de dini konuların eklektik resimleri ve doğal ve hayali sahnelerin birlikteliği ile tanınan, saygın bir Floransalı Rönesans ressamıydı. Di Cosimo’nun resminde yansıtıldığı gibi, din erken modern okuryazarlık hareketinde etkiliydi. İlk kilise genellikle kadınların yükseköğrenimine karşıt vaaz verirken, birçok rahibe okuryazardı ve genellikle rahibe okumalarının ilahi okumalar olduğundan bahsederdi. Hikâyeleri yayıldıkça, okuma, yüce ve uhrevi, heyecan verici deneyimlerle ilişkilendirildi ve okuryazarlığı daha da cazip hale getirdi. İncil, Alman mucit Johannes Gutenberg’in, kitapların daha erişilebilir ve uygun fiyatlı olmasını sağlayan matbaa aletini yaratmasından sonra yaygın olarak basılan ilk kitaplardan biriydi. Bu noktada sizi biraz farklı, ama okuma ile ilişkili başka bir yazıma götürmek isterim. Okumak isterseniz William Tyndale yazıma göz atabilirsiniz.
On altıncı yüzyıl Protestan Reformunu teşvik eden Alman ilahiyatçı ve dini reformcu Martin Luther, bir rahibin kitlesel yorumuna güvenmek yerine, her inananın İncil’i kendileri için okuması ve yorumlaması gerektiğini söylüyordu. Luther, okumayı manevi dönüşüm için gerekli olarak görmüştü ve evrensel okuryazarlık için teşvik ediciydi. Luther, Mukaddes Kitabın Latince ve Yunanca’dan erişilebilir birçok dile çevrilmesi için savaştı ve hem kadınları hem de çocukları okumaları için güçlendirmek konusunda kararlı oldu. Modern çağda, yeni teknolojiler aracılığıyla matbaa ve okuma ‘devrimi’nin gelişiyle birlikte, okuma etkinliği artık ağırlıklı olarak erkek ve elit bir gruba ayrılmış değildi. On dokuzuncu yüzyılda George Eliot’tan Jane Austen’e kadar çok fazla kadın yazarın yükselişinin yanı sıra okuma eylemiyle meşgul olan kadınların daha çokça ressamlarca tasvirleri ve okur kitlesi de giderek kadınlaşmıştı.
Ancak, ‘’ahlaksızlık ve okuyan kadın karışımı’’ düşüncesi devam etti. 1886’da Théodore Roussel, çıplaklığıyla birlikte okuma aktivitesiyle ilgili olarak halktan karışık eleştiriler alan Okuyan Kız adlı resmini gözler önüne sermişti. Bir eleştiri yazısı, “Bu, gerçekçiliğin en kötü türüdür: Sanatçının gözü, modelinin yalnızca kaba görünüşünü görür, onu kör ve kaba yapar…” diyordu. Tablodaki kendisi ve kitabı dışındaki diğer unsurlar, genellikle Roussel’in Japon sanatına olan düşkünlüğünü temsil ettiği düşünülen, cesurca desenli, hafifçe dökümlü bir kimono olduğundan, tabloyu kesinlikle çarpıcı kılıyor. Boynunun duruşu, onu vahşi bir yolculuğa çıkaran yazarın sözlerine sarsılmaz bir şekilde odaklandığını gösteriyor. Hikâyenin konusu, detayları ve yorumu izleyici için değil; onlar kesinlikle figüre ait. Bu resimde bariz bir gerilim seziliyor; böylesine yaygın olarak aşağılanmış bir özneyi, çıplak kadın öznesini, sıklıkla gizlendiği veya reddedildiği bir şeyle ilişkilendirme biçiminde: kendi arzuları ile ilişkilendirilmesinin gerilimi. Giyinmemiş olmasına rağmen, yalnızca izleyicinin bakışına tabi değildir, çünkü kendi arzuları gerçekleşmiştir. Kitabı, varlığını sadece görülmesi gereken bir manzara değil, aynı zamanda hesaba katılması gereken bir güç olarak öne sürdüğü bir araç haline gelir.
