Öğrenci Ya Resulullah![1]
Üniversite ile kurulduğu yerin ekonomisine sağladığı katkıya dair aşağıda sıraladığım makalelere bir göz atalım:
“Üniversitelerin Şehirleşmeye Etkileri” (2005, Kitap), “Dicle Üniversitesi Öğrencilerinin Harcama Analizi ve Diyarbakır Ekonomisine Katkısı” (2013), “Üniversitelerin Şehirlerin Ekonomisi ve Şehiriçi Arazi Kullanımı Üzerindeki Etkileri: Kilis 7 Aralık Üniversitesi Örneği” (2013), “Meslek Yüksekokulu Öğrenci Harcamalarının Yapısı ve Yöre Ekonomisine Katkısı” (Adıyaman Üniversitesi Kahta Meslek Yüksekokulu’nun Kahta ilçesine yaptığı katkıyı inceliyor) (2016), “Üniversitelerin Bulunduğu Kentlerin Üniversite Öğrencileri Üzerindeki Sosyo-Ekonomik Örneği: Alanya Örneği” (2017), “Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nin Ağrı’nın Sosyo-Ekonomik Yapısına Etkileri ve Kentin Üniversite Algısı” (2018), “Amasya Üniversitesi’nin İl Ekonomisine Etkisi” (2018), “Artvin Çoruh Üniversitesi’nin Artvin Ekonomisine Katkısı” (2018, Artvin Çoruh Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü’nün desteği ile “Kapsamlı Araştırma Projesi” olarak gerçekleştirilmiştir), “Üniversite Öğrencilerinin Bulundukları İl Ekonomisine Katkıları: Cumhuriyet Üniversitesi Örneği” (2018), “Vize Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Harcamaları ve İlçe Ekonomisindeki Yeri Üzerine Bir Analiz” (Tarihsiz)
Bunlara ilaveten, Bozok, Kastamonu, Amasya, Bayburt, Karatekin, Gaziosmanpaşa, Dumlupınar, Manisa, Giresun, Mehmet Akif Ersoy, Adıyaman, Bartın, Ordu, Karabük, Recep Tayyip Erdoğan üniversitelerinin bulundukları kentin/ilçenin ekonomisine, nüfus artış hızına, kentlere göçe, kentleşmeye, arazi kullanıma, “kiralık konut piyasasına” vb. şeylere etkisini inceleyen onlarca makale/araştırma/kitap var. Bu makaleler üniversitenin yıllara göre öğrenci sayısındaki, öğretim elemanı sayısındaki ve yeni fakülte, meslek yüksekokul ve bölümlerin sayısındaki artışa dair istatistikler ile bu artışın üniversitenin bulunduğu yerin ekonomisine ne kadar sıcak para akışını sağladığına dair, üzerinde epey uğraşılmış izlenimi veren istatistiksel hesaplamalar ve tablolarla doldurulmuştur. Yüzlerce kişiyle anket yapılmış, SPSS ile veriler analiz edilmiştir. Üstelik yazarların bazıları işi öylesine ciddiye almışlar ki, üniversite ve yerel ekonomiye katkı meselesini üniversitenin bilimsel araştırma projesinden destek alarak araştırmışlardır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki bu makalelerde, öğrenci, öğretim elemanı ve idari personelin aylık harcadığı sıcak para yerel ekonomiye katkı olarak sayılıyor. Ayrıca, üniversite ve sanayi iş birliğine vurgu yapan ama hangi sanayi ile ne türden bir iş birliği yapıldığı ve ne tür üretim elde edildiği belirtilmeyen muhayyel mahiyette makaleler de var. Son olarak üniversitenin yerel ekonomiye katkısı meselesinin üniversitenin birincil işlevi olarak ele alınmaması gerektiğini söyleyen ama buna rağmen sadece bu katkı meselesine odaklanan sözde eleştirel makaleler de bu literatürde yer almaktadır. Dolayısıyla makalelerin neredeyse hepsi üniversiteyi iktisadi bir konu olarak ele almış, iktisat ve işletme fakültelerinde çalışan akademisyenler tarafından yazılmış ve makaleler bu alanlardaki dergilerde yayınlanmış.
