Korkusuz, cesur, savaşçı bir adam düşünün. Kafkas dağlarının tepesinde, bir kayaya zincirlenmiş bekliyor. Aç, susuz, yorgun, ama doğru bildiğini yapmanın getirdiği kuvvetle başı dik. Ona doğru yaklaşan kanat seslerini duyduğunda irkiliyor, ama eğilmiyor. O kanat seslerinin sahibi iri bir kartal. Yırtıcı kuş havada birkaç manevra yapıyor ve sonunda üstüne konduğu adamın bedeninde sivri gagasıyla koca bir çukur açıyor. Adamın kanı ılık ılık akıyor yere, kayaları ala boyuyor. Adam ne ona bu kaderi reva görene yalvarıyor ne de ağlıyor. Sonunda kartal karaciğerini çıkarıp paramparça ettiğinde bile gıkı çıkmıyor. Tıka basa doyan kartal gidiyor ve adamın karaciğeri kendini yeniliyor. Ancak ertesi gün yine yırtıcı kuşa yem oluyor. Bu, sonsuzca böyle sürüp gidiyor.
O adamın adı Prometheus. Ateşi tanrılardan alıp insanlara verdiği için Zeus’un emriyle Kafkas dağlarına zincirlenen ve ciğeri her gün parçalanan Prometheus… İnsanlardan yana olduğu, onları Yunan mitolojisinin baş tanrısı Zeus’un öfkesinden koruduğu için karşı karşıya kaldığı bu acı sondan dolayı ezelden beri direnişin, hümanizmin ve uygarlık değerlerinin sembolü olan Prometheus, aralarında Johann Wolfgang Goethe’nin de olduğu nice yazara ilham verdi. Beethoven, Franz Liszt gibi besteciler, Prometheus’un efsanevi direnişini notalarıyla Olimpos tanrılarının tahtından bile daha yükseğe taşıdı.
Nedense bu aralar sık sık aklıma geliyor Prometheus’un öyküsü. İnsanlığa güzellik, iyilik getirdiği için bedel ödeyen, cezalandırılan insanlarla özdeşleştiriyorum onu. Siz de tarihe ve bugüne bir bakın. Ne kadar çok Prometheus ve Zeus var dünyada, öyle değil mi?
Şimdi istiyorum ki Prometheus’un öyküsünün en başlarına gidelim. Kafkas Dağları’na zincirlenmeden önceki zamanlarına… Antik Yunan yazarlarından Hesiodos’a ve ‘Zincire Vurulmuş Prometheus’ tragedyasını yazan Aiskhylos’a göre, Zeus’un başında olduğu Olimposlu tanrılardan bir önceki tanrı soyuna yani titanlara dayanıyor Prometheus’un kökeni. Bu titan soylu yiğit tanrı, kendini insanlara yakın hissediyor ve Zeus’a karşı onları destekliyor. Sonunda insanlardan esirgenen ateşi gizlice çalıp yeryüzüne getiriyor. İnsanlığa sadece ateşi değil, yaratıcılığı, bilimi ve uygarlığı da armağan ediyor. Tüm bunlar tanrısal düzene cesurca karşı çıkan Prometheus’un kaderini belirliyor. Uzun zaman tarifi imkânsız acılar çeken Prometheus günün birinde kurtuluyor. Kafkas dağlarından geçen, Zeus’un ölümlü bir kadından doğma oğlu kahraman Herakles, kartalı öldürerek Prometheus’un cezasını sona erdiriyor. Akabinde Zeus da Prometheus’la uğraşmaktan vazgeçiyor. Kim bilir belki de korkuyor ondan. Prometheus’un dilden dile yayılan kahramanlık hikâyesinin etkisinden çekiniyor. Bir rivayete göre, Prometheus ilk insanı da killi çamurdan yarattı. Çamurdan yaratma meselesi tanıdık geldi size, öyle değil mi? Ancak o bambaşka bir konu tabii. Biz yine Prometheus’a dönelim.
Yiğit Prometheus’un dayanılması güç acılar çektikten sonra yeniden özgür olabilmesi, insanlığın umutlarını canlı tutuyor. İnandıkları değerler uğruna cezalandırılan, yalnızlığa ve acıya mahkûm edilen başkalarının da günün birinde hak ettikleri mutlu sonla karşılaşacağı düşüncesi bizi karanlığa sürüklenmekten alıkoyuyor.
Peki ya Prometheus’un Yunan mitolojisinde özel bir yeri olan ilham verici öyküsünü eserlerine konu edinen besteciler? Klasik müzik tarihinin en önemli bestecilerinden Ludwig van Beethoven, Franz Liszt ve Schubert bunlar arasında ilk akla gelenler.
Yazının başında da belirttiğim gibi Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe, eski kuşak tanrıların yani titanların soyundan gelen Prometheus ile aynı adı taşıyan bir şiir yazmıştı. Goethe, bu manzum eserinde Prometheus’un yiğitliği sayesinde insanların bilinçlendiğini anlatır. Goethe’nin hayranı olan Avusturyalı besteci Franz Schubert ise bu şiiri besteler ve erkek solistin piyano eşliğinde söylediği güzel bir lied yaratır.
Romantik dönemin en iyi bestecilerinden Franz Liszt’in ‘Prometheus’ adlı senfonik şiiri de son derece güzel ve etkili bir eser. Vurmalı sazların sert vuruşlarıyla başlıyor ve Prometheus’un karşı karşıya olduğu dehşet manzarasını resmediyor. Akabinde yaylılar giriyor devreye ve dramatizm beliriyor. Sonra üflemelilerin de katılımıyla öykünün dokusu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Dehşeti, korkusuzluğu ve başkaldırıyı betimliyor notalar. Franz Liszt’in, bu senfonik şiirini bestelerken Alman ozan, yazar ve düşünür Johann Gittfried Herder’in ‘Zincire Vurulmuş Prometheus’ şiirinden ilham aldığını da söylemeden geçmemek gerek.
Monarşi karşıtı, cumhuriyet yanlısı, devrimci besteci Ludwig van Beethoven de etkilenir Prometheus’un insancıllığından ve zulme başkaldırışından. Tam da bu yüzden ‘Prometheus’un Yaratıkları’ adlı bale müziğini besteler.
Hâlâ akıl, bilim, uygarlık, eşitlik düşünceleri etrafında birleşen aydınların, sanatçıların ilham kaynaklarından biri olan Prometheus, Türk edebiyatında da kendini gösterir. Türk şiirinin en büyük isimlerinden Tevfik Fikret, ‘Promete’ adlı şiirinde uygarlıkta yükselme, aydınlanma arzusunu anlatırken Prometheus’un öyküsünden beslenir.
Ressamların, tiyatro yazarlarının hayal dünyasında da ölümsüzlüğünü koruyan Prometheus’u unutmamak gerekir gerçekten. Çünkü onun efsaneler çağından günümüze taşınan öyküsünün hepimize, tüm insanlığa güç ve cesaret veren bir yanı var.