Mustafa Suphi’nin yaşamı, fikirleri ve on dört yoldaşıyla (Aslında on beş, aynı ekiple birlikte ülkeye dönen ve onlarla Karadeniz’de aynı teknede olan Mustafa Suphi’nin eşi Maria Suphi sağ olarak geri getiriliyor. Suphilerin katili Yahya Kaptan onu bir süre evde tutuyor, türlü eziyetler, tecavüz ve işkenceler yapıldıktan sonra Maria öldürülüyor.) birlikte katli üzerine resmi tarih ve “resmileşmiş sol” tarih üzerinden pek çok okuma yapmış olabilirsiniz. Ahmet Kardam’ın Mustafa Suphi Karanlıktan Aydınlığa kitabını elinize almadan önce bu okumaları bir süreliğine unutmanızı salık veriyorum. Zira kitapta okuyacaklarınız bu güne dek öğrendiklerinizin yanlış, eksik ya da yetersiz olduğunu size gösterecektir.
İlk şoka, Mustafa Suphi’nin komünist olmadan önceki siyasi düşüncelerinin nasıl ince ince çarpıtıldığını okuyunca uğrayacaksınız. Bundan önceki Mustafa Suphi biyografilerinin çoğu onun Komünist olmadan önce hatta daha sonra da milliyetçi, Türkçü “bazı yorumculara göre Turancı” fikirlere sahip olduğunu söyler, Ahmet Kardam ise bu yorumcuların, kendisiyle aynı belgeleri inceleyerek bu sonuca nasıl vardıklarına şaşırdığını yazarak, kendi incelemeleri sonucunda ortaya farklı bir “Suphi portresi” çıktığını söylüyor. Ona göre, Suphi’nin milliyetçiliğinin İttihat Terakkicilerin savunduğu ve propagandasını yaptığı Turancı milliyetçilikle hiçbir ilgisi yoktur. “Onun milliyetçiliği Tatar Cedidciliğinden etkilenen, Osmanlı topraklarında yaşayan diğer bütün milletlere de eşit haklar tanıyan, federal bir devlet yapısına dayalı ‘mikro’ veya ‘demokratik’ bir milliyetçilikti.” (S. 11)
Bu bilgi çok önemli zira Suphi’nin kısacık yaşamında uğruna canını verdiği fikirleri, ülkesinin bağımsızlığı ve emekçilerinin selameti için yürüttüğü mücadelenin içeriği ve Onaltılar’ın yurda dönüş eylemi ancak bu ön bilgi sayesinde anlaşılabilir.
Ahmet Kardam’ın Karanlıktan Aydınlığa kitabı, bize belgelere dayalı hakiki bir Mustafa Suphi portresi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda başta Mollanur Vahidov ile Sultan Galiyev’in liderliğini yaptığı Cedid hareketinden başlayarak, devrim sonrası Rusya’sındaki “Müslüman Komünist” gerçeği ile yüzleşmemizi de sağlıyor. Belki de ilk kez Müslüman Komünistlerle Suphi arasındaki sıkı ilişkiyi, Suphi’nin görüşlerinin bu ilişki sürecinde nasıl şekillendiğini ve Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşunun teorik hatta pratik temellerini oluşturduğunu bu kitap sayesinde öğreniyoruz. (Bu konuda yakınlarda çıkmış olan bir başka kitap da, Emel Akal’ın kaleme aldığı Müslüman Komünistler kitabıdır.)
