Adalet sözcüğünün TDK Güncel Sözlükte ilk iki anlamı şöyle:
- Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, türe.
- Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme.
Bu iki anlamın birincisinde bir tüzel kişiliğin, devletin ya da kurumlarının, bütün vatandaşların hak ve hukuklarının eşit biçimde gözetilmesini sağlaması; ikinci anlamda ise bireyin kendi vicdan ve eyleminde hak ve hukuka uygun davranması, herkesin hakkını gözetmesi olarak genişletebiliriz. Bizim bu başlıkta kastettiğimiz de bu ikisinin bireşimidir. Yani Kuran’da Adalet başlığıyla biz, Kuran’ın hem yöneticilere hem de bireylere herkesin hak ve hukukuna uygun davranışları ve uygulamaları ne ölçüde salık verdiği ya da emrettiğini ele alacağız. Kuran, yöneticilere adil olmayı emreder mi? Kuran Müslümanlara her durum ve konumda hak ve hukuka uygun davranmayı emreder mi sorularına yanıt arayacağız.
Adalet, Arapça bir sözcüktür. ADL kökünden türemiştir. Tam seslendirmeli a-d-a-l-e-t sözcüğü Kuran’da geçmez. ADL kökünden türetilmiş adlün, biladl, ta’dilü, ya’dilü vb. biçiminde geçer. Kuran’da bugün Türkçemizde kullanılan anlamların dışında anlamlarda da kullanılmıştır. Ayrıca adalet kastedilerek KIST sözcüğü de kullanılmıştır Kuran’da.
ADL ve türevleri Kuran’da da 24 yerde, KST ve türevleri 22 yerde kullanılmıştır. Bunların tümü bu yazıda ele aldığımız adalet anlamında değildir. “fidye, doğru dürüst, düzgün, doğru; karşılık vb. anlamlarda da kullanılmaktadır bu sözcükler.
Örneğin Bakara 48 ve 123.ayetlerde de عَدْلٌ adlün olarak geçer ve fidye anlamıyla çevrilir.
Bakara 48. “Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.” [1]
Enam 70’te وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ vein tadilu küllü adlin sözü geçer; “fidye verseler de” diye çevrilir. Hemen hiçbir mealde adaletle ilgili anlam verilmemiştir bu ayette geçen adlin ve tadilu sözcüklerine.
Enam 1‘de adl fiilinin muzari (şimdiki zaman) çekimi olan yadilune “denk tutuyorlar” anlamında çevriliyor.
Herkese eşit davranmak, herkesin hakkını gözetmek anlamındaki adalet, Kuran’da Nisa 3.ayette üstelik adalet sözcüğünün türediği adl kökünün muzari çekimiyle اَلَّا تَعْدِلُوا ellea tadilu ve KST kökünden elleatuksitu; “adaletli olamamak” anlamında kullanılır. Ve tam da bugünkü adalet anlamındadır. Ama ayetin içeriği dört kadınlı evliliklerde erkeğin eşlerinin hepsinin her türlü maddi, manevi hatta cinsel ihtiyaçlarını eşit biçimde gözetmesi ve uygulaması anlamındadır.
Nisa 3. Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o takdirde bir tane alın ya da sahip olduğunuzla (cariyeler)yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. [2]
Kuran’ın Nisa 58. ayetinde ise gücü, yetkiyi elinde bulunduranlara seslenilmekte; her dönem ve koşulda, her işte, her yerde adil olma gerektiği vurgulanmaktadır üstelik biladl adaletle sözcüğü kullanılarak.
“Şüphesiz Allah, emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah, işitendir, görendir.”[3]
Nisa 129’da da eşler arasındaki adaletsizlik ele alınıyor. Nisa 135’te de hem kıst hem de adl sözcükleri bilkısti ve tadilu biçimleriyle kullanılarak özellikle şahitlik yaparken “adaletten ayrılmayın, nefsinize uyarak adaletten uzaklaşmayın.” denilir.
Enam 152 “yakınlarınız bile olsa adil davranın” denilirken فَاعْدِلُوا fea’dilu: adil olunuz! kullanılır. Bu, Kur’an’da adil olmayı emreden ender ayetlerden biridir. Burada adalet, herkese eşit, kayırmasız davranma anlamında kullanılmıştır.
