Depremden kısa süre sonra Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, cezaevlerinin durumuyla ilgili bir açıklama yaparak cezaevlerinin hasar görmediğini, tutuklu ve hükümlülerin sağ ve sağlıklı olduğunu açıklamış[i]. Ne güzel, sapasağlam hapishane binalarımız var. Sevinsek mi ne!
Sevinemiyoruz! Hapishanelerimizin “maşallahı var” ama deprem bölgesindeki bazı hastanelerin yıkıldığını, kimilerinin kullanılamaz hale geldiğini ve tahliye edildiğini okuyoruz. Bu bir tesadüf mü? Çelikten örülmüş mapushanelerimiz, depremlerde toplu mezara dönüşen hastanelerimiz var.
“Hep dubara geliyorsa kaderine
Tüküreyim deme şansına.
İyi bakın orasına burasına
Hile var mıdır zarlarda”[ii]
Nekrofili
Nekrofili kelimesinin sözlük anlamına bakarsanız “ölü sevici” veya “ölülere cinsel yönelim gösteren bir sapkınlık türü” şeklinde sonuçlara ulaşırsınız. Ünlü Alman düşünür Erich Fromm nekrofiliyi bu dar anlamının dışına çıkararak incelemiş ve bir toplumbilim kavramı olarak yaşam severliğin tam (biyofili) karşısına yerleştirmiştir[iii].
Nekrofili ceset seviciliğinden ibaret değildir. Geçmişe ve geçmişin acılarına saplanma, anısı bulunan nesnelere düşkünlük, güç ve iktidar sahiplerine özenme ve öykünme, hastalıklar ve ölüm üzerine çok konuşma, yaşam konforu ve biçimini değiştirmeye faydası olmayan eşyalara sahip olma hırsı ve hatta narsistik davranışların bazıları nekrofili işaretidir. Tarihin kılıcı kanlı, despot, savaş kazanmış liderlerine tapınma, ülke sınırlarının genişletildiği tarihsel dönemlere hayranlık, İstanbul Boğazına gelen yabancı savaş gemilerince yapay olarak deprem oluşturulabileceğine dair hurafeler nekrofilik bir dünya görüşünün işaretleridir.
Nekrofili, hayatın her alanındaki kodlara sızmış, insanların bireysel tercihlerinden başlayıp siyasi iktidarın yönetim aygıtını ele geçirmiştir. Çocuklarını oyun alanlarına değil AVM’lere götüren bireylerin seçimi ile yeşil alanları betona dönüştüren siyasi tercihler aynı nekrofilik “sapkınlığın” eseridir.
DİPNOTLAR
[ii] İzafi mahlası ile yazdığım bir dörtlük.
[iii] E. Fromm’un 12 Ekim 1936 tarihinde İspanya iç savaşının başlangıcında yaşanan bir olaya ilişkin anekdotu çarpıcıdır. Salamanca Üniversitesi’nde yapılan konferansın konuşmacısı General Millay Astray’dır. General’in konuşmasının özü iki kelimeden ibarettir: Viva la muerte! (Yaşasın ölüm!) Konuşmanın bitiminde dinleyiciler arasında bulunan Salamanca Üniversitesi Rektörü Miguel de Unamuna söz alır: “General Millan Astray’ın toplumun ruhuna egemen olduğunu düşünmek bana acı veriyor. Cervantes’in ruh yüceliğinden yoksun olan bir insanın çevresinde ölüm yaratarak uğursuz bir rahatlık peşinde koşması kaçınılmazdır.”
Bu herşeyi anlatan,yorumlayan yazı için yine teşekkürler.