Tüm ezberlerin bozulduğu, emekçiler için zor zamanlardan geçiyoruz. Sovyetlerin çöküşüyle birlikte tarihin sonu geldi diyen kapitalist düzen savunucuları, ‘artık Özgür Dünya var’ söylemiyle ahkâm kesenler hiçbir şeyi savunamaz haldeler. “Beni virüs değil sizin bu düzeniniz öldürür” diyen emekçi abimizin dile getirdiğinden başka bir şey değil aslında yaşadığımız. Bizleri daha da yoksullaştıran, temel hak ve özgürlüklerimizi her geçen gün daha da budayan, adaleti de insafı da kurumuş bir düzende tutunmaya çalışıyoruz.
Mağduriyetleri katlanan, açlık sınırında yaşamlarını sürdürmeye çalışan müzik emekçileri olarak pandemi süreciyle anımsadığımız “emekçi” olduğumuz gerçeği yüzümüze tokat gibi çarptı. Diğer emekçilerin yaşadığı problemlerden azade olamadığımızı ve en büyük çaresizliğimizin de örgütsüzlüğümüz olduğunu acı bir şekilde öğrenmiş olduk. Artık hepimiz biliyoruz; İktidar pandemi bahanesiyle bu kadar kolay ekmeğimizle oynayabiliyor, muhafazakâr bir yaşamı dayatmak adına barları, sahneleri böylesine umarsızca kapatabiliyor ve her türlü çözüm çağrısına kulaklarını keyifle tıkayabiliyorsa buna sebep örgütsüzlüğümüzdür.
Sürekli bir yerlere sesleniyor, çözüm bekliyoruz… Tekil seslerimiz karanlık tarafından yutuluyor. Dağınıklığımız, tekil çığlıklar olan intiharlara dönüşüyor. Hangi emekçi hakkını direnmeden alabilmiş? Hangi emekçi örgütlenmeden bir kazanım elde edebilmiş? Bu tarih sahnesinde defalarca denenmiş ve görülmüş bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Oysa sorunlarımız ne çok… Binlerce müzik emekçisinin çoğunun sağlık güvencesi yok. Asgari koşulların olmadığı mekânlarda karın tokluğuna çalışmak zorunda, birçoğumuz sahnede şiddete maruz kalıyor… İstenilen şarkıyı çalmadı diye, farklı bir dilde şarkı söyledi diye müzik emekçileri öldürüldü bu ülkede. Ne yaptık? Hiçbir şey. Peki ya ne oldu? Pandemi öncesindeki dayanışmasızlığın ve örgütsüzlüğün bedelini pandemide çok ağır ödedik.
Önümüzde duran en önemli ödev, daha fazla geç kalmadan tüm sorunlarımızı kollektif bir şekilde dile getireceğimiz bir müzik emekçiliği örgütlenmesini hayata geçirmek olmalıdır. Hepimizin enstrümanını önüne koyup düşünmesi gerekiyor. Hakkını almak için Ankara’ya yürümeye çalışan maden emekçilerinden öğreneceğimiz çok şey var, yüzümüzü emek mücadelelerine dönmek, o mücadelelere ses olmak için bir o kadar da sebebimiz…
Türkünün dile geldiği yerdeyiz çünkü sazımız düzen tutmuyor tel bozuk bozuk, gideceğiz ama yol bozuk bozuk…
Kurtuluşumuz Dayanışmada
Müzisyenlerin örgütsüzlüğünü elinde bir oyuncak gibi tutan, müziğin, sanatın dönüştürücü gücünden korkan karanlık, yoksulluğu nedeniyle hayatına son verenlerin mesulüdür. Her olayda önce müziğin sesini kapatanların müzikten korkularının arkasında yatan, müziğin insanı insanlaştıran muazzam gücünden gelir. Müzik, en umutsuz en karanlık zamanınızda, en ürkek en cılız olduğunuz anda tutar elinizi. Gözünüze konan yaştır, yüzünüzde beliren gülümsemedir. Her yerdedir, her şeydedir.
Tam da bu yüzden, farkında olun ya da olmayın ama yaşamınızın hemen her anına ortak olan sesleri var eden görünmez elleriz biz. Annenizin söylediği ninnide, ilk öğrendiğiniz tekerlemedeyiz. Toplu taşımada kulaklığınızda, iş yerinizde kahve molanızda, yürürken çaldığınız ıslıktayız. Doğum gününüzdeyiz, aşkınızı düşündüğünüz anda, ettiğiniz ilk dansta, attığınız göbekte, ayrılık acınızda, barışma sevincinizde hep biz varız. İnsanlık kadar eski, toprak kadar bereketliyiz. Müzisyeni olmayan bir dünya düşleyemezsiniz. Bu yüzden bir kez daha bu karanlığın yarattığı sessizliğe boyun eğmemeliyiz.
Müziğin de onu var eden emekçinin de kıymetinin bilindiği bir ülkeyi hepimiz hak etmiyor muyuz gerçekten? Hepimizin böyle bir dünyaya ihtiyacı yok mu?
Zor zamanlardan geçiyoruz. Evet, durum hiç de parlak gözükmüyor. Ama unutmayalım ki müzik bizimle, umut bizimle! Ve yaşam işte orada, hep beraber hepimiz için onu yeniden dokumamızı bekliyor. Bütün emekçiler, bütün işçiler bir gün elbet hep bir ağızdan söyleyeceğiz o şarkıyı… Elbet aşacağız bu karanlığı. Bir gün, mutlaka.