Geçtiğimiz dönemde “basılı” olarak yayınlanan “Mukavemet Dergisi” yoluna internet mecrasında devam ediyor. “Bir fikrin hayaleti” mottosuyla belli başlı sorulara (arttırılmak kaydıyla) cevaplar arayan ve bu cevapları politik, örgütsel bir “odak” oluşturmak ve odağın içerisinde şekillendiği bir “mukavemet hattını” inşa etmek için “biriktiren” bir kolektif çalışma olarak karşımızda duruyor.
Sitede yayınlanan “Tekrar Merhaba” başlıklı yazıda şu ifadelere yer veriliyor:
“Mart 2017’de Mukavemet Dergi’yi çıkarmaya karar verdiğimizde (hem de basılı olarak) neredeyse herkes “deli misiniz yoksa divane mi?” diye şaşkın gözlerle yüzümüze bakmıştı.”
Bu şaşkınlık esasında “para, pul vs” üzerine değildi. Bu şaşkınlık, herkesin kendi dükkânını koruma düşüncesi ile “sessizliğe” gömüldüğü bir zamanda “ses çıkarmakla” ilişkiliydi.
Ancak yolculuk devam ediyor. İnternet bu anlamda, en dağınık olanların bir arada yoğunlaşabilmesi için kullanılabilir bir araç. Ve en azından derli toplu, bir “biriktirme” için “daha somut bir adım” daha atmamızı sağlayacaktır.
O halde, şimdi tartışmalarımızı derinleştirmeye ve birleştirmeye yönelik adımları atma vakti!
Elbette lafzi düzeyi aşarak, Marx’ın işaret ettiği “11.Tezi” unutmadan ve “anlamak ve değiştirmek için” diyerek başlayalım.
“Büyük Aşklar Yolculuklarla Başlar ve Serüvenciler Düşer bu Yollara Ancak”
Bu yazı, esas itibariyle ülkenin ve dünyanın gidişatı nedeniyle oluşturulması elzem hale gelen mukavemet hattını tarihsel bir sürecin parçası olarak değerlendirmekte ve tartışmaktadır. Yazının içeriği kendi içinde bir “sorunsalı” tartışmakta ve bir nevi kendi kendine de sesli düşünmektedir. O nedenle iddialı ifadelerin hepsi ilgililerince tartılmalı, değerlendirilmeli ve geliştirilmelidir.
Mademki memleket yangın yerine dönmüş o zaman bilinçli, bütünlüklü ve gelecek izdüşümünü şimdiden kuran bir yerden müdahale etmek için hareket etmek mümkün.
Öncelikle bazı “terimleri” tartışmakta fayda var. Örneğin; “biriktirme”den kastedilen nedir?
“Biriktirme süreci”, hem fikri hem örgütsel manada, mücadele içerisinde egemenler ile gerçek bir karşı karşıya geliş anına hazırlık sürecidir. Değişen dünya ve Türkiye koşullarında bir yanıyla değişimin ana momentlerini ve yönelimlerini kavramaya, anlamaya çalışmak, diğer yanıyla gerçek mücadele süreçleri içerisinde günün sosyalist/devrimci görevlerine/ ihtiyaçlarına uygun örgütlenme düzeyleri, çalışma tarzları yaratmaya çalışmaktır.
Geçmiş aidiyetler temelinde oluşturulmuş yapıların insanları bir arada tutmaya yönelik moral itkisi dışında gerçek sosyalist/devrimci bir siyasetin geliştirilmesine hizmet etmekte yetersiz kaldığından hareketle, günümüzün sosyalizm mücadelesinin yeniden ayakları üzerine dikilmesine hizmet etmek için örgütlü bir fikri ve pratik çalışma içerisine girmek demektir.
Mukavemet böylesi bir görevler bütününü hayata geçirmeye yönelik mütevazı bir çaba olarak gündeme geldi.
Bugün baktığımızda, değişen Dünya ve buna bağlı olarak Türkiye koşullarında sol/sosyalist/devrimci hareketler hangi ad altında olursa olsun, hangi geçmiş “ideolojik referanslara” bağlı kalırsa kalsın, ne yazık ki tek başına ve bu “ideolojik-politik” çerçeve ile bir “çıkış” bulması mümkün değildir.
Kuşkusuz, bugün sosyalizmin, devrimci mücadelenin bütün teorik ve pratik sorunlarını tek başına çözebileceği iddiasında bulunmak da fazla gerçekçi olmaz. O açıdan Mukavemet, “Bugün, bizler, her geçen gün büyüyen karanlık ile böylesi bir anlayışla mücadele edecek sosyalist/devrimci bir odağın yaratılması için, (ortak sorulara ortak yanıtlar arayabileceğimiz) herkesle yan yana gelmeyi, birlikte örgütlenmeyi ve mücadele etmeyi önümüzdeki tek seçenek olarak görüyoruz.” diyerek biriktirme sürecine ait sorunları ortak zeminlere taşımaktan geri durmayacağı gibi cesaretli bir tutum alıyor.
Yani “örgütsel ve fikri bir biriktirme” sürecinin çok yönlü, kapsamlı ve geleceği kurma idealiyle birlikte kolektif olarak ele alınması gereken bir süreç olduğunu vurguluyor.
O halde yapılması gereken öncelikli olarak yeni bir ideolojik çerçeveyi oluşturmak ve bunu sağlamak için de örgütsel bir biriktirmeyi gerçekleştirmek için örgütlü olarak harekete geçmektir.
Solun/sosyalistlerin farklı kesimlerinde, bireylerinde de benzer soruların sorulmakta, tartışılmakta olduğunu biliyoruz. Ancak, bunların büyük bir çoğunluğu ne yazık ki “geçmiş tartışmalara” boğulmuş ve “kendi dükkânını koruma” telaşıyla alelacele üretilen ve yaygınlaştırılmayan kapalı tartışmalardır. Bunun bir nedeni ise, değişen koşulları ele alırken bile “geçmişe saplanmış” olmak ve dolayısıyla geçmiş dönemlere ait bir “dil”, “çalışma biçimi”, “örgütlenme tarzı” ile yürümeye çalışmaktadır.
Bugün yapılması gereken şeyin kendisi bu tartışmaların ve biriktirmenin ışığında devrimci eylemin muhtevası üzerinden şekillenecek olan devrimci bir düzen eleştirisidir.
Sosyalizm Yeniden!
Derginin “çıkış” yazısının ilk sorusu şudur: “Çağımızın karakteristik özellikleri nelerdir? Önceki dönemlerden farkları nelerdir? Bu farklar bugün devrim anlayışı, çalışma tarzı ve mücadele anlayışlarına ne tür etkilerde bulunur? Nasıl bir sosyalizmden yanayız?”
Bu sorular üzerine elbette ki sosyalizmin bir fikir olmaktan çıkıp “kurumsallaştığı” dönemlere, çeşitli veçhelere bürünüp çeşitli gelenekleri, ekolleri yarattığı dönemlerden, “bir tarihin sonu” olarak değerlendirildiği dönemlere kadar çok sayıda tartışma yapılmış ve külliyat oluşturmuştur. Elbette ki bu külliyatı yok saymadan, onun doğru-yanlış birikimi üzerine düşünerek, ancak bugünü görmezden gelmeden ve yazıda da belirtildiği üzere “günün devrimci pratiğinin prizmasından geçirmeden” bu sorulara cevap üretmek mümkün değil. En azından “uygulama” derdi olanlar için!
Çağımızın karakteristik özellikleri ne yazık ki “alternatif sistem” iddiasında olanlar tarafından belirlenmiyor. Yani sistemi değiştirmeye namzet olan “işçi sınıfı” şimdilik, verili koşullarda, belirleyici durumda değil. Sistemi üreten, özellikleri belirleyen ise kapitalizmin kendi içinde yaşadığı krizler, bu krizleri aşma becerisi ve karikatürize edecek olursak “nasıl daha fazla kar elde ederim?” diye soran sermayenin ta kendisidir.
O halde yapılması gereken ilk şey “sınıfa”, “sınıf” olduğunu hatırlatmanın yollarını aramaktır. Bu bağlamda, uygulamada, özellikle bugün Soma ve Ermenek işçilerinin inatla sürdürdükleri sahici süreç önemli dersler içerisinde barındırıyor.
“Benim muhatabım siyasi iktidardır” diyerek Ankara’ya yürümekte ısrar eden, “Öyle değil mi Alay Komutanı” sorusu ile sınıf, devlet ve bürokrasi konusunda sayfalar dolusu teorik izahtan daha fazla gerçekleri bütün yalınlığı ile gün yüzüne çıkartan maden işçileri, aynı zamanda ısrarlı, sebatlı, dirençli bir mukavemet ile nasıl ilerlenebileceğinin de eşsiz deneyimini sunuyor. (Devam Edecek)