Ayırt edici bir başka yan da Bolşeviklerle Müslüman Komünistler ve Mustafa Suphi arasındaki ilişki sürecidir. Kitap bu ilişkiyi pek çok açıdan irdeliyor. Müslüman Komünistler ve Suphi, bir yandan Ekim Devrimi’ni koşulsuz bir şekilde desteklerken, diğer taraftan iktidardaki Bolşeviklerin Doğu sorununa yanlış bakışını ve uygulamalarını eleştirmekten geri durmuyorlar. “Günlük yaşamda dinsel inançlara, örf, adet ve geleneklere yönelik kısıtlama ve cezalandırmalar Müslüman halkın Ekim Devrimi’nden yana tavır almasını zorlaştırıyordu.” (s.60) Oysa Bolşeviklerin, Batı’dan bekledikleri devrim, Macaristan’da ve Almanya’da bastırılmış, Sovyet Rusya yalnız kalmış, dünyadan tecrit edilmişti. Bu durumda Mustafa Suphi ve arkadaşlarına göre devrimi güçlendirmenin yolu Doğu halklarını sosyalizme kazanmaktan geçiyordu. Bu yaklaşım, Sultan Galiyev’in Doğu sorununu ele aldığı, 1919 Ekim ayında yayımlanan “Sosyal Devrim ve Doğu” adlı makalesinde temellendirildi. Bu makalesinde Galiyev, devrimler Batı’da hüsranla sonuçlanmasaydı bile, Doğu’da sosyalizmin gelişmediği koşullarda Rusya’daki iç savaşta görüldüğü gibi büyük sorunlarla karşılaşılacağını öne sürdü. Macar ve Alman devrimlerinin yenilgisinin esas nedeninin de Doğu’dan yalıtılmışlık olduğunu düşünen Galiyev şöyle yazmıştı: “Bilmeliyiz ki, uluslararası emperyalizm beslendiği esas kaynaktan, Hindistan’dan, İran’dan ve öteki Asya-Afrika sömürgelerinden sökülüp atılmadıkça ayakta kalmayı başaracak; sömürgelerini yitirdiğindeyse çökecek, doğal bir ölümle yok olup gidecektir.” (Aktaran, Kardam, S.112-113)
Sultan Galiyev bu makalesinde, tam da toplanmak üzere olana Doğu Halkları Komünist Örgütleri İkinci Kongresinin arifesinde Doğu sorununun, çözüm bekleyen temel sorunlardan biri olduğunu ama bunun için izlenen politikanın sosyalist devrimin gerektirdiği açıklıktan yoksun olduğunu yazıyordu.
Galiyev sonraki yıllarda da Bolşevik Partisi’ni Doğu sorunuyla ilgili eleştirmeyi sürdürdü. Özellikle Müslüman halkları hedef alan din karşıtı kampanyaları eleştirdi. Galiyev, bugün çok daha iyi anlaşılan şu görüşünü yazmıştı: “Komünistler din düşmanlığı yapmazlar, sadece ateist olma haklarına saygı gösterilmesini isterler.” (S.119)
Anlaşılan Mustafa Suphi de kader birliği yaptığı Galiyev’in bu görüşlerini savunuyordu. Zira Kasım 1918 yılında yapılan, daha sonra Doğu Halkları Komünist Örgütleri’ne dönüştürülen, Müslüman Komünistler Birinci Kongresinden başlayarak ve bu örgütün merkezi tarafından Galiyev’le birlikte Mustafa Suphi’de şovenist olarak suçlanmıştı.
Ahmet Kardam kitabında, Doğu sorunu ve bu sorun etrafında yapılan tartışmalar üzerinde uzun uzadıya duruyor. Zira 1920 yılında Mustafa Suphi’nin önderliğinde kurulacak olan Türkiye Komünist Partisi’nin ve Suphilerin, o sırada ülkede başlayan emperyalist işgale karşı yürütülen mücadeleye omuz vermek ve ülkenin demokratik halk cumhuriyeti yolunda ilerlemesini sağlamak amacıyla ülkeye dönüşlerinin, doğu sorunu çerçevesinde yürütülen tartışmalarla birebir ilişkili olduğunu düşünüyor. Bu tartışmalarla gerginleşen ilişkilerin, Suphilerin katliamla sonuçlanan uzun (Uzun, zira Onaltılar’ın dönüşü, Kardam’a göre Aralık 1920’de başlamıyor. Bu anlamda aniden alınmış bir karar da değil. Kardam, dönüş fikrinin 1918 Nisan’ından itibaren Suphi’nin her daim gündeminde olduğunu yazıyor. S.271) dönüş süreçlerinin trajik hikâyesine dönüşmesindeki belirgin katkı okununca Kardam’ın ne denli haklı olduğu da anlaşılıyor.
