Hatırlanacağı üzre, geçen hafta Hopa Kemalpaşa’da, okula gelen bir Kaymakam, kendisine elini uzatarak “hoş geldiniz” diyen bir öğretmene “haddini bil” diyerek hakaret etmiş ve sınıftan kovmuş, özellikle sosyal medyadan gelen tepkiler üzerine ise öğretmenden özür dilemişti.
Aslında,
-Yalova Valisi, öğretmen Halil Serkan Öz’ü öğrencilerinin önünde kıyafetini beğenmediği için azarlayıp sınıftan kovmamış ve Halil öğretmen kalp krizi geçirip hayatını kaybetmemiş olsaydı,
-Edebiyat öğretmeni Aziz Serin Kahramanmaraş’ta öğrencilerine online ders anlatabilmek için internetin çektiği tepeye çıktıktan sonra kalp krizi geçirip ölmemiş olsaydı,
-Resmi rakamlara göre 460 bin, gayri resmi rakamlara göre ise 700 bin ataması yapılmayan öğretmen olmasaydı, KHK’lar ile öğretim üyeleri, öğretmenler atılmamış olsaydı,
-Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verilerine göre, öğretmen maaşları açısından ülkemiz 33 ülke arasında 27. sırada yer almıyor olsaydı, büyük tartışma yaratan bu habere münferit bir olay der geçerdik.
Ancak eğitim alanında yaşanan her gelişme, esas olarak Saray/AKP rejiminin eğitim ve öğretmene verdiği “değerin” düzeyini ortaya koyuyor.
Bu yüzden Kaymakam’ın özür dilemesi önemli olmakla birlikte, bu tutum siyasal iktidarın bir çok meselede olduğu gibi eğitim ve öğretmene bakışını yansıttığı için üzerinde ısrarla durulmayı hak ediyor.
AKP/Saray rejimi 19 yıllık iktidarı süresinde tüm kamusal alanları piyasaya açtığı gibi, eğitim alanını da piyasaya sundu. Eğitim ve bilim emekçilerinin sözleşmeli, ücretli gibi statü ayrılıklarını daha da derinleştirmekle kalmadı, okul öncesinden başlayarak üniversiteye kadar tüm kademelerde ırkçı-dinci kadroları yönetici olarak atadı. Özellikle okullara atanan müdürlerin (devletin neredeyse bütün katmanlarında olduğu gibi) tamamına yakınının neredeyse imam hatip kökenlilerden tercih edilmesi, Saray/AKP rejiminin devlet bürokrasisinde kalıcı bir kadrolaşma hedefi ve laiklik karşıtı siyasetini de gözler önüne seriyor.
İmam Hatip okullarını ülke genelinde yaygınlaştırmakla kalmayıp, eğitim müfredat programlarında yaptığı değişikliklerle tüm okulları da adeta “imam hatip” okullarına dönüştürmesi de siyasal iktidarın “dindar ve kindar bir nesil” yetiştirme arzusunun en açık göstergelerinden bir tanesi oldu. Eğitim programlarında ve müfredatta yapılan bu değişikliklerin yanında, öğretmenlere eğitim ve bilim emekçilerine karşı uyguladığı siyasetle öğretmenleri itibarsızlaştırarak toplumdaki saygınlıklarını da yok etmeye çalıştı. Cumhuriyet’ten bu yana çeşitli dönemlerde baskı görseler de; toplum içinde büyük bir saygınlığı olan öğretmenler ve öğretmenlik mesleği hiç bu kadar itibarsızlaştırma uygulamaları ile karşılaşmamıştı. Bu yüzden Kemalpaşa Kaymakamı’nın öğretmene yönelik bu tavrı, istisnai bir durum olarak değil, aksine iktidarın öğretmene ve eğitime karşı Saray/AKP rejiminin siyasal toplumsal tutumunun en açık göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Bu tabloda eski TÖS’ün (Türkiye Öğretmenler Sendikası) efsane Genel Başkanı Fakir BAYKURT’un yıllar önce:
“Öğretmen yalvarmaz ,
Öğretmen boyun eğmez ,
Öğretmen el açmaz ,
Öğretmen ders verir!” sözü hala yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
Bugün öğretmenlerin demokratik örgütlü gücünü ortaya koyarak, sevgili eski Genel Başkanımızın gösterdiği yolda olduğumuzu somutlamak için (sadece sosyal medya ile yetinmeyerek) harekete geçmek, sendikalarımızın devrimci-demokratik öğretmen hareketinin mücadele geleneğini takip ettiğinin en açık göstergesi olacaktır.
Gerek TÖS döneminde, gerekse TÖB-DER ve sonrasında kurulan EĞİT-SEN ve EĞİTİM-SEN’ süreçlerinde öğretmen örgütlerinin benzer saldırı ve uygulamalar karşısında göstermiş olduğu demokratik örgütlü tepki ve mücadelenin hayata geçirildiği onlarca örnek bulunuyor.
Bugün ne yapılması gerektiği açıktır:
Eğitim ve öğretime demokratik örgütlü gücümüzü harekete geçirerek sahip çıkmak!
Sendikalarımız üzerine düşen sorumlulukları yerine getirdiği ölçüde öğretmenlerin ve eğitim, bilim emekçilerinin gerçek mücadele örgütü olacaklarına kuşku yoktur. Bugün yandaş sözde sendikaların çok çok gerisinde bir üye sayısına sahip EĞİTİM SEN’in üye kaybına uğramasının bir nedeni de eğitim alanında yaşanan her türlü baskı ve uygulama karşısında etkili ve örgütlü bir mücadele anlayışından uzaklaşarak “bürokratik ve geleneksel” sendikal anlayış kervanına doğru hızla yol alması değil midir? (Bkz. www.mukavemet.org/egitim-sen-kongresinden-sosyalistlere-bakmak)
Sendikalarımızdan çok yönlü bir mücadele sürecini ülke genelinde yükseltmesini beklemek fazla bir iyimserlik olarak mı görülmeli?
Öğretmenlerin ve eğitim emekçilerinin onurunu ve saygınlığını korumak sorumluluğu elbette sendikalarımızın. Yandaşlar zaten bildiğiniz gibi. Tam da bugün öğretmenlerin ve eğitimin Saray/AKP rejiminin kuşatması altında olduğu koşullarda, sendikalarımızın ve toplumsal muhalefet güçlerinin bütün güçlerini birleştirerek, Kemalpaşa Kaymakamı’nın son hakaretinde somutlanan “eğitimi, öğretmeni ve öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştırma” tavrının arkasındaki zihniyete karşı büyük bir mukavemete yönelmesi sadece öğretmen ve eğitime sahip çıkmak değil, Türkiye’nin aydınlık geleceğine de sahip çıkmak anlamına gelecektir.