Kanımca Kuran’da adalet kavramının en kapsayıcı, en net, en insancıl kullanılışı Maide 8.ayettedir. Bu ayette de hem kıst hem de adl sözcükleri kullanılmıştır. Her ikisi de adalet anlamıyla çevrilmektedir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar’dır.” [4]
Araf 29’da قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ “ De ki Rabbim adaleti emretti.” denilerek adil olmanın Tanrı emri olduğu vurgulanır.
Kur’an’da Nahl 75,76,90,Hadid 25, Şura 15, Enbiya 47, Araf 29, 159,191; Al İmran 21, Mümtehine 8 gibi ayetlerde adaletten söz edilir.
Özellikle Nahl 90’da sadece adil olmak değil, ihsan etmek, akrabalara yardım etmek ve kötü insan olmamak da emredilir.
Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir. [5]
Kuran’da Müslümanların adil davranma gerekliliğinin bütün insanlığa mı yoksa sadece Müslümanlara mı yönelik olduğu net değildir. Mümtehine suresi 8.ayette şöyle denilmektedir:
Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.[6]
Bu ayete göre Müslümanlara bir kötülük yapmamış gayrimüslimlere iyilik yapılabilir; onlara adil davranılabilir. Peki, Müslümanlara kötülük yapmış kişilere adil davranılacak mıdır? Bu sorunun yanıt ayette yok. Ama yukarıda da gördüğünüz gibi Maide 8.ayette şöyle bir sesleniş vardır müminlere: “Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun!” Bu ayet, Müslümanların kindar olmamaları, öfkelenerek adaletten sapmamaları gereğini vurgular. Müslümanlar bunu uygulamış mıdır? Bu sorunun tarihteki uygulamalardan olumlu örnekler belki verilebilir. Ama son 18 yıldır ülkeyi yöneten Müslümancı iktidarın bu emri ciddiye aldığını söylemek mümkün değildir. İktidarda bulunan zat gençlere “ dininize ve kininize sahip çıkın” derken bu anlayışın çok uzağında olduğunu göstermiş; uygulamalarıyla da bunlar kanıtlanmıştır.
Sevgili okur, Kur’an 604 sayfada 114 sure ve 6200’aşkın irili ufaklı ayetin yer aldığı bir kitap. Kuran’ın Arapçasında geçen ve adaletle ilgili olan ayetlerin çok büyük çoğunluğunu buraya yazdık. Gördük ki Kuran’da Müslümanlara adil olmalarını emreden ayetler var. Hatta devlet yönetiminde, aile yönetiminde, toplumsal yaşamın bütün alanlarında adil olmak gerektiği çıkarılabilir bu ayetlerden. Dikkat çekmek istediğimiz nokta şudur: Kur’an Müslümanların en önemli, her durumda mutlak otorite kabul ettikleri tek kitaptır. Kur’an’ın birçok hüküm ve emirleri Müslümanlar tarafından sorgusuz sualsiz hayata geçirilir; ama adaletle ilgili olan ayetlerin yeterince önemsendiği söylenemez. Düşünün ki Kur’an’da şöyle bir emir var: “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun!” Bunu ister toplumsal yaşamda bireylerin davranışlarını biçimlendirme, isterse uluslararası alanda, savaşlarda galibiyet ya da zafer sonrası uygulama olarak ele alalım. Müslümanların bu konuda tutarlı olduklarını bu Kuran ayetinin hüküm ve emrine göre davrandıklarını söyleyebilir miyiz? Örneğin Emeviler iktidarı ele geçirdiklerinde Ali soyuna bu emre uygun mu davrandılar? Bu ayete uygun davranılsaydı Emevi Sultanı 1.Yezit döneminde sırf kendilerine muhalifler diye 1.Yezit’in emriyle Müslim b. Ukbe komutasındaki MÜSLÜMAN EMEVİLER, MÜSLÜMAN MEDİNELİLERİ öldürür, MÜSLÜMAN KADIN VE KIZLARIN ırzına geçerler miydi?