Bu makalelerin yazarları bilirler ki -ben de kendi çalıştığım üniversiteden biliyorum-, fakülte kurul toplantılarında veya üniversite açılış törenlerinde üniversitenin ne kadar büyüdüğü, öğrencinin, yeni binaların ve bölümlerin sayısının artışı ile anlatılır ve üniversite yönetimleri bundan kendilerine bir övünç çıkarırlar. Aynı övünmeyi YÖK’ün 2020 yılı YKS yerleştirme sonuçları raporunda da görürüz.[2] Bu raporda kontenjan sayıları ve üniversiteye yerleşen öğrenci sayıları yıllara göre karşılaştırmalı olarak verilmiş, bu sayısal artışlar gelişme olarak görülmüş, YÖK’ün ve onun dayandığı siyasal iktidarın başarısı olarak gösterilmiştir. AKP iktidarı boyunca kurulan üniversiteler -özellikle taşrada olanları- kuruldukları yerlerdeki ticareti canlandırma gibi ekonomik bir saikle kuruldu. Üniversite ne kadar “gelişirse” öğrencisi, hocası, personeli o kadar tüketecek ve o yerin ekonomisi de o kadar gelişecek. Yani üniversitelerin insan sermayesi, barınmadan beslenmeye, kırtasiyeye ve temizliğe kadar her kalemde yerel esnafın geçim kapısıdır. Bu nedenle sadece taşra denebilecek şehirlere değil, taşranın da taşrası olan ilçelere varıncaya kadar üniversite/fakülte/meslek yüksekokulu açılması talep edilir. Bu durumda taşra akademisyenine düşen de üniversitenin yerel esnafın velinimeti olduğunu kanıtlamak olacaktır ki yukarıda verdiğim örnekler bu işin layıkıyla yapıldığını bize göstermektedir. Ama hiçbiri şunları sorgulamıyor: Üniversiteler neden yerel esnafın velinimeti olsun? Öğrenciler velinimet mi yoksa sömürü nesnesi olarak mı görülüyor? Taşrayı kalkındırmayı sağlayacak devlet politikası neden oluşturulmuyor? Peki üniversite, kurulduğu yeri ekonomik yönden doyurmanın dışında sosyal ve kültürel olarak etkileyebiliyor mu? Üniversiteyi üniversite yapan sadece binadan ve içindeki insanlardan teşekkül bir yapı olması mıdır? Kurulduğu şehir veya ilçe üniversiteye ne sunuyor? Buralar üniversite açılması için, hem barınma, beslenme ve ulaşım gibi temel ihtiyaçları hem de en azından aylık dergilerin ve yeni çıkan kitapların bulunabileceği bir kitapçının olması gibi talepleri karşılayacak denli bir donanıma sahipler mi? Taşra üniversiteleri bulundukları yerler için iktisadi öneme sahip birer unsur olarak görülürken bu üniversiteler kendisi için ne tür bir değer ve ideal üretiyorlar?
Yerel ekonominin kullanımına sunulmak üzere açılan üniversiteler müşteri garantilidir. Düşük puanlar ve yüksek kontenjanlar, azami sayıda öğrencinin üniversiteye gelmesini sağlamıştır. Nitelikli bir üniversite öncesi devlet okulu eğitimi, mesleki eğitim ve istihdam sunulmayan gençler taşradaki üniversitelerin müdavimleri olmaktan başka seçeneğe sahip değiller. Bu gençler öteden beri üniversite hayaliyle yanıp tutuşmuyorlar. Ailelerinin bu gençlerin eğitimiyle ilgili bir idealleri yok. Sosyal bilimler, maaş garantisi olan askerlik veya polislik meslekleri için gerekli olan lisans diploması hatırına katlanılan bir eğitim haline geldi, dolayısıyla öğrenciler bu bilimlerin talep ettiği mesaiyi ve emeği vermeye hazır değiller. Bu niteliksizlik sarmalı zaten bunu mümkün kılmıyor. “Eğitim ayağınıza geldi. Gel vatandaş gel!” çağrısıyla üniversitelere gençler geldi ama, üniversite eğitimi onlara sınıfsal hareketlilik sağlamıyor, onlardan sadece işsiz ve umutsuz bir kitle yaratıyor. Üniversite bitirmiş milyonlarca genç, geri dönüşümü olmayan bir atık haline getirildiler. Üniversitede okuyan öğrenciler bunların farkındalar ve bu nedenlerle kronik olarak ilgisiz veya tedirginler.