Kardam kitabında dönüş öncesi hem Bolşevik Partisi Merkez yönetimi ve Lenin’le hem de o sıralar Ankara’da yeni kurulan hükümetin başkanı Mustafa Kemal’le olan ilişkileri ve tartışmaları uzun uzadıya yazmış. Konuyla ilgili belgeleri de kitabına koymuş. Anlaşılıyor ki Bolşevik Partisi ve Lenin, dönüş fikrini başta onaylıyor, ancak bazı belgeler gösteriyor ki bu destek önce geri çekiliyor hatta dönüş iptal ediliyor sonra tekrar Stalin’in girişimiyle dönüş onaylanıyor. 19 Aralık 1920 günü yola çıkan heyet Aralık sonunda Kars’a varıyor ve burada bekletilirken Bakü’de yayımlanan bir gazetede, “Şark Şurasının temsilcilerinin Ankara’ya gitmesine izin verilmiyor,” diye bir haber çıkıyor. Bu haber üzerine Şark Şurası aynı gazetede bir tekzip yayımlayarak, “Şark Şurası Ankara’ya hiçbir temsilci göndermemiştir,” diyor. (S.378) İnsan, neredeyse bu tekzibi, “Katledebilirsiniz bizce mahzuru yok,” diye okuyacak. Bütün bunlar Sovyet Yönetiminin bu ikircikli tutumu kitapta belgeleriyle ortaya konuluyor. Aynı ikircikli tutumun, Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti tarafında da takınılmış olması oldukça enteresan.
Kitap bu konuda da bugüne dek yazılıp çizilenlerin dışında bazı argümanlar öne sürüyor ve “Mustafa Kemal, Suphi’yi Türkiye’ye davet etti mi etmedi mi?” tartışmalarına son veren, Suphi’ye gönderilmiş koşullu bir davet mektubundan söz ediyor. Kardam’a göre bu mektupta, bazılarının söylediği gibi “gizli” gelmeyin mesajlarının aksine açık bir davet vardır: “Aynı hedefe yürüyen Türkiye İştirakiyun Teşkilatı’yla (TKP/ H.Ö) tamamen tevhidi mesai (işbirliği) yapabilmek üzere BMM nezdinde tam yetkili bir temsilci göndermenizi…” (S. 320)
Mustafa Suphi / Karanlıktan Aydınlığa pek çok açıdan tabuları yıkan, söylenemeyenleri açıklıkla dile getiren bir kitap, yayımlandığı tarihten bu yana geçen birkaç aylık sürede gördüğü ilgi bu yüzden boşuna değil. İnsan, kitabı okuduktan sonra kendine, “Suphiler ülkeye sağ salim dönebilselerdi Türkiye’nin kaderi nasıl değişirdi acaba?” diye sormadan edemiyor. Bir başka soru da Suphilerin katledilmesinin, yüz yıla yakın süren, üzerindeki sis perdesi zamanında kaldırılmış olsaydı, Türkiye’deki sosyalist/komünist hareket kim bilir ne yönde gelişirdi sorusu… Belli ki bu mesele bir süre daha tartışılacak. Kardam’ın kitabı bu tartışmaya kuvvetli bir girizgâh yapılmasını sağlamış gözüküyor.
Ahmet Kardam, Mustafa Suphi Karanlıktan Aydınlığa, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020,
Maalesef sol tarih açısından da Maria’nın trajedisi Suphi ve arkadaşlarının katledilmesinin gölgesinde kalmış. Kars Trabzon yolculuğu şaşırtmayacak düzeyde dehşet verici. Bugünkü Erzurum veTrabzon aynı çizgide, hatta daha geri bir çizgide görmek de şaşırtıcı değil. Suphiler Ankara’ya ulaşsaydı tarihin seyri farklı mı olurdu? Hiç sanmıyorum…