İslamcıların hiç söz etmedikleri, Müslümanların da ancak gerektikçe değindikleri Harre Vakası denilen bu olayda Müslim b. Ukba komutasındaki Emevi ordusu Medine’yi ele geçirir, 300’ü sahabe binlerce Müslüman öldürülür. Müslim, üç gün boyunca askerlerine her şeyi mübah kılar. “Klasik kaynakların bir kısmına göre şehir üç gün mubah kılınmış ( yani halka istedikleri her şeyi yapabilecekler tb), insanların canlarına ve mallarına kastedilmiş, tecavüzler sonucunda doğan çocuklara da “evlâdü’l-Harre” (Harre’nin çocukları) denilmiştir..”[7]
Bu olay M 683 yılında yaşanıyor. Yani Peygamber’in vefatından 51 yıl sonra. Yani Kur’an’ın derlenip bir kitaba dönüştürüldüğü, kitabın çoğaltılmış olması gerektiği bir dönem. Şimdi bu olayı yaşatan Müslüman Emevilerin öfkelerini frenlediklerini, adil davrandıklarını söyleyebilir miyiz?
Bu ayeti kaale almama konusunda Abbasiler Emeviler’den geri kalmazlar. Onlar da iktidarı ele geçirdiklerinde Emevi erkeklerinin çok büyük çoğunluğunu öldürtmüşlerdir.
Kur’an’daki adaletle ilgili emirleri Müslümanlar işlerine gelmediği zaman dikkate almamış; görmezlikten gelmişlerdir. Bu Kuran emri dikkate alınsaydı İslam şeriatı ile yönetilen Osmanlı döneminde Şair Nefi, Bayram Paşa’yı hicvettiği için saray odunluğunda Bayram Paşa tarafından boğdurulup cesedi denize atılmazdı. Bu emre gerçekten uyulsaydı Osmanlı Sadrazamı Kuyucu Murat Paşa komutasındaki kuvvetler, yüzbinlerce Anadolu Alevisini öldürtür, cesetlerini kuyulara doldurtmazdı.” Kaynaklarda, Murad Paşa’nın Osmanlı devlet nizamına ve an‘anelerine bağlı bir devlet adamı olduğu, dindar kişiliğine rağmen Celâlîler’i ortadan kaldırmada ifrata varan uygulamalarda bulunduğu, bu arada 60-70.000 civarında Celâlî’yi ortadan kaldırdığı, konakladığı yerlerde derin kuyular kazdırıp öldürdüğü âsileri bu kuyulara doldurduğu rivayet edilir.”[8] Taner Timur, bu çok dindar Kuyucu Murat Paşa’yla ilgili Naima Tarihinde şunların yazıldığını söyler: “Sadece ayaklanma halindeki halkı değil, ayaklanma potansiyeli sezdiği herkesi acımasızca katletmişti. Naima, eserinde cellatların, yeniçerilerin ve içoğlanların bile öldürmeyi reddettikleri yok edilmiş bir Celali’nin küçücük, yetim çocuğunu, Paşa’nın kendi elleriyle nasıl boğarak kuyuya attığını anlatır. Kuyucu Murat bu cinayetini, “Malumdur ki Kalenderoğlu ve Kara Said gibi eşkıyalar anasından at ve mızrak ile doğmadı. Hep böyle çocuk idiler. Sonradan büyüyüp âlemi fesada verdiler…” diyerek savunmuştur. (Naima; II, s. 577)[9] Dindar Müslüman Kuyucu Murat Paşa, Kur’an’ın “Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun!” emrine uysa bu çocuğa kıyabilir miydi?
Günümüz Türkiye’sinde Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Mücella Yapıcı, Can Dündar vb. isimlere yapılanlar, öfkeyle hareket etmenin, kin gütmenin sonucu değil mi? Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Müyesser Yıldız gibi gazeteciler, Kuran’ın “adil olun! ”çağrısını emir telakki eden Müslümanların yönettiği bir ülkede boş yere aylarca cezaevinde yatarlar mıydı? Bugün ülkenin önemli kurumlarının başında bulunan kendisini Müslüman sayan yöneticiler, Kur’an’daki adil olun emrine bağlı olsalardı bu kadar keyfi ve tarafgir, partizanca davranırlar mıydı? Düşünün ki “elimizde liste var, fırsat bekliyoruz, hepsini öldüreceğiz” diyen Sevda Noyan ve konuştuğu televizyon doğru dürüst ceza almazken Halk TV. Tele 1, KRT, hatta Fox TV vb. kanallar sırf iktidar uygulamalarını eleştiriyorlar diye büyük para cezalarıyla hatta kapatma cezalarıyla karşılaşıyorlar. RTÜK yöneticileri Kuran’ın bu ayetini dikkate alsalardı böyle davranışlara girerler miydi?