1894’te Henri Matisse tarafından yapılan Okuyan Kadın resmi sakin ve huzurlu bir sahne gösteriyor: İzleyiciye sırtı dönük olarak gösterilen bir kadın, bir sandalyede oturuyor ve kitap okuyor. Matisse, tasvir ettiği oda tipi ile kendisininki gibi bir sanatçının stüdyosu arasındaki benzerliği vurgulamak istemiş. Bunu başarmak için, duvara asılı birkaç tabloyla odaya sanatsal bir görünüm vermiş. Resimde okumanın bir okuyucuyu başka bir dünyaya taşıyabileceğine dair güçlü bir his hâkim: kadının odası oldukça dağınık ama kitabına o kadar dalmış ki bunu fark etmiyor bile.
Vermeer’in aydınlık ve zarif bir şekilde işlenmiş, Mavili Kadın Bir Mektubu Okurken resmi, genç bir kadının özel dünyasına dair en büyüleyici tasvirlerinden birisidir. Bu resimde en basit haliyle düşünebileceğimiz şey, okumaya erişebilmiş bir kadının başkalarına ihtiyaç duymadan kendisine gelen özel bir mektubu kendi başına okuyabileceği gerçeği olmalı. Fakat kıyafet ve eşyalardan anlayabiliyoruz ki, varlıklı bir kadının bu eğitime erişebilme gücüne sahip olabilmesi gerçeği de bir yandan yüzümüze çarpıyor.
Jean Paul Getty Müzesi bir dönem sergilediği eser hakkında şunları söylüyor;
“Vermeer’in sessiz sahnesi hem tanıdık hem de esrarengiz. Kompozisyon o kadar titizlikle düzenlenmiş ki, her unsur merkezdeki kadın öznenin yansıtıcı ruh haline katkıda bulunuyor. Görünmeyen bir pencerenin önündeki masada hareketsiz duran genç bir kadın, bir mektubun sayfasını dikkatle okuyor – muhtemelen bir sevgiliden gelen değerli bir mesaj. Masanın üzerinde, mektubun ikinci sayfası, belki de yakındaki açık mücevher kutusundan çıkarılmış, mavi bir kurdele üzerindeki bir dizi büyük inciyi kısmen kaplıyor. Yumuşak sabah ışığı alnını aydınlatıyor. Yazışmanın içeriği bir muamma olsa da, kadının eğik başı ve aralık dudakları bir gerilim duygusu veriyor.’’
David Trigg – Resim Okuma: Kitap Severler İçin Sanat
Bu kısımda yazar, eleştirmen ve sanat tarihçisi David Trigg’in Resim Okuma: Kitap Severler İçin Sanat kitabından ilgimi çeken bazı bölümlere yere vereceğim…
Trigg şöyle yazıyor kitabında: “On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda, giderek daha fazla kadın okuma yoluyla yeni bir öz farkındalık ve bağımsızlık duygusu yaşıyordu” diyerek şöyle devam ediyor: “Birçoğu özellikle kadın okuyuculara pazarlanan roman sayfaları aracılığıyla, ataerkil toplumun inceleme ve gözetiminin ötesinde özel bir alana girdiler.’’