Öğrencilerin hali böyleyken iyi eğitimli hocaların azlığı, bölümlerdeki yetersiz hoca sayısı, fiziksel mekanların darlığı, laboratuvar, kütüphane, ucuz yemek ve barınma taşra üniversitelerinde katlanarak devam eden sorun olma özelliklerini korumaktadırlar. Bu durumda taşra üniversiteleri, eğitim alıyor-muş gibi görünen öğrencilere (eğitimli özne illüzyonuna) varlık kazandıran bir “yükseköğrenim simülasyonu” işlevini görmektedir.
Bu sorunlar dağ gibi önümüzde dururken hepsini göz ardı ederek bu üniversitelerin kuruldukları yerlerdeki ekonomiye katkıları üzerine araştırma yapmaya devam etmeyi ne ile açıklayabiliriz? Bu araştırmacılar da öğrenciyi gerek kendileri gerek yerel ekonomi için kazanç kapısı olarak görmekteler. Çünkü Türkiye’de insanlar birbirlerinin yıllık veya mevsimlik finansörü haline getirilmişlerdir: Yurttaş dediğin tükettiği her şeyden kendisini fahiş vergilere bağlayan hükümetin finansörü, öğrenci yerel esnafın finansörü… İşin ekonomiyle ilgili başka bir yanı daha var: öğrencilerin cemaatler için potansiyel müşteri/mürit olmaları gerçeği. Belki bir gün bunu da çalışırlar. Cemaat ve tarikatların kayıtlı ve kayıtsız yurtlarının olması sadece taşralara özgü bir gerçek değil. Büyük şehirler başta olmak üzere her yere müsilaj gibi yayıldıkları istatistiklere başvurmadan da (her zaman istatistiklere yansımıyor da!) bilebileceğimiz bir gerçek. İlk çalıştığım taşra üniversitesinde Psikolojik Danışma ve Rehberlik (PDR) bölümü öğrencilerine Sosyolojiye Giriş ve Kültürel Antropoloji dersi verirken okuttuğum kaynaklara ve söylediklerime tepki gösteren öğrencilerle karşılaşınca, bu durumu yeni ders anlatmaya başlayan acemi bir hoca olmama yormuştum. Fakat zaman geçtikçe farkına vardım ki, cemaat veya tarikatlarla bağı olan öğrenciler, kaldıkları yerlerdeki abi ve ablaları tarafından hocaların okuttukları ve anlattıklarına karşı dolduruluyorlardı. Bugün de deneyimlediğim ve gözlemlediğim bu durum zaten yetersiz eğitime tabi olan öğrencilerin farklı yazarları ve görüşleri kucaklamalarının önündeki önemli bir engel. Cemaatler ve tarikatlar kendi yurtlarındaki öğrencileri etkilerken, devlet yurtlarında kalan öğrencileri de AKP’nin kadın ve gençlik kollarıyla birlikte çalışan ve partinin organik uzantıları olan TÜGVA ve TÜRGEV etkilemektedir.