Adil bir toplum yaratmak, adaleti herkesi memnun edecek denli yaygın ve etkin dağıtmak, uygulamak öyle kolayca başarılabilecek bir şey değildir. İslam tarihinin kuşkusuz en adil hükümdarı sayılan Halife Ömer bile bunu tam anlamıyla başaramamıştır. Biliyoruz ki bütün dürüstlüğüne ve dobralığına rağmen Halife Ömer bile yeterince adil davranamamıştı. Öldürülmesinin nedeniyle ilgili anlatılan öykücükler bunu göstermektedir. Ebu Lü’lüe, Ömer’i adil davranmadığına inandığı için öldürmüştür. Ömer’den sonraki halife Osman ise özellikle akrabalarını kayırması, adil olamaması nedeniyle ayaklanan ve çoğu sahabeden olan Müslümanlar tarafından öldürülmüştür. Emevi, Abbasi, Osmanlı devletlerinde birçok din adamı, filozof; Sünni kadıların, şeyhülislamların gazabından kurtulamamışlardır. Hallacı Mansur, Şeyh Bedrettin, Seyyid Nesimi, Pir Sultan Abdal, İbni Şenebuz, Molla Lütfi, Şeyh Maşuki sadece bunlardan birkaçıdır. Mollaların yönetimindeki Şii İran’da da adaletsizliğin had safhada olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer Müslüman yöneticiler Kuran’daki adaletle ilgili emirlere uyarak devletleri yönetselerdi Müslümanların adaletin egemen olduğu ülkelerde, barış ve huzur içinde müreffeh yaşamaları gerekirdi. O zaman Dünyanın en yaşanılası ülkeleri Müslüman ülkeler olurdu. Bugün tüm Ortadoğu Müslümanları, Libya Müslümanları, Orta Asya’daki Müslüman Türk devletlerinin de Afganistan ve Pakistan’ın da bütün Müslümanları fırsat ve olanak bulduklarında Avrupa ve Amerika ülkelerine gitmek istiyorlar. Eğer Müslüman yöneticiler kendi ülkelerinde Kuran’daki adil olun çağrısına uygun yönetim oluşturabilselerdi bu insanlar ülkelerinden kaçmak için bin bir türlü zorluğa katlanırlar mıydı?
Sevgili okur, Dünya yolsuzluk algı endeksine göre en az yolsuzluğun olduğu ülkeler sıralamasında ilk sıralarda Yeni Zelenda, Danimarka, Finlandiya, İsveç, İsviçre gibi ülkeler bulunurken son sıralarda Somali, Güney Sudan, Suriye, Yemen, Afganistan, Sudan gibi Müslüman ülkeler bulunmaktadır. Türkiye 91. Sıradadır 179 ülke arasında. Üstelik her şeye rağmen Türkiye, Müslüman ülkeler arasındaki yolsuzluk sıralamasında en iyi ilk üç ülkeden biri. Düşünün, dünya sıralamasında 91.Türkiye, yolsuzluğun en az olduğu Müslüman ülkelerden biri. Ört ki ölem! diyesi geliyor insanın.
Bunun nedenlerinden biri Müslüman halkların dolayısıyla da Müslüman yöneticilerin samimiyetsizliğidir. Belki bu samimiyetsizlik de adil olmanın mutlak gerekli hatta zorunlu olduğunu gösteren emirlerin Kur’an’da sistemsel bir biçimde, ayrıntılı olarak işlenmemesinden kaynaklanıyor. Gerçekten Kuran’da Hz. Muhammed’e hangi kadınlar helal olduğu gibi tümüyle kişisel konulara en ince ayrıntısına kadar değinilirken (Ahzap 50, 51) adaletin nasıl sağlanacağı, Müslümanın nasıl adil olabileceği anlatılmaz. Yani Kur’an’da adil olun emri vardır; ama bunun nasıl sağlanacağı ayrıntılarıyla anlatılmamıştır. Belki de bu yüzden Müslüman ülkelerde hiçbir dönemde adalet geniş kitleleri etkileyecek biçimde sağlanamamıştır. Bugün demokrasi, insan hakları, yoksulluk, gelir dağılımı dengesizliği gibi ölçütlerden söz ettiğimizde hiçbir Müslüman ülkenin ilk 50’ye bile giremediğini, son sıralardaki ülkelerin çok büyük çoğunluğunun Müslüman ülkeler olduğunu görmekteyiz. AKP gibi adında adalet olan partinin 18 yıllık iktidarı, ülkede adaletsizliğin zirve yaptığı bir dönem oldu. Oysa nutuklarda “hamdolsun”, “rabbim”, “inşallah” vb. İslamcı kavramlar eksik olmaz.
