Geçtiğimiz hafta içlerinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bulunduğu CHP’den 8, HDP’den 2 milletvekilinin daha fezlekeleri meclise gönderildi. Göründüğü kadarıyla Saray/ AKP/ MHP iktidarı CHP ve HDP üzerine yoğunlaşarak bir algı yaratmak, deyim yerindeyse suçlu üretmek üzerine siyasetini yoğunlaştıracak.
Millet İttifakı’nı tepede değilse bile seçmen düzeyinde bölmeyi, muhafazakâr ve milliyetçi seçmeni iktidara yedeklemeyi düşünüyor. HDP’ye yönelik kayyum, vekilliklerin düşürülmesi, siyaset yasakları (şu an rafa kaldırılmış görünen partiyi kapatma) gibi uygulamaların AKP seçmeni Kürtleri de rahatsız etmesi iktidarı CHP’yle birlikte diğer muhalif parti ve hareketlere yöneltmiş görünüyor.
Burada dikkat çekici olan ABD Başkanı Biden’ın seçimlerden önce “Türkiye’de demokratik yollardan iktidarın değiştirilmesine olumlu bakıyorum” mealindeki açıklamasında CHP ve bileşenlerine yönelik destek açıklamasına rağmen bu hamlenin yapılıyor oluşudur. Elbette bu kadar değil; Biden seçildikten sonra yol temizliği sayılabilecek (BİST Başkanı’nın istifa etmesi, Yunanistan’la gerilimin düşürülmesi, Doğu Akdeniz’deki çalışmalardan vazgeçilmesi vb) adımlarla çelişen bir adım da Merkez Bankası başkanlığına yapılan son atamaydı. Çünkü yeni başkan Şahap Kavcıoğlu Halkbank eski yöneticilerinden biri.
Daha önceki Merkez Bankası başkanlarından Murat Uysal’ın da Halbank yöneticisi olduğu, bu nedenle ABD’deki bazı toplantılara katılamadığı iddia edilmişti. ABD’de süren Halkbank davasıyla ilişkili olarak hakkında yaptırım çıkabilecek bir kişinin Merkez Bankası başkanlığına getirilmesi çelişki gibi görünüyor. Saray/ AKP/ MHP iktidarının hem CHP vd. muhalefete yönelik hamleleri hem de yaptığı atamalar, düşük düzeyde uygulanmakta olan CAATSA yaptırımları birlikte düşünüldüğünde iktidarın bu hamleleri ABD ve AB karşısında pazarlık malzemesine dönüştürmek istediği görülüyor. Bu konularda atacağı geri adımlar karşılığında taviz koparacağını, ‘görüntüyü’ düzelteceğini düşünüyor olabilir.
Yeterince gündem işgal etmemekle birlikte bazı AKP’li belediyelerinin yurtdışı bağlantılı bazı yapılanmalarla insan kaçakçılığı yaptığının ortaya çıkması devlet kurumlarının yasadışı bu işlemlerde kullanılması çürümenin boyutlarına bir yenisini daha ekledi. 1 kullanımlık pasaportlarla yurtdışındaki etkinliklere katılmak amacıyla gönderilen onlarca insanın geri dönmemesi ve pasaportları iade etmemesi üzerine ortaya çıkan bu olayda kişi başı 6-8 bin Euro para alındığı, olay ortaya çıktıktan sonra da soruşturma açıldığı belirtiliyor. Ancak iktidar yaklaşımını özetleyen açıklamayı AKP’li Akçakiraz Belediye Başkanı Sabahattin Kaya “… dedik buradan giderler, iş güç sahibi olurlar. Bana makul geldi… Türkiye Cumhuriyeti’ne yük olacak insanlar gidiyor.” diyerek yaptı.
Görünen o ki Saray/ AKP/ MHP iktidarı “128 milyar nerede?”, “Tek Adam AŞ” gibi pankart ve broşürleri nedeniyle CHP’ye, “İstanbul Sözleşmesi Bizim” pankartları nedeniyle SOL Parti’ye, “Kod 29 Kaldırılsın” kampanya ve eylemlerini örgütleyen sendikalara yönelik şiddet ve yasaklamalarını daha da artıracak; ‘suç’ ve ‘suçlu’ üretmeye devam edecek.