Üniversite eğitimi sadece büyükşehirlerde ve görece daha seçkin bir öğrenci kitlesine hitap eden bir şekilde mi yoksa yaygın ve kolay erişilebilir mi olmalıdır? Üniversitelerde meslek eğitimi mi yoksa kapsamlı ve derin bir üniversite eğitimi mi verilmeli? şeklinde bizi kendi darlığına hapseden soruların dışına çıkarak üniversitelerin asıl meselelerinin eleştirel, demokratik ve nitelikli bir eğitim olduğu gerçeğini ortaya koymalıyız. Böyle bir eğitim ancak metropollerdeki büyük ve kurumsal üniversitelerde verilir, taşra üniversitelerinde buna rastlamak mümkün değildir şeklindeki kestirmeci bir bakışla da meseleyi ele alamayız. Çünkü doğruluk payı olsa bile tam olarak gerçeği yakalamayan bir tespit bu. Nitelikli, eleştirel ve demokratik bir eğitim pedagojisini ancak kısmi düzeyde, bir üniversitenin bir veya birkaç bölümünde, bir veya birkaç hocasında görebiliriz. Fakat taşraya göre büyük ve kurumsallığı olan üniversitelerdeki hocaların etki alanlarının daha geniş olmasının sebebi, muhalif duruşun yadırganmadığı, muhalif sendikaların da güçlü olduğu, kendileri gibi olanlara kolayca ulaşabildikleri yerlerde, kısacası eleştirel kamusallığın yaratılmış olduğu yerlerde bulunmalarıdır. Taşrada ise böyle bir hoca yalnızdır. Gerçi AKP iktidarı, KHK’larla en çok da büyük şehirlerdeki kurumsallaşmış üniversitelerdeki hocaları muhalif diye akademiden sürerek, üniversite rektörlerini tepeden atayarak, üniversiteleri bölerek ve yeni kadroları sadakat bağıyla bağlı olanlarca doldurarak zaten bütün muhalif canlılığı öldürmek için elinden geleni yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Öğrenciliğin kitleselleşmesi beraberinde bir demokratikleşmeyi getirmedi. Halen büyük birkaç üniversitedeki öğrenciler (hepsi değil) demokratik eğitimin ve kamusallığın oluşturulması adına politik faillik üretebiliyorlar. Geriye kalan üniversitelerin öğrencileri sessizlik içindeler. 207 üniversite ve 8.5 milyon üniversite öğrencisiyle kültürel ve entelektüel bir devrim mümkün olmaz mıydı? Üniversite eğitiminin yaşadığı kriz genel olarak bir demokrasi krizidir. Pandemi döneminde üniversitelerin çevrimiçi eğitime geçmeleri ile taşra yerleşimlerindeki esnafın işinin de krize girmesi, üniversitelere ve öğrencilere yüklenen iktisadi nesne olma vasıflarının sürdürülebilir olmadığını gösterdi bize. Bu nedenle üniversiteyi yerel esnafın velinimeti, ekmek kapısı gören bakıştan uzaklaşmamız gerek. Üniversiteler eğitimli bir kamunun ortaya çıkmasını ne kadar sağlayabiliyor? sorusu üzerine düşünmeliyiz. Demokrasinin sağ kalması demokrasi için eğitilmiş bir halka/kamuya bağlıdır. Üniversiteler demokrasinin işleyebilmesi için eğitimli yurttaşlardan oluşan kültürel bir alanı oluşturmak zorundalar. Böyle bir kültürel alanı ve fail yurttaşı üniversitelerin oluşturamamış olması demokrasiyi malul hale getirmektedir. Demokratik kültürü besleyip demokratik yönetimi mümkün kılan türde bir eğitimi muhafaza etmek için eleştirel bir bilimsel eğitime ihtiyacımız var. Eleştirel bir bilimsel eğitim öğrencilerin kapasitelerini geliştirmek, farklı ortak yaşam tarzları ve alanları oluşturmakla sorumludur; öğrenciye dünyayı ve başına gelenleri fark etmesi, değiştirmesi, yeniden yapılandırması için teorik çerçeveler ve kavramlar sunmalı; öğrencilerin bireyselliğine derinlik ve zenginlik katmalı; demokratik bir yurttaşlık için gereken becerileri kazandırmalı; öğrencilerin kendilerini demokratik bir siyasal varlığın üyeleri olarak tasavvur etmelerine yardımcı olmalıdır.
[1] Bu başlık, Birikim dergisinin 270. sayısının (Ekim 2011) “İnşaat ya resulullah” adlı unutulmaz başlığından ilham alınarak üretilmiştir.
[2] “Yükseköğretim Kurulu 2020 Yılı Yükseköğretim Kurumları Sınavı Yerleştirme Sonuçları Raporu”, https://www.yok.gov.tr/HaberBelgeleri/BasinAciklamasi/2020/yks-yerlestirme-sonuclari-raporu-2020.pdf.