Buradan hareketle kitaptaki bazı resimlere ve yorumlara da bakalım…
‘’Ancak, her kadın okuyucu tasviri, iffetli veya eğitici değildi. Trigg, “Okuyucuları kendilerini bir fantezi dünyasına daldırmaya teşvik eden ucuz kitapların yükselişiyle birlikte muhafazakâr gözlemcilerden uyarılar geldi” diye açıklıyor. “Okumak, artık ahlaki eğitimden çok zevk arayışıyla ilgili olduğundan, toplumun ahlaki dokusunu tehdit eden bir eğilimden korkuluyordu. Bu nedenle roman yaygın eleştirinin nesnesi haline geldi.”, “On dokuzuncu yüzyılın sonlarında çalışan birkaç sanatçı, okumanın yozlaştırıcı etkisine ilişkin toplumsal kaygıyı yakaladı. 1875 tarihli Çiftlik Evi adlı tuvalinde, Norveçli ressam Johanne Dietrichson, bir romanın ev işiyle ilgilenmeyen genç bir hizmetçi üzerindeki dikkat dağıtıcı gücünü gösteriyor…’’
“Bazı yorumcular, yeni edebiyatın aylaklığı teşvik etmenin yanı sıra bir kadının erdemini bozabileceğinden endişe duyuyorlardı. İtalyan sanatçı Federico Faruffini, ‘Okuyucu’ resminde bu tür bir kaçışı duyusal ve ahlaki açıdan sorgulanabilir bir etkinlik olarak betimleyerek bu temayı ele alıyor. Bol giysiler giymiş kadın bir sandalyede dinleniyor, sigara içiyor. Masanın üzerindeki sürahi, onun da bir kadeh şarap veya likör içebileceğini gösteriyor. Önündeki dağınık kitaplardan oluşan masa, ahlaki bir düzensizlik duygusu taşıyor.’’
Faruffini bu resmiyle kadının okuma, zevk alma ve aylaklık yapma hakkına sahip olabileceğini ve bunun gayet doğal olduğunu göstermiş.
‘’Daha da ‘’kötüye’’ gidebileceğine inanmak zor, ama oluyor. “Théodore Roussel, Okuyan Kız‘da tamamen kıyafetlerden vazgeçerek roman okumanın algılanan ‘’ahlaksızlığına’’ atıfta bulunurken, Félicien Rops’un Kütüphaneci’sinde erotik edebiyata kendini tamamen kaptırmış çıplak bir kadın, zulası Şeytan’ın kendisi tarafından dolduruluyor.” diyor Trigg, Roussel’ın Okuyan Kız resmi için. (Roussel’ın daha yukarıda bahsettiğim Okuyan Kız resmini hatırlayın.)
Yazımın sonunda, bir kadın olarak okumaya dair aklımdakileri de eklemek isterim…
Okumak için kadınların bu ‘’ayrıcalığı’’ kazanması yüzlerce yıllık bir ilerlemeyi gerektirdi. Günümüzde bile pek çok kadın hala kitaplara ve eğitime erişememekte. Bu yazıyı yazmaktaki amacım, okuyan kadınların tarihi tasvirlerini huzurlu, sessiz, sakin ve sıradan sahneler olarak değil; kadınların fikirlerinin ve hayal gücünün özgürce dolaşmasına izin verilen değerli sahneler olarak görmemize kapı açması içindi. Kitap okumak hem kişisel bilgi edinmenin bir aracı, hem de özel ve zevk veren bir eylem. Tarih boyunca kadının okumasından korkanlar, sadece onların içine girebileceği bu özel dünyayı tehlikeli buldular. Girdiği bu özel dünyayı kendi zihninde deneyimleyen bir kadın, bir gün bu deneyimi gerçek dünyada da isteyebilecektir çünkü. Güçten haklı payını almak isteyecek; bunu doğru yolda kullandığında, patriyarkal düzenin faydalanım aracına müdahale edecektir. Okudukça genişleyen dünyasından, gerçek dünyaya sesini yükseltecek ve haksızlığa başkaldıracaktır kadın. Okuyarak direnecek, protesto edecek, başkalarının hakkını da koruyacaktır kadın.
Kitabın, okumanın ve sorgulamanın gücüyle dolu kalın diyor ve son olarak sevdiğim, okuyan kadın temalı bazı resimleri de ekliyorum.
Kaynaklar:
Pleasure, privacy and power: reading women throughout art history | Art UK
Men Reading Women Reading: Interpreting Images of Women Readers | Semantic Scholar
A history of reading | Semantic Scholar
By Dr. Lauren Kilroy-Ewbank (article) | Khan Academy
Johannes Vermeer: Woman in Blue Reading a Letter (Getty Center Installation)
The reasons reading is (still) a feminist issue | art | Phaidon