Ben Müslümanların yeterince adil olamayışını, Müslüman ülkelerde adaletin işlememesini Müslümanların Kur’an’ı çok önemsemelerine rağmen yeterince okuyup anlamamalarına bağlıyorum. Müslümanların çok büyük çoğunluğu Kur’an’ı kendi dillerinden okumuyorlar, okuyamıyorlar. Çünkü din adamlarının çok büyük çoğunluğu dinsel etkilerinin ve güçlerinin sürmesini sağlamak için Kur’an’ı Arapça okumak gerekliliğini anlatırlar. Kur’an Kurslarında 5,6 yaşlarındaki çocuklar sözüm ona Arapça Kur’an okumayı öğrenirler. Hiçbir şey anlamadıkları sözleri ezberler, büyük bir saygı ve inançla tekrarlar bu çocuklar. O ayetlerde neler yazıldığını çok da merak etmezler. Hocaları sadece kendilerine gerekli gördükleri şeyleri onlara söylerler. Bunlar da genellikle beyin yıkamaya yönelik, Kuran’ı anlatmaktan çok uzak menkıbelerdir. Camilerde yetişkinlere anlatılanlar da bunlardır. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığının görevlendirdiği imamlar; Müslümanlara soran, sorgulayan, araştıran yurttaşlar olsunlar diye vaaz vermez, veremez; hutbe okumaz, okuyamazlar.
İslam ülkelerinde halklar, ne yazık ki Müslümanların adil olmalarının hem insani hem vicdani hem de Kuran’a dayalı bir zorunluluk olduğunu, adaletin kendi bilinçlerinin adilleşmesiyle sağlanabileceğini; adil bir toplumun da ancak adil bireylerle gerçekleşeceğini düşünmezler. Adaleti sözüm ona liderlerden beklemektedirler. Oysa at sahibine göre kişner. Liderler, içinden çıktıkları toplumun ürünüdürler. Siyasi liderler çok özel bir donanım ve liderlik becerisi yoksa toplumu değiştirme, hele iyiden yana değiştirme gibi bir zihniyete asla ulaşamamışlardır. Müslüman ülkelerdeki toplumsal ve siyasal yapı bugünkü görünümüyle insanları adil olmaya sevk edecek bir içerikten yoksundur. Geniş kitleler, adaleti, içselleştirilmiş bir yaşama biçimi olarak görememiş; adaleti mucizevi bir liderin sağlayacağını düşünmüşlerdir.
Özetlersek, Kur’an’a saygıda asla kusur etmeyen Müslümanlar, onun adalet konusundaki emirlerini uymayı önemsemiyorlar. Ülke yöneticilerinin ve bazı din adamlarının adaletsizliklerine, yolsuzluklarına haksızlıklarına karşı koymuyorlar. İşte bu yüzden Müslüman ülkelerde mülkün temelinde adalet yok. Mülkün temelinde adalet olmayınca mülkte de mülkte yaşayanların zihinlerinde de adalet sadece silik bir siluet olarak varlık kazanıyor
Evet, Müslümanların kutsal kitabında adaletten çok söz edilir; Müslüman yöneticiler ve din adamları da adalet sözcüğünü ağızlarından düşürmezler; ama bu ne bilinçlerinde etkindir ne de eylemlerinde kendini gösterir. Yani özellikle günümüz Müslüman toplumlarında adaletin sözü çok; ama içselleştirilmesi, uygulaması yok. Bu yokluk, yoksulluğun ve yolsuzlukların en önemli kaynaklarından biridir.
Kaynaklar:
[1] Ali Bulaç Meali
[2] Diyanet İşleri Meali (Yeni)
[3] Ali Bulaç Meali
[4] Diyanet İşleri Meali (Eski)
[5] Diyanet İşleri Meali (Yeni)
[6] Diyanet İşleri Meali (Yeni)
[7] TDV İslam Ansiklopedisi
[8] TDV İslam Ansiklopedisi.
[9] Taner Timur Bir Osmanlı Öyküsü: Naima, Celaliler ve “Terörle Mücadele” Birgün Gazetesi,4.02.2018