‘BİTİRİLEN YOKSULLUK’ VE PATATES SOĞAN
Özellikle 2021 bütçe görüşmeleri sırasında iktidar sözcülerinin “Yoksulluğu bitirdik” yönlü açıklamaları geçtiğimiz günlerde yapılan patates soğan dağıtımıyla yalanlanmış oldu. Bazı kentlerde izdiham görüntülerinin oluşması da bu yalanı yüzlerine vurdu.
Elbette iz iktidarın söylemlerinin doğruluğu üzerinden bakmıyoruz. Ancak, iktidarın kendi iç tutarsızlıklarının daha görünür olmasını sağlamak, bunu açığa çıkarmak, eleştiriyle birlikte çözüm önerilerini de yaratmak zorundayız.
İktidarın patates soğan dağıtımının iki nedeni var. İlki tarımdaki plansızlık nedeniyle üreticinin elinde kalan ürünü alarak ortaya çıkan hoşnutsuzluğu gidermek. İkincisi mutlak yoksulluk içindeki (yurttaşı değil) seçmeni tutmak. Yoksa çiftçiyi tüccara ve uluslararası tekellere tutsak etmek yerine ekeceği ürünün türünü, miktarı belirleyerek doğru bir tarım politikası oluşturmayı düşünmüyor iktidar. Patates, soğan dağıtımının kameralar önünde teşhir biçiminde yapılması da meselenin ‘sosyal devlet’ değil oy, yurttaş değil seçmen olduğunu net biçimde gösteriyor. Çiftçi örgütleriyle, köylülerle oluşturulacak planlı bir tarım, her yurttaşın geçimini önceleyen sosyal devlet anlayışını savunmak gerekiyor.
KAPİTALİZM HALK SAĞLIĞI SORUNU
İçinden geçtiğimiz korona salgını döneminde ülkemizde ve tüm dünyada gördük ki kapitalizm halk sağlığı sorunudur. Gerek şu an kullanımda olan aşıların ‘patent hakkı’ denilen insanlık dışı uygulamayla formüllerinin gizlenmesi ve dağıtımında yoksul ülkelere/ halklara henüz hiç aşı ulaşmamış olması, gerek tam kapanmayla salgının yayılım hızının kısa sürede düşürülme olasılığının göz ardı edilmesi vaka ve ölümleri artırıyor.
Ülkemizde de tüm görevi algı yaratmak ve çarkların dönmesi için sermayenin gereksinimine uygun kararlar almak olan iktidarın Sağlık Bakanlığı alınan kararlara uymayan parti ve yandaşlarını izlerken sorumluluğu yurttaşlara yıkıyor. Bunun karşılığında yurttaşlar Sağlık Bakanlığı ve iktidara yöneltmeleri gereken eleştirileri ve suçlamaları sokağa çıkan/ çıkmak zorunda kalan insanlara yöneltiyorlar.
Yoksullara patates, soğan dağıtan iktidar salgın süresince korumasız ve güvencesiz kalan milyonlarca işçiye duyarsız kalıyor. Kısa çalışma ödeneğini kaldıran iktidar özellikle turizm ve eğlence sektöründe çalışan, bir kısmı kayıt dışı (ve yoksul) olan yurttaşları görmüyor. Sermaye ise işyerinde uğradığı haksızlıklara itiraz eden, sendikal örgütlenme içine giren çalışanları Kod 29 uygulamasıyla işten atıyor.
Aynı gemide olmadığımız gibi aynı gerçekliği de yaşamıyoruz. Salgına rağmen kazançları artan sermaye çalışanlara karşı acımasız, insafsız ve düşmanca uygulamalarını sürdürürken, iktidar da devlet gücüyle korumaya alıyor. Türk Tabipler Birliği’nin “Covid 19 işçi sınıfı hastalığıdır” nitelemesi bu yanıyla da oldukça yerindedir.
Soma Davası da bu kapsamdadır. Her ne kadar madenci ailelerinin ve duyarlı kamuoyunun inat ve ısrarla davayı takip etmesiyle geçmişe göre kimi kazanımlar elde edilmişse de; 301 insanın ölümü karşısında şirket sahibi, bakanlık müfettişleri ve sarı sendikanın tutumları, açıklamaları işçilerin kullandıkları makine kadar, ürettikleri ürün kadar değerlerinin olmadığını bir kez daha gösterdi.
Bu yüzden çalışma yaşamımızdaki haklarımızın en başına yaşama hakkımızı koymak, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki kararlara ortak olmak, bu yönde örgütlenmek zorundayız. Bu örgütlülüğü de bütünlüklü olarak ülke geneline yayacak araçları yaratmamız ertelenemez bir zorunluluk ve gerekliliktir.
KİM KAZANIR
ABD ve Rusya arasındaki gerilim giderek tırmanacak gibi görünüyor. ABD Başkanı Biden’ın dış politikada soğuk savaş dönemini çağrıştıran politikalara ağırlık vermesi ve askeri olarak Rusya’yı, ekonomik olarak Çin’i ‘hasım’ gördüğünü ilan etmesi önümüzdeki yıllara da yansıyacak sonuçları olacaktır.
Şu an Ukrayna-Rusya arasındaki gerilimle kendini gösteren saflaşma çevre ülkelerin de iç ve dış siyasetini belirleyecektir. ABD’nin Karadeniz’e savaş gemileri gönderme kararının ardından Rusya’da Karadeniz’e savaş gemilerini göndermişti. Bunun etkisiyle mi bilmemekle birlikte ABD Karadeniz’e savaş gemilerini göndermekten vazgeçtiğini açıkladı. Şimdilik Karadeniz’de bir gerginlik ortadan kalkmış gibi görünse de başka bölgelerde (Suriye, Libya, Ukrayna, Yemen vb) artacak gibi görünüyor.
İnsanlık tarihi emperyal saldırılar ve politikalar nedeniyle hakların yitirdiğini, acı çektiğini, düşmanlaştığını gösteriyor. Dolayısıyla kimin yaptığından, nerede gerçekleştiğinden bağımsız olarak her türlü emperyalist politikaya ve savaşa karşı çıkmak bir zorunluluk, insani olarak da bir gerekliliktir.
Saray/ AKP/ MHP iktidarı varlığını sürdürmek ve şu haliyle kabul edilmek koşuluyla her tavizi vermeye hazır görünüyor. Pazarlık gücünü artırabilmek için de iç siyasette atmaması beklenen adımları atıyor. Bu yolla da yeni pazarlık araçları, konuları yaratmış oluyor. Ancak özellikle batının söz ve görüntüden öte tutarlılık aradığını, beklediğini görmüyor ve bilmiyor gibi yapıyor.
Ekonomik krizin yarattığı hoşnutsuzluğu aşabilmenin yolu olarak dış sermayeyi çekmeyi uman iktidarın bu konuda ne yapacağını şaşırmış bir görüntü sunması; gelecek sermayenin karşılığında istenecek denetimler ve politik dönüşümlerden kurtulmak isteği dışında bir anlam taşımıyor.
Bu arada Kanada’nın SİHA parça satışını durdurduğunu açıklaması geçtiğimiz haftanın önemli bir gelişmesiydi. Kanada “sözleşmeye aykırı biçimde SİHA’ların 3. ülkelerde kullanıldığının saptanması” nedeniyle Türkiye’ye parça satışını durdurdu. İktidarın Azerbaycan Ermenistan çatışmalarında Azerbaycan’a SİHA verdiği, ayrıca Libya’da da SİHA kullanıldığı biliniyor. Dolayısıyla Saray/AKP/ MHP iktidarı bölgesel aktör olma hevesiyle giriştiği kimi politikaları nedeniyle daha da sıkışacak gibi görünüyor.
Kim kazanır? Yoksullar, emekçiler, halklar kazanmaz. O yüzden sınıf eksenli, dünyanın bütün işçileri kardeştir anlayışını önceleyen anti emperyalist, anti kapitalist bir bilinç ve örgütlenmeyi, bir mukavemet hattını yaratmak